ABD ikinci dünya savaşı sonrası sendikaların güçlü olduğu ve hemen hemen her alanda etkili oldukları bir ülkeydi. Bilenler bilir, Holywood’un siyah beyaz filmlerinde, hemen hemen hep bir sendika vardır ve etkilidir. 1980’lere gelindiğinde Reagan dönemiyle birlikte ve küresel neoliberal sistemin de bir parçası olarak, ABD’de büyük ölçüde bir sendikasızlaş(tır)ma dönemi
Bir süredir çalışma yaşamında bir istifa dalgası olduğu konuşuluyor. Büyük mü değil mi, hangi ülkelerde nasıl yaşanıyor, ekonominin krizde olduğu, işsizliğin hep çok fazla olduğu Türkiye’de de görmek mümkün olur mu, bu istifa dalgası emek mücadelesinde bir dinamiğe işaret eder mi gibi meraklarla konuyu biraz araştırmak istedim. Büyük oranda Amerika’da
Uzun bir hikâye ve başkalarının hikayesi gibi benim de hikayem çok değerli. 2021 yılının şubat ayında inşaat mühendisi olarak mezun oldum. Mezun olmadan bir ay önce iş başvurularına başlamıştım. Şantiyede değil ofiste çalışmayı tercih edecektim ve buna göre bir yol çizmiştim. İlk iş deneyimi olarak bir alan tercihi yapmaksızın çalışacaktım
Beyaz yakalıların emek örgütleri, Covid-19 pandemisiyle birlikte yaygın bir çalışma biçimi haline gelen evden çalışmayla ilgili bir kampanya başlattı. Beyaz yakalılar Uzaktan Çalışma Yönetmeliği’nin talepleri doğrultusunda düzenlenmesini istiyor. Banka ve Finans Emekçileri Dayanışma Ağı, Bilişim Emekçileri Dayanışma Ağı, Kaç Bize Gel, Öğretmen Dayanışması, Plaza Eylem Platformu, Politeknik, Toplumcu Mühendisler ve
İş Ekipmanlarının Kullanımında Sağlık ve Güvenlik Şartları Yönetmeliği 2013 yılında yayınlandı ve 1 Ekim 2017 tarihinde yayınlanan İş Ekipmanlarının Periyodik Kontrollerini Yapmaya Yetkili Kişilerin Kayıt ve Eğitimlerine İlişkin Tebliğ ile yürürlüğe girdi. 2017’de yayınlanan tebliğ kapsamında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın Haziran ayında ek ve düzenlemeler içeren yeni bir yönetmelik
Ermenek Cenne Madencilik’te çalışan işçiler, 13 aydır ücretlerini ve haklarını alamadıkları için Bağımsız Maden-İş Sendikası’yla direnişe başladı. Direniş 14 Eylül tarihi itibari ile 15. gününe girdi. Madencilerin direnişine ocağın maden mühendisi Emel Tunçdemir de katıldı. Tunçdemir hakları için mesai arkadaşları ile birlikte mücadele ediyor. Direnişe bir mühendisin gözünden bakmak, seslerini
İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) Ankara Şubesi Yönetim Kurulu 11 Haziran 2020 tarihinde bir açıklama yaparak ”İnşaat Mühendisliği bölümlerinde eğitim alınabilmesi için asgari başarı sırasının 50.000 olarak değiştirilmesi ve yeterli akademisyen kadrosu ve imkânları olmayan bölümlerin kapatılması ve kontenjanların azaltılması gerektiğini Yüksek Öğretim Kurulu’na hatırlatıyor…” dedi ve konuyla ilgili kampanya başlattı.
Koronavirüs gidiyor mu, gidecek mi, vakalar azalıyor mu, dalga dalga dalgalanacak mı derken; salgının Türkiye’de resmi olarak açıklanmasının üzerine üç ayı devirdik. Geriye dönüp şöyle bir bakınca, hepimizin hayatında kalıcı etkiler bırakacak üç aydan bahsettiğimiz kesin. Üstelik üç ayla sınırlı kalacak gibi de görünmüyor. En azından ikinci dalga teorileri gerçekleşene
Teknolojinin yaşamı kolaylaştırma ve üretkenliği artırma noktasındaki getirileri kesinlikle tartışılmaz. Homo Sapiens medeniyetinin ulaştığı son noktada, teknoloji geliştirebilme kabiliyetinin başrol oynadığını söylesek abartmış olmayız. Bu medeniyetin diğer türlere, hatta kendisi dahil tüm dünyaya karşı pek merhametli olmadığını da kabul etmemiz gerekir. O halde bu acımasızlığın başrolünde de teknolojinin olduğunu söyleyebilir
Olağan dışı durumların ve dönemlerin, değişimleri zorlayıcı etkileri olduğunu, çalışma hayatlarımızın da hayatın geri kalanındaki değişimlerden muaf olmadığını biliyoruz. Bire bir aynı koşullar olmasa da tarih bunun örnekleriyle dolu. Hal böyle olunca, entelektüel birikimi ve güncel tartışmaları takip etme kabiliyeti nispeten yüksek olan home hapis beyaz yakalı camiasında, bu salgın
Çalışma biçimimiz hızla değişiyor. Özellikle bizim gibi ofis çalışanı, beyaz yakalı, gri yakalı, uzmanlık sahibi, profesyonel, zihinsel emek erbabı veya istediğiniz başka bir biçimde isimlendirebileceğiniz kesimin, 10, 20 veya 40 yıl önceki çalışma biçimlerini bugünkü ile kıyasladığımızda her birinde farklı biçimler bulabiliriz. Tabi ki bu biçimleri doğuran koşulları da bulabiliriz.
Felaketler çağında yaşıyoruz desek yalan olmaz. Sadece bizim memlekette değil, dünyanın neredeyse tamamında bu felaketlerin yarattığı krizleri doğru yönetme kabiliyetinden uzak akılların, uzunca bir süredir ‘yönetme’ yetkisini ellerinde tutmasını da üzerine eklersek duyduğumuz kaygılar yerli yerine oturuyor. Sosyal medyada mizahı yeterince yapılan ‘2020 felaketleri’ serisini tekrar saymayacağım, zira Covid-19 salgını
Ana haber bültenlerinden bir sahne: Çok kalabalık bir spor salonu, muhabirin sevinç gözyaşları döken bazı yaşlılarla ve bazı gençlerle kısa söyleşileri, mesleğini yapabilme ihtimalini kura çeken bir bilgisayara umut olarak bağlamış insanların hisleri… Atanamayan öğretmenlerin hikâyelerine aşinayız. Bin bir zorlukla alınan diplomaların, eğitimci formasyonlarının işe yarar hale gelmesi ve tabi
Çorum’da işsizlik nedeniyle canına kıyan inşaat mühendisi Abdullah Kaan Özbağ anısına… Kapitalist iktidarın en temel özelliği ‘ürettiği ve yönettiği’ krizlerdir. Birçok biçimiyle, nasıl ürettiğinden ziyade, nasıl yönettiğini kavrayabilmek için öncelikle krizin kapitalizme ilişkin içsel bir olgu olduğunu, bu bakımdan doğalında panzehrini de bünyesinde barındırdığını tespit etmek yerinde olur. Krizin diyolojisi:
Çok yazıldı, çizildi. Kimimiz ‘Bu kez giderler’ dedi, kimimiz ‘Rejimi boşuna değiştirmedi’ dedi. Dövizdi, rahipti, ABD idi, enflasyondu, işsizlikti derken zincirleme gündemler uzadı gitti. Her gelişmede hayatımızı, geçimimizi düşündük. Bakmadığımız ürünlerin fiyatına bakar olduk, maaşımızın ne kadar değer kaybettiğini her alışverişte hesaplar olduk. Kriz analizleri devam edecek ancak etkilerini her
Malum, ülkede gidişat kötüleştiğinden beri mühendislerin, mimarların ya da daha bütünlüklü ifade etmek gerekirse beyaz yakalıların yaşamları, gelecekleriyle ilgili dertleri, kaygıları arttı. Bu dertler yalnızca çalışma yaşamındaki sorunlarla ilgili olmaktan çıktı. Çözüm ise, çok yaygın yaşanmasa da yurt dışına yerleşme çabaları olarak kendini gösterdi. Aslında beyaz yakalı camiasında, özelinde mühendis,
Sevgili meslektaşım, Nasılsın? Kendine bu soruyu sormaya pek fırsat bulamadığını bildiğimden ben sorayım istedim. “Eh işte, iş güç… Sabah gidip akşam geliyoruz.” diyen sesin kulaklarımda çınladı. Bütün yoğunluğunun arasında bayram tatili ilaç gibi gelmiş olsa gerek. Hele bir de yaz aylarına denk geldi ya, eğer on günü bağlayabildiysen çoktan düşmüşsündür
İstanbul’un semalarında kapkara ve kocaman bir bulut dolaşıp koca koca dolu parçalarını yağdırdığı sıralarda Makine Mühendisleri Odası’nın twitter hesabından bir tweet atıldı: “Mühendis Asgari Ücret protokolü tek taraflı iptal edildi. Mühendis açlığa mahkum olsun ama Fatih Terim 3,5 M€ kovulma bedeli alsın!!!” Bugüne kadar bu boyutuyla görmediğimiz bir doğa olayının
Peşinen “ben onun olağan halini de biliyorum” dersek, söze fena başlamış sayılmayız. Zira zihninizdeki Babil, karşınızdaki Keçiören metro inşaatı olunca, fen işleri bazen sarmayabiliyor. Sanat tarihi okusaydım keşke demek üzereyken, antik tiyatronun ortasına minare diktiklerini fark ediyorsun, işler iyice karışıyor. Bir elin vince sol yap demek için kalkarken, diğeri Theseus’a
Bilimsel düşünce, insanın tekniğe ihtiyaç duymasıyla – ya da herhangi bir ihtiyacı üzerinden gelişerek – var olmadı, hâlihazırda kendi doğasının bir parçasıydı. Aksi takdirde, dogmatizm karşısında başarıya ulaşması mümkün olmazdı (Bugün evrene Aristo’nun feneriyle değil, Galileo’nun teleskobuyla bakıyoruz). Dolayısıyla, keşif ve icat, her şeyden önce kâşif ile mucidin varlığına koşullu