İnşaat Mühendisleri Odası: “Çaycuma trajedisinde tek suçlu köprü!”

Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın-Albert Camus

2012 yılında çöken ve 15 vatandaşımızın yaşamını yitirmesine yol açan Çaycuma Köprüsü’ne ilişkin savcılık soruşturması tamamlandı ve Çaycuma Belediyesi, Karayolları 15. Bölge Müdürlüğü ve DSİ görevlileri hakkında işlem yapılmasına yer olmadığına karar verildi. Bu Kurumların görev-yetki ve sorumluluklarını dışlayan bu kararla ortada tek suçlu kaldı! “Köprü”.

Bilindiği gibi, 6 Nisan 2012 tarihinde Zonguldak iline bağlı Çaycuma İlçesi içinde Filyos Çayı üzerindeki köprü çökmüş, yaşanan can kayıplarının yanı sıra sel sularına kapılan cesetlerede uzun süre ulaşılamamıştı. 15 kişinin yaşamını yitirmesiyle sonuçlanan facia yargı sürecine taşınmış, bu süreçte ilgililerince DSİ, Karayolları ve Belediye`nin sorumlulukları olmadığı yönünde açıklamalar yapılmıştı.

Ülkemizde diğer bir çok alanda olduğu gibi işletme, denetim, onarım gibi mekanizmalarda da mevcut olan görev-yetki-sorumluluk dağılımındaki kaos yaşanan bu olayda da tüm çıplaklığıyla görünür bir hal almıştır. Ayrıca, bölgede yaşayanların 20.03.2012 tarihinde yani olaydan yaklaşık 2 hafta önce Filyos Çayı`ndaki köprü setinin yıkıldığını fark etmeleri ve gerekenlerin yapılması için sorumluları göreve davet etmelerine rağmen bu olayın yaşanması, Ülkemizde neredeyse bir gelenek halini alan yetkililerin tüm çağrı ve uyarılara “kulak tıkama” davranışının tüm yıkıcı sonuçlarını gözler önüne sermiştir.

Gerek ülkemizde gerek dünyada yaşanan köprü çökmeleri incelendiğinde ölümlere sebebiyet veren çökme olaylarının çoğunluğunun bakım ve onarım süreçlerinde yaşanan ihmallere dayandığı gözlemlenmektedir. Olayın bu yanının bütün boyutu Çaycuma Köprüsü`nde de yaşanmakla birlikte, çok daha farklı bir hatalar silsilesiyle karşılaşmaktayız.

Köprüler tasarım ve uygulama aşamasında nehir morfolojisinden bağımsız düşünülemezler. Suyun debisinde yaşanacak her türlü değişim istatistiki olarak hesaplanmalı ve bu tarz projeler bütünlüklü uyguluma, denetim ve projelerle birlikte düşünülmelidir.

Projesi 1948 yapımı ise 1951 yılında tamamlanan köprü; 2010 yılına kadar 2 yılda bir Karayolları Genel Müdürlüğü`nün kontrolünde bakım ve onarım işlemlerine tabi tutulmaktaydı. Yaşanan olay sonrasındaKarayolları Genel Müdürlüğü 2012 yılında köprünün tüm bakım ve onarım sorumluluğunu belediyeye devrettiklerini açıkladı. Belediye ise buna karşılık olarak böylesi bir devrin yaşanmadığını iddia etti.

İşin bir diğer garip boyutu ise konuyla ilgili sorumluluk taşıması mutlak gerekli olan DSİ`nin yargı sürecine kadar ismini dahi duymanın mümkün olmamasıdır. Konunun kapsamının DSİ`yle ilişkili ve DSİ`nin nehir yataklarının korunup değerlendirilmesiyle ilgili sorumluluklarının bulunmasına rağmen değiştirilen Kum Ocakları Maden Yasası ile kum ocaklarının değerlendirilip işletilmesi süreci valiliklere devredilmiştir. Yani nehir yatağının bütününden DSİ sorumlu tutulurken, inisiyatif başka kurumlara verilerek DSİ işlevsizleştirilmiştir. Oysaki dere yatağı üzerindeki kum ve çakıl ocaklarının dere debisine etkisi, Filyos Çayı üzerindeki HES`lerin nehir yatağından agrega alımı yapmaları, Karabük Hidroelektrik Santrali`nin baraj kapaklarını açmasıyla su debisinde yol açtığı değişimler tamamen bu kurumu da sorumlu kılmaktadır.

Bütün bu gelişmeler köprü ayaklarının önüne yapılan taş tahkimatının yarılmasına ve bunun sonucunda yarığa yönelen suyun köprü ayakları altındaki malzemeyi boşaltarak köprünün çökmesine sebep olmuştur.

Bütünlüklü bakış açısından, bilimsel ve teknik denetim ve onarımlardan yoksun bırakılmış köprünün, bu istikrarsızlığa sonuna kadar direnemeyeceği aşikardı. Fakat ülkemize has gariplikler bu kadarla da sınırlı değil:

Facia süreci ceza davası ile yargıya taşınmışfakat;açılan ceza davası kapsamında kusur ve sorumlulukları bulunduğuna dair bilirkişi raporuna rağmen Çaycuma Belediyesi için İçişleri Bakanlığı, Karayolları Kastamonu Bölge Müdürlüğü için Kastamonu Valiliği, Devlet Su İşleri(DSİ) 232`nci Şube Müdürlüğü için ise Zonguldak Valiliği`nce soruşturma izni verilmemiştir. Ölenlerin yakınlarının Danıştay`a yaptığı itirazlar da reddedilmiştir.

Kayıp yakınları tarafından açılan tazminat davasında ise Zonguldak İdare Mahkemesi Çaycuma köprü faciasıyla ilgili Karayolları Genel Müdürlüğü ve DSİ 232. Şube Müdürlüğü`nü kusurlu ve sorumlu bulmazken, Çaycuma Belediyesi`ni `denetim görevini ihmal` etmekten kusurlu buldu. Karayolları ve DSİ`nin de kusurlu olduğunu savunan aileler ise avukatları aracılığıyla karara itiraz ederek davayı Danıştay`a taşıdı.

Zonguldak İdare Mahkemesi`nin kararında, “Uyuşmazlık konusu köprünün ayaklarındaki oyulmayı önlemek için oluşturulan kaya dolgu bariyerin denetiminden ve bakımından (olaydan 1 yıl önce) 18 Nisan 2011 tarihli bildirim tarihinden itibaren Çaycuma Belediye Başkanlığı`nın sorumlu olduğu, dolayısıyla Karayolları Genel Müdürlüğü`nün hizmet kusuru ve tazminat sorumluluğu bulunmadığı, ayrıca DSİ Genel Müdürlüğü`nün köprü bakım ve onarımı konusunda görev ve yetkisi bulunmadığından uyuşmazlık konusu olayda hizmet kusuru ve tazminat sorumluluğu bulunmadığı sonucuna varılmıştır” denildi.

Ceza davasında hizmet kusuru sorumluluğu bulunamamasıyla birlikte Çaycuma Belediyesi, Zonguldak İdare Mahkemesi`nce ölen 7 kişinin varislerine toplam 630 bin lira gibi komik bir meblağ tutarında tazminat ödemeye mahkum edildi.

Ülkemizde ulaşımdan sağlığa, barınmadan altyapıya kadar her alanda sürdürülen taşeronlaştırma ve özelleştirme politikaları böylesi bir Çaycuma Trajedisi yaşamamıza yol açmıştır. Bilim ve tekniğin gerekleri yerine asgari maliyet azami kâr politikalarını tercih edenlerin tabii ki insan hayatına değer vermeleri beklenemez.

Kurumların görev-yetki sorumluluk dağılımında yaşanan keşmekeş, kurumlar arası koordinasyonda yaşanan dağınıklık, insanı temel alan yönetim anlayışı yerine parasal girdi-çıktı ilişkisinin başat konuma geldiği yönetim anlayışı bu olayda da olduğu gibi son süreçlerde yaşanan bir çok olayda bize ne acıdır ki şu dizeyi tekrar hatırlatıyor.

“Benim memleketimde bugün insan kanı sudan ucuz”.

Ancak, bilim ve tekniğin yol göstericiliğinde bizler, her türlü koşul altında bu şiirin ikinci dizesini haykırmaya ve bu yönde çalışmaya devam edeceğiz.

“Oysa en güzel emek insanın kendisi”.

İMO ANKARA ŞUBESİ
YÖNETİM KURULU