Amerikan şehirleri tahakküm kurmak üzerine tasarlandı – Bryan Lee Jr.*

Mimarlar ve plancılar olarak tasarladığımız mekanlarda sağlık, güvenlik ve refahı sağlamakla yükümlüyüz. George Floyd protestoları gösterdi ki başaramadık

Washington’da 1 Haziran Pazartesi gecesi yaşanan güç suistimali kadar ABD’yi tarif eden bir şeyle karşılaşmak zordur. Başkan Donald Trump Amerikan şehirlerinin günlerce yanışını izledikten sonra, Beyaz Saray’ın altındaki sığınağından çıkıp, Siyah Hayatlar Değerlidir (Black Lives Matter) protestocularını göz yaşartıcı bombalarla dağıtıp gittiği Aziz John kilisesinin görevlilerini kovarak İncil ile kameralara poz verdi. Ruhban sınıfından bu duruma tepkiler yağdı. Trump, bütün bunları, kilisenin mimari sembolizmini kullanarak ahlaki, politik ve ırksal otorite olduğu iddiasını meşrulaştırmak için yaptı.

Yeryüzünde yaşanan bütün adaletsizliklerin devamlılığını sağlamak amacıyla planlanmış ve tasarlanmış mimari yapılar var. Bu konu aynı zamanda benim de parçası olduğum Tasarım Adaleti Hareketi‘nin(Design Justice Movement) en önemli prensibidir. Tasarım Adaleti Hareketi, mimarlığı bir baskı aracı olarak kullanan güç dengesini yıkmayı ve mülksüzleştirilmiş toplulukların özgürleştirilmesini amaçlayan adil alanlar üretmeyi planlamaktadır.

Yapısal baskı pek çok şekil alabilir

Beyaz olmayan toplulukları hedef alan otoyol projeleri ve kentsel yenileme planları kararlarında; mahalleleri “savunulabilir alan” labirentlerine dönüştüren ve genellikle, güvenliği koruma kisvesi altında siyahlığı kriminalize eden tasarım felsefesinde; çeşitli kültürel toplulukların taciz korkusu olmadan bir araya gelmesine olanak vermeyen kamusal alanların çoğalmasında karşımıza çıkar.

Şu an yaşanan olaylar, diğerleri gibi, devlet onaylı siyah katliyle başladı. George Floyd, Tony McDade ve onlardan önce Breonna Taylor daha da önce Ahmaud Arbery ve nicelerinin katli başlattı. Siyah insanları her gün takip eden, her an yaşanabilecek şiddetin korkusuyla başladı. Siyah toplulukların yaşamlarına olan duyarsızlıktan ve küresel bir salgının dahi siyahları beyazlardan daha çok etkilemesinden ötürü başladı.

İsyan, uzun süredir insanlık dışı davranılan bir halkın yok olmaya karşı çıkmasının yoludur. Bu insan dışılığı ve arkasından vahşetleri yaratan hemen hemen hep yapılı çevrenin yumuşak gücüdür aslında.
Şimdi, birbirimize ve yapılı çevreye karşı olan sorumluluğumuz aynı zamanda siyah hayatlarla dayanışmanın gerektirdiği, bu sistemin bütün aktörlerinden hesap sormaktır. Mimarlık mesleği de bu sorumlular arasındadır. Bu meslek ki içinde; herkesin sevdiği sivil haklar önderi Dr. Martin Luther King Jr.’nin de dediği gibi “adaletten çok düzeni seven ılımlı beyazlar”la doludur. Şu an yine adalet ile düzen arasında bir seçim yapmamız gerekecek ancak doğru seçimi yapıp yapamayacağımız henüz belli değil.

Tarih siyahlara geldiği zaman o kadar kesin bir şekilde kendini tekrar eder ki, içeriğine bakmadan olayları farklı tarihlere koysanız kimseyi şaşırtmaz. Senaryo bize şunu söylemekte; genelde ekonomik büyüme iddiası ile siyahların yaşadığı mahallelerde yaratılan ekonomik ve kültürel yıkımın sebep olduğu şiddet, mahallelerde yaşayan halkın yerinden edilmesiyle sonuçlanır, eşitsizliğe sebep olur, beyazların korkusunu derinleştirir ve arazi ve mülkle ilgili en küçük olayda bile polis tarafından kullanılan orantısız şiddet meşrulaştırılmış olur.

Beyaz Amerika fikirlerini ve sermayesini fizik mekana aktarmakta hiç zorlanmadı

Tasarım mesleğinin mensupları şunu bilmeli ki meslektaşlarımız can yakıyorlar. 1968 haziranında, Amerika şehirlerinin yine protestolara sahne olduğu zamanlar, sivil haklar lideri Whitney M. Young Jr. Amerikan Mimarlar Enstitüsü’ne, hemen hemen hepsi beyaz erkeklerdi, yaptığı bir konuşmada şunları söyledi: “Mesleğiniz insan hakları mücadelesine katkı sağlamasıyla bilinen bir meslek değil, gürüldeyen sessizliğiniz ile biliniyorsunuz”.

Bizler sorunlara cevap veremedik ve yine aynı yerdeyiz. Korkarım ki şimdi de cevabımız, o zaman olduğu üzere, mesleğimizden en çok etkilenenlerin beklediği somut değişimlere sebep olmayacak.

Mesleğimizin sessizliğini açıklamamız gerekiyor. En basit anlamıyla, tasarladığımız mekanlarda insanların sağlık, güvenlik ve refahını güvenceye almak gibi bir sorumluluğumuz var. Bu sorumluluk, tasarladığımız binalar ve alanlardan daha fazlasını ve kamusal alanın tamamını kapsıyor. Bazen bu sorumluluğumuzu daraltıyor ve görmezden geliyoruz. Mimarlık, bu ulusun tarihi boyunca, siyahlara uygulanan şiddetin uygulayıcısı oldu çoğu zaman. Bu yaşanıyor çünkü Beyaz Amerika fikirlerini ve sermayesini fizik mekana aktarmakta hiç zorlanmadı. Mimarlık, açık ırkçılığın sürmesindeki sorumluluğunun yükünü almaksızın, beyaz üstünlükçü ideolojiye hizmet etmeye devam etti.

Bu basit eylem ile, yapılı çevrenin ilanı ile, değersiz gördüğümüz insanların serbest dolaşım haklarını kısıtlamış olduk. Bu şekilde arazi, mülkiyet ve kamusal alanı koruma adına sayısız vahşete izin vermiş olduk.

Örnek olarak, 2019 yılında, Minneapolis, Çevresel Tasarım ile Suç Önleme Yasası’nın (CPTED, crime prevention through environmental design) uzatılmasını onayladı. CPTED yapıların giriş ve pencerelerinin yönünü ayarlayarak suçların daha iyi gözetlemesini sağladığını iddia etse de, pratikte ani üst araması gibi, şüphelenilen insanların rahatsız hissettirilmesini sağlıyor. Problem şu ki, eğer bu ülkede siyahsanız dünyanın kuşkusunun ağırlığı devamlı omuzlarınızdadır. Siyah vatandaşlara uygulanan polis şiddetinin beyaz vatandaşlara uygulanandan 7 kat fazla olduğu Minneapolis gibi bir şehirde, bu tür tasarım uygulamaları George Floyd’un ölümüne neden olan koşulları yaratmaya yardımcı olabilir.

Amerika hiçbir zaman ırkçılığı kendi kurumlarına (akademik, politik, ticari vs.) dayanan kompleks kooperatif bir sistem olarak görmedi. Sonuç olarak da tasarım meslekleri, diğer pek çok meslek gibi, siyah Amerikanın ruhuna yaptıkları şiddetin ve etkilerinin farkına varamadı. Şu an ülkemizde gördüğünüz isyanın kökleri aslında bu çatışmanın içindedir. Bu kök ise şudur, siyah hayatı beyaz toplumda harcanabilir bir şeydir bu durumun meşruluğu da siyahların bulunduğu mekanlardan gelir.

Bazıları, insan hayatının kaybını mülkiyet kaybıyla karşılaştıracaktır. Yapmayın!

Diğerleri ise, içlerindeki beyazlığın çağrısı ile sokaktaki insanların öfke ve haykırışlarını geçersiz görecekler çünkü sokaktaki dağınıklık onlara kaosu çağrıştıracak ayaklanmayı değil.

Bu kitle hareketinin haklılığını sorgulayanlardan şunu hatırlamalarını rica ediyorum; bugüne kadar duyduğunuz bütün karışıklıklar, Amerikan devriminden başlayarak, hep bir siyahın öldürülmesi ile başladı ve saldırgan baskıcı askeri güç ile şiddetlendi. Tarih boyunca hep gördük ki bir başkaldırıya karışıklık demek ılımlı beyazları yatıştırmak için yapılan bir şeydir. Bu durum devlet destekli şiddetin kendi insanlarına karşı uygulanmasını mazur göstermek için kullanılır. Binlerce siyah insanın sistemin adaletsizliğine olan öfkesinden kaynaklanan adalet arayışlarını maskelemeye yarar.

Adil olmayan sistemlerin yıkılmasındaki ilk adım, rahatsızlıklarımızdan yola çıkarak harekete geçecek bir yol üretmektir. İşte size Tasarım Adaleti’nin (Design Justice) Siyah Hayatlar Hareketi’nin (Movement for Black Lives) taleplerine uygun hale getirilmiş maddeleri:

-Yerel yönetimler polise ayırdıkları bütçeyi mülksüzleştirilmiş mahallerin ve toplulukların kritik ihtiyaçlarının karşılanmasına ayırmalıdır. Marjinalleştirilmiş mahallelerde çalışmış herhangi bir insan size pek çok projenin yatırım ve kaynak bulamadığı için başlayamadığını söyleyecektir. Tasarım mesleği bu alanların oluşturulmasında aktör olmalıdır.

-Savunulabilir alan uygulamaları ve çevre tasarımı ile suç önleme yasası (CPTED, crime prevention through environmental design) gibi polisle istenmeyen ve gerek olmayan etkileşimi artıracak yasalar durdurulmalıdır.

-Mimarlar baskıcı devlet unsurlarını desteklemeyi bırakmalıdır. Hapishanelerin ve karakolların tasarımı yapılmamalıdır. Bu yapılar, siyahlara diğer bütün topluluklara verdiğinden daha fazla zarar vermektedir.

-Kamusal alanı, baskı ve zulüm ortamının bir parçası haline gelmekten kurtarmalı ve herkes için samimi ve erişilebilir bir ortama dönüştürmeliyiz.

-Mahallelerin kendi kendini yönetebileceği bir ortam sağlanmalıdır. Halka açık projelerde insanların kendi seslerini duyurabilmesi ve mahallelerinin ekonomik yararlarını gözetebilmesi için olanaklar sağlanmalıdır.

-Mahallelerde çıkar ilişkisi içinde değil dayanışma ruhuyla hizmet edebilmemiz için erk ve sermaye ile yaptığımız anlaşmaları bozmalıyız. Hizmet karşılığı ücret anlayışından sıyrılmalı ve siyahi mahallelerinin güçlendirilmesi yapılı çevrenin gelişimi ile sağlanmalıdır.

-Siyah toplulukların kültürel mekanları korunmalı ve kurulmaya teşvik edilmelidir.

-Mekansal adaletsizlik geçmişimizi düzeltmek için tasarım eğitimimizi ve lisans sürecimizi baştan kurgulamalıyız. Yeni yöntemler bularak özgürleştirici alanları üretebilmeliyiz.

Tasarım mesleklerinin kısa ve uzun dönem adalet arayışlarında belli rolleri var. Bu konuda tarihimize bakarak yön bulmamızda yarar var. Hızlı davranmalı ve mesleğimizi adalet arayışının bir ortağı yapmalıyız. Adalet bizden eşitsiz bir geçmişi düzeltmemizi, bugün baskıya uğramış olanları kurtarmamızı ve yarın için ilerlemenin önündeki engelleri kaldırmamızı bekliyor.

Bir gün kaçınılmaz bir şekilde aramızdan biri polis şiddetine maruz kalacak. Asla daha kaybetmediğimiz sevdiklerimiz için yas tutmanın ne olduğunu bilmeyeceksin, çünkü biz travmadan önce adalet aramayı reddediyoruz. İşyerinde çeşitlilik (diversity) olsun diye işe alınmış bir arkadaşını kanlar içinde ve soluksuz gördüğünde ne yapacaksın, kiminle duracaksın?
Bu bir şifa eylemi olduğu kadar bir eylem çağrısıdır. Tasarım adaleti hareketine katıl. Halkın, adil bir gelecek inşa etmek, karşı çıkmak ve savaşmak için bize ihtiyacı varken geçmişteki gibi sessiz kalma.

*Mimar ve Tasarımda Adalet Hareketi üyesi

(citylab.com‘daki İngilizce orjinalinden üyelerimiz Zeynel Fırat Aydın ve F. Duygu Coşkun tarafından politeknik.org.tr için çevrildi.)