Maraş Depremleri’nin üzerinden geçen 2.5 aylık süreçte siyasi iktidardan, daha önceden de alışık olduğumuz şeyleri duyduk. Bu felaketin bir milat olduğu ve bundan sonrasının farklı olacağı vs. Tıpkı Gölcük, Van ve İzmir depremlerinden sonra duyduklarımız gibi. Ancak neyin değişeceği nasıl değişeceği hala muğlak. Bu muğlaklığın sebeplerinden biri de bu felaketin
6 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen önce Mw: 7,7 ve ardından Mw: 7,6 büyüklüğündeki depremlerle sarsıldık. 11 ilimizde büyük bir yıkım yaşanırken yaklaşık 200.000 bina yok oldu. 24 Ocak 2020 tarihinde Elazığ ve 30 Ekim 2020 tarihinde Sisam Adası depremlerinde meydana gelen yıkımlar sonrası önerilen ‘’Fay Yasası’’, 6 Şubat 2023
Depremlerden sonraki ilk gün, Salı sabahı Antakya’ya gitmek için Sabiha Gökçen Havalimanı’na gittik. Aracı, gereci, arama kurtarma eğitimi olmayan, mühendis, plancı üç kişiydik. Amacımız bir ekibe dahil olup, işini bilenlerin yönlendirmesi doğrultusunda arama kurtarma çalışmalarına yardımcı olmaktı. Havayolu şirketlerinin AFAD gönüllülerini taşıdığı uçuşlar, havalimanının Genel Havacılık Terminali’nden yapılıyordu. Karlı havaya,
Bu satırları yazarken, Antakya’da yıkılan apartmanlarından anne ve babasının kurtarılmasını bekleyen arkadaşımdan herkesi yıkan ‘kaybettik’ haberi geldi. Ötesi yok işte… Ne yazılır, ne söylenir… Nasıl dayanacağız bu acılara? Duyguları, aklı, sabrı, öfkeyi yönetmek mümkün değil. Yıkılan kentleri, sokakları, tarihi, kültürü, ölüme terkedilen halkı, çaresiz bekleyişi görmek ve dayanmak mümkün değil.
Scooter kullanımı özellikle büyük kentlerde hızla yaygınlaştı. Scooter şirketlerinin sayısı hızla arttı. Genellikle gençlerin kullandığı scooterlar, caddelerde, sokaklarda, kaldırımlarda sıkça karşılaştığımız ulaşım aracına dönüştü. Kullanımın artması iki büyük sorunu beraberinde getirdi. İlki kullanıcıların ölümüyle sonuçlanabilen kazalar, diğeri scooterların kuralsız sürüşlerle kullanılması ve kaldırımları işgal ederek park edilişiyle kentlilerin yaya güvenliğinin
Galataport projesi ihaleye çıktığı günden beri tepki toplayan, İstanbul’un en tartışmalı projelerinden birisi oldu. Projenin kıyı şeridini kamusal alan olarak düzenlemek yerine bir alışveriş merkezi olarak yeniden tasarlanması projeyi bir kent suçu olarak gören kent savunucularının eleştirilerinin en başında geliyor. Galataport toplumsal hafızadan ve İstanbulluların günlük pratiklerini ve ihtiyaçlarını karşılamaktan
İstanbullular kara kara su ve ulaşım zamlarını konuşmaya başladı. Yoksulluğu, yoksunlaşmayı derinden hissettiğimiz bu günlerde ilk kötü zam haberi dün (5 Nisan) İSKİ’den gelmiş oldu. Suya %29 zam yapıldı. İstanbullular açısından bu haberden ziyade bir negatif durum da su zammının duyurulma biçiminde yatıyordu: İBB Basın Sözcüsü Murat Ongun bu zammı
‘Aşırı Metalaştırma Çağında Konutu Savunmak’ kitabı geçtiğimiz Kasım ayında Türkiye’de ilk baskısını yaptı. Şehir plancısı Peter Marcuse ile sosyolog David Madden’in kaleme aldığı kitap, New York’tan Yeni Delhi’ye; kırsaldan kente bütün dünyayı etkileyen konut ve barınma krizinin nedenlerini ve sonuçlarını, ilerici çıkarımlarını ve alternatiflerini ele alıyor. Endüstri devriminin ardından İngiltere’de
ODTÜ Ormanı, Ankara’da kent içinde kalan neredeyse tek kent ormanı. İklim krizi ve buna bağlı kuraklık, gıda krizi gibi konuları konuştuğumuz bu günler, kentlerdeki ormanların değerini bir kez daha hatırlatıyor (Şekil 1-2 ). WWF (Dünya Doğayı Koruma Vakfı) verilerine göre dünya çapındaki orman tahribatları, orman ve toprak kalitesinin bozulması, yeryüzündeki
Galataport Kruvaziyer Limanı projesi yakın zamanda açıldı. Uzun süren inşaat çalışmalarını ve öncesinde halka kapalı olan kıyı şeridini düşündüğümüzde kentlilerin uzun zamandır erişemediği bir kamusal alan. Uygulanan proje, iki söylem üzerinden meşrulaştırılmaya çalışıldı: Birincisi kıyı kullanımının uzun yıllar sonra açılması ikincisi de alanın barındırdığı birtakım kültür-sanat işlevleri. İkisi üzerinde de
Yangınlarla, sellerle, taşkınlarla sıkça karşılaştığımız bir dönemi yaşıyoruz. Özellikle eğimi yüksek bir coğrafyaya sahip Karadeniz’de her yıl farklı yerleşim alanları taşkınlarla sular altında kalıyor, halkın yaşam güvenliği de yok ediliyor. Peki taşkınlar nasıl oluşuyor, neden kentler her yağışta sular altında kalıyor? Her taşkın sonrası “Bugüne kadar görmediğimiz kadar yağdı” açıklaması
Pandemi günlerini yaşıyoruz, farklı farklı koşullarda. Yapıların niteliği, sokakla kurduğu ilişkiler, balkonlar, bahçeler, yerleşim alanlarındaki boşluklar, yeşil akslar, parklar hiç olmadığı kadar konuşuldu bu dönemde. Parklar, kentte yerelin en önemli kamusal alanlarından biridir, odaktır. Kentlinin sosyal iletişiminin sağlandığı, özgürleştirici, demokratik mekanlardır, kapsayıcıdır, eşitlikçidir, herkese açıktır. Yerelde yaşayanı oraya ait hissettirir,
Sisam Adası’nda 30 Ekim 2020 tarihinde oluşan ve İzmir’de yıkıma neden olan depremden sonra ‘’Fay Yasası’’ adı verilen yasa önerisi tekrar gündeme geldi. Fay Yasası özünde şunları öneriyor: Yüzey kırıkları tespit edilecek, sakınım bantları oluşturulacak (yapılaşma için faydan uzaklaşma ölçütü), bu kapsamdaki bölgeler imara kapatılacak, mevcut yerleşim var ise yıkılıp
Kötülüğü, çürümüşlüğü organize yaşayan bir dönemin insanlarıyız. Bir deprem daha yüzümüze vurdu bunu, yeniden ve yeniden. İzmir Depremi’nden dakikalar sonra başladı hamaset, hakikati yok etme çabası. Tıpkı her depremden sonra olduğu gibi… Yitirdiklerimizin, yıkılan yapıların, deprem güvenliği olmayan kentlerin müsebbipleri, ‘kahramanlığa’ soyundular. Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, Bayraklı ilçesinde
Halkın mühendisleri, mimarları, şehir plancıları, İzmir’de meydana gelen deprem sonrası kurulan çadır kentlerde barınmak zorunda kalan İzmirliler için koronavirüs (COVID-19) tehdidine karşı siperlik üretiyor. AKP iktidarının inşaat rantına ve patronların çıkarlarına göre şekillendirdiği kent politikalarıyla barınma güvenliğinin olmadığı koşullarda yaşamak zorunda bırakılıyoruz. Bu defa İzmir depremi ile sarsıldık. 30 Ekim’de
Tarihi, kültürel ve çevresel yıkımlar kapitalizmin, iktidar eliyle büyük bir örgütlenmenin sahibi olarak işbirlikçileriyle saldırma ve yok etme politikasının bir kanıtı. Peki her mekan üretimi illaki bir yıkımı da beraberinde mi getirir? Elbette hayır Dünyanın ilahi belleği tanrıça Mnemosyne’in yorgun ve yaşlı hafızasına ne kadar güvenebiliriz bilmiyorum ancak Mnemosyne’in güç
Son yıllarda Amerikan şehirlerinde birçok mahalle ‘konut hakkı’ temalı örgütlenmelere ve protestolara sahne oldu. Los Angeles, yerel yönetim ve yatırımcıların işbirliği ile sakinlerini mülksüzleştirerek ‘geliştirilen’ şehirlerin belki de başında geliyor. Şehirde başlayan protestolar son günlerde giderek büyüdü ve kent hareketlerinin bu gösterilerde başı çektiğini söyleyebiliriz Soylulaştırma kavramının nasıl ve nerede
High Line Park için kontrolden çıkmış bir ‘başarı’ denilebilir ama aynı zamanda Manhattan’daki artan eşitsizliğin sembolü haline geldi. New York’taki bu soylulaştırma anıtının mimarı diğer şehirlerde meslektaşlarının yapacağı muhtemel hataların önüne geçebilir mi? Sanayi sonrası kentlerinde oluşan endüstriyel boşlukları(!) yeniden kullanıma sunarak ‘kentsel canlandırma’ adı altında yapılan kültürel ya da
Mimarlar ve plancılar olarak tasarladığımız mekanlarda sağlık, güvenlik ve refahı sağlamakla yükümlüyüz. George Floyd protestoları gösterdi ki başaramadık Washington’da 1 Haziran Pazartesi gecesi yaşanan güç suistimali kadar ABD’yi tarif eden bir şeyle karşılaşmak zordur. Başkan Donald Trump Amerikan şehirlerinin günlerce yanışını izledikten sonra, Beyaz Saray’ın altındaki sığınağından çıkıp, Siyah Hayatlar
İnsanlığın ilk çağlarında atık sular sokaklara ve derelere atılarak tasfiye edilirdi. Bu nedenle salgınlar ve bulaşıcı hastalıklar yaygınlaştı. Ortaçağın sonuna doğru açılan kanallarla atık suların en çabuk şekilde yerleşim merkezlerinden uzaklaştırılmasına çalışıldı. Sanayi devrimiyle birlikte kentleşme, atık suların tasfiyesi ve suların korunması önem kazandı. Ülkemizde ise atık suların arıtılmadan alıcı