“Öte/de/ki Mimarlık” ifadesinin bir sergi adı olarak hayli ilgi çeken bir isim olduğu yadsınamaz. Sergi afişinin İstanbul’un çok farklı noktalarındaki panolarda, billboardlarda hatta metro istasyonlarında yürüyen merdivenler etrafında -her iki yönde de peş peşe ve günlerce- yer alması da, mimarlığa/tasarıma ilginin çok da yüksek olmadığını bildiğimiz bir ülkede şaşırtıcı bile sayılabilir. Gerçi bütçe olduktan sonra, parasını ödeyebildiğiniz sürece, dahası siyasi gücünüz olduğu müddetçe kentin görünür yerlerindeki billboardlarda günlerce, aylarca, hatta yıllarca boy gösterilebileceğine çokça tanığız. Tabi yine de bu afiş bir mimarlık sergisine ait olunca insan düşünmeden edemiyor, neden bu kadar tanıtım diye. Sergi’nin sponsoru Akbank Sanat böyle bir sergiye neden bu kadar yatırım yapmış? Küratörü Hasan Bülent Kahraman, danışmanı Luca Molinari olan bu serginin eserlerini sergilediği iki mimar da Murat Tabanlıoğlu ve Han Tümertekin olunca bir mimar olarak insanın merakı daha da artıyor. Bu mimarların acaba hangi proje ve uygulamaları sergilenmiş? Sergilenenler içinde bu mimarların ellerinden çıkan ve kentsel ölçekte hayli tartışılan projeleri var mı, varsa bunlar sergide nasıl ifade bulmuş?
Gerek tanıtımı, gerekse de ismi bu denli ilgi çeken bir serginin derdi neydi ve bunu nasıl sundu, vadettiklerini ne kadar gerçekleştirdi diye bakarsak, dile getirmediği bazı çarpıcı gerçekleri açmam gerektiğini baştan belirtmem gerekiyor. Öncelikle sergiye ilişkin görseller ve videolar ile sergi kataloğuna Aksanat web sayfasından halen erişebildiğiniz Sergi, Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde konumlanan AKSanat’ta 28 Kasım 2018-5 Ocak 2019 tarihleri arasında ücretsiz olarak izleyicilere açıktı (URL 1 ve 2). 4 Ocak 2019 akşamında da serginin küratörü, danışmanı ve iki mimarını ağırlayan bir söyleşi oldu. Söyleşiyi de ilgili youtube kanalından izleyebilirsiniz (URL 3).
Serginin küratörü Kahraman’ın sergi hakkındaki metni ve sunumundan dikkat çeken noktalar olarak, “…Mekânı dönüştürdüğünde insan kendisini dönüştürür… Mekâna yönelik her müdahale ideolojik bir dönüşümü de içerir… Mekân son kertede kimlik, bellek ve aidiyet demektir. En katmanlı kültürel tartışmalar öyle görünmese dahi mekânsal göndermelerle gerçekleşir…” sözlerini vurgulamak isterim (URL 1 ve 2). Kahraman, Sergi’yi tanıttığı kısa videoda “bu mimarları sergide buluşturma fikri nasıl oluştu” sorusuna, bu mimarların önemli isimler olması, kendisinin onlarla daha önceden çalışması ve serginin tematik çerçevesine uygun çalışmaları olması cevabını verince, insan yukarıda vurguladığım ifadelerin karşılığını sergide bulmayı bekliyor (URL 4). Oysa ki vadedilenin felsefik geniş açılımı ile karşı karşıya kalınanın dar perspektifi arasındaki çelişki de burada başlıyor. Sergi isminin ilgi çektiğini ifade etmiştim. Nitekim isim facebook, twitter gibi sosyal mecralarda mimarlar arasında bir tartışma konusu oldu. “Öte, ötede, öteki, ötedeki” biçimlerinde okunma imkânı tanıyan bu ismin, İngilizcesi (The far/o/ther) oldukça zorlama olsa da Kahraman’ın sözlerinden tüm bu isim çeşitlemelerinin çağrıştırdığı felsefik açılımın ötesinde söylemeye çalıştığı şeyin, iki mimarın coğrafi olarak Türkiye sınırları içinde olmayan iki uygulamasının (Tabanlıoğlu’nun Dakar Kongre Merkezi, Tümertekin’in Strazburg T. C. Misyon Binaları) serginin merkezinde konumlanmaları olduğunu anlıyoruz (URL 3, 4).
Kahraman sergi tanıtım videosunda sergiye seçilen projelerin sergi kavramı ile ilişkisini açıklarken, ötedeki mimarlığı, “bir mimarın kendi yetiştiği kültür dışında mimarlık yapma süreci olarak algıladığını”, mimarların küresel dünyada her yerde mimarlık yaptıklarını, “fat cat veya starchitect” (yıldız mimar) olarak isimlendirildiklerini ve mimarlıklarının farklı coğrafyalarda nasıl karşılıklı etkileşimde bulunduğunu sorguladığını ifade ediyor (URL 4). Ancak sergide gördüklerimiz bambaşka. Mimarların üretimlerini şık sonuç ürünler üzerinden aktaran, süreci politik-ekonomik, sosyal, toplumsal bağlam yerine bu etmenlerden bağımsızmışçasına fiziki bir takım oryantalist veya Avrupai referanslarla ifade eden ve biçimsel bir imgeye indirgeyen durum, mimarların ister Türkiye’de, isterse de dünyanın herhangi bir yerinde yaptıkları mimarlıkta farklı bir sonuç üretilmediğini gösteriyor. Aynı şekilde mimarların küresel hareketliliğini tanımlayan sıfatların ne şekilde türetildiği de sorgulama kapsamının dışında kalıyor. “Fat cat” ifadesi daha çok “varlıklı, kodaman” kişiler için kullanılırken, aslında tasarım kabiliyetinden öte maddi zenginliğe ve/ya bu zenginliği sağlayacak siyasi ilişkilere sahip olanlara referans veriyor. “Starchitects” ise, özünde markalaştırılan ve hatta metalaştırılan yıldız mimarlar için kullanılırken, buna ilişkin bir eleştirel literatür de bulunuyor. Bunlardan biri olan E-skop’taki yazısında Ali Artun, starchitects’in, diğer bir deyişle “mimarın şöhret düşkünlüğünün” tarihsel sürecinde 21. yüzyıla gelindiğinde kişisel kariyer peşine düşen ve kendisi de bir tür “inşa, tasarım” olan şöhretli mimarın, küresel rekabet halindeki kentleri mimarlık üzerinden pazarlarken, “ağır sanayinin tasfiye edildiği post-Fordizm döneminin çılgınlığı haline gelen kentsel dönüşümün büyücüleri” olduğunu işaret ediyor (URL 5).
Artun yazısında yabancı mimarlar gibi yerli yıldız mimarların tasarımının da kendi kendine gelişmediğini, arkasındaki politik-ekonomik süreç kadar, bazı aktörlerin önemli rol oynadığını söylerken, Süha Özkan’ın “Yedi Tepenin Yedi Mimarı” başlıklı sergisini hatırlatıyor (URL 5). Buna Uğur Tanyeli’nin Arredamento Mimarlık’ta 2000’lerin başında sürdürdüğü -biraz da “alaycı bir tavırla” New York Beşlisi’ne nazire olarak- “İstanbul Beşlisi” projesini de eklemek isterim. Tanyeli bir söyleşisinde, Türkiye’de özneyi görmeme sorunsalına karşı Arredamento’nun bir tür “star üretim mekanizması” olarak da çalıştığını, medyanın modern dünyada bir görev olarak star ürettiğini, bu bağlamda “star-mimar imalatını bilinçli olarak yaptığını” ifade ediyor (URL 6). Tanyeli gibi Kahraman’ın da kabul ettiği, ama belki de sorgulamaya gerek görmediği bu ifadelerin mimari karşılığını sergide görmemiz de mümkün olamıyor. O zaman sergi adının, coğrafik sınırlarla alakalı bir “ötede” olma ile sınırlı kalması anlaşılır bir şey mi dersek, maalesef değil. Sergide coğrafi bağlam önemli bir ölçüt ise, sergilenen maketlerin sadece birer imaj olarak gösterilmesi, nereye ait, hangi yapı gibi bilgilerinin konulmamış olması başka bir çelişki olarak karşımıza çıkıyor. Kahraman “binanın bitmiş yapısının steril, cilalı, fevkalade olgun olmasını önemsemediğini” belirtse de, kısa ve uzun söyleşisinde ifade ettiklerinin tam tersini sergide yerine getirmiş gözüküyor ve söz-eylem çelişkisini üst düzeye taşıyor (URL 3 ve 4). Kahraman’ın uzun söyleşide Suriyeli göçmenlerden yola çıkarak sorduğu “coğrafya kader midir” sorusu, Marksist literatürden alıntılayarak dediği “mimarlığın yeniden üretim” olduğu görüşü bizi mimarlığın politik-ekonomik, sosyolojik bağlamına dair bir şeyler göreceğimiz vadiyle dolduruyor (URL 3). Ancak Sergide yer alan ve kent muhalefetine konu olmuş Tabanlıoğlu’nun iki uygulamasının (AKM ve Haliç Port) arkasındaki hiçbir mesele sergide yer almayarak, sadece görsel imajlara dönüşüyor. AKM’nin bir görseli ve yapıdan toplanan bazı malzeme parçalarının “sergilenmesi”, bugün yerinde bir taşı bile kalmayan, “babadan miras” AKM’ye ait malzemelerin yakında Tabanlıoğlu tarafından yeniden bir metalaştırılma suretiyle fetişleştirilerek bizlere sunulacağını hissettirmekten öteye gitmiyor. Aynı şekilde kamuoyu ile açıkça paylaşılmayan, yakın zamanda müellifliği Teğet Mimarlık’tan (Mehmet Kütükçüoğlu ve Ertuğ Uçar) Tabanlıoğlu’na devir olan Haliç Port projesine konu olan Camialtı ve Taşkızak Tersaneleri’nin eski görsellerinden oluşan video ve kartlar, Haliç Port projesinin bağlamına, bu bağlamı kuran arka plana dair hiçbir işaret taşımıyor. Böylelikle Kahraman’ın sözleri havada kalırken, Tümertekin’in önemli eserler yazmış coğrafyacı ebeveyninden aldığı ve söyleşide zikrettiği birikiminin nerede kaldığı sorusuyla baş başa kalıyoruz (URL 3). Nitekim Tümertekin Avrupa’nın hak mücadelesi kazanımları yüksek bir kentinde inşa ettiği devletin kullanımındaki binasını anlatırken, yapının programına bağlı olarak tasarım girdilerinin ilk elden koruma/güvenlik araçlarının park ve manevra koşulları, devlet protokolünün işleyişi gibi veriler olduğunu söylemesi dikkat çekiyor (URL 3). Tümertekin’in yapısının “bir kale gibi olmamasının” veya etrafında “hafta sonu balık tutulabilmesinin”, mimarın tasarım yetkinliğinden öte, yapının Türkiye’ye göre daha demokratik bir Avrupa kentinde konumlanıyor olmasından kaynaklandığını fark etmediğini düşünmek saflık olur (URL 3). Ancak Avrupa veya Türkiye gibi coğrafi bağlama ilişkin ve politikekonomi ile doğrudan ilintili bu mekânsal farklılıklar ne söyleşide, ne sergide zinhar ifade edilmiyor. Projelerin işverenleri, bu işleri nasıl aldıkları gibi şeyler de söz konusu olmuyor (Luca Molinari konuşmasında bu gerilimlere yer veren tek kişi, ama o da bu sorgulamayı elbette yapılar üzerinden yapamıyor URL 3).
Kahraman “steril, cilalı…” bitmiş ürünü önemsemediğini söylese de, gözler özenle hep sonuç ürünün büyüsüne çekiliyor ve “yeniden üretilen ilişkiler” kadraja hiç girmiyor. AKM’nin yıkımı ve yeniden inşa süreci ile “yeniden ürettiği” şeyler, yeni Taksim Meydanı’nda Gezi Direnişi’ne inat camiyle karşı karşıya gelen “yeni ideolojik konumu”, sadece toprağının değişim değerine indirgenen tersanelerde Haliç Port’un inşası ile kentsel dönüşümün “yeniden ürettiği” bağlamlar, nereye ait olduğu belli olmayan maketler, sergideki halleriyle hepsi birer steril, cilalı, şık imajdan başka bir şey değil. Serginin danışmanı Luca Molinari ise, gerek sergi tasarımı, gerekse de sergilenenler hakkındaki görüşlerini aktarırken bizlere neredeyse farklı bir dünyadan sesleniyor (URL 3). Molinari’nin dünyasındaki “birbirleri ile diyalog halinde, demokratik bir mimarlık arayışı” bizim coğrafyamızdan çok, muhtemelen kendi yetiştiği Avrupa kentlerine referans veriyor.
Tabanlıoğlu ve Tümertekin’in adı geçen iki yurt dışı projelerinin çizim, malzeme seçimi, uygulama aşamaları, maketleri vb. detayları ile gayet temiz bir biçimde, titizlikle sergilenmesinin, sergiyi gezen büyük kısmı 20’li yaşlarının içinde seyreden öğrenci ve/ya yeni mezun ve genç mimar için ilgi çekici olduğu açık. Bu yazıyı kaleme almamdaki temel motivasyonum ilk başta sergide AKM, Haliç Port gibi projelere yer verilme durumunu göstermek iken, söyleşi salonunun erkenden tamamen dolması, diğer katlara videodan canlı yayın yapılmak zorunda kalınması bende başka bir motivasyon daha yarattı. Bu denli çok sayıdaki genç meslektaşlarımıza sunulan mimarlık ortamını, başlıkta vadettiklerinden çok daha sınırlı, politik ve ideolojik bakış açılarından kaynaklı olarak çok yönlülüğe kapalı, genç dimağları etkileyecek denli şaşaalı iken, bu çelişkileri en azından yazılı olarak geniş bir mecrada tartışmaya açmak bir zorunluluk. Bu bizlerin mesleki bir sorumluluğu.
Bu iki mimarın çalışmalarını üretimlerinin arka planına haiz ol(a)madan izleyen genç mimarlar bu mimarlara öykünürken, başlarına gelecek piyasa koşullarından çoğu kez habersiz kalacaklar. Örneğin her iki mimarın da ofis isimlerinde “mimarlar” olarak çoğul ifade kullanılsa da, biliyoruz ki yıldızlık müessesesi tek bir isim üzerinden çalışır, yıldız mimar özne çoğunlukla erkektir, kadın özne sayılıdır, ofislerin iç yapısındaki hiyerarşik yapı ne yönde olursa olsun (ister düşey, isterse de yatay) emek sömürüsü çoğunlukla üst seviyededir, gözünün önünde şöhret havucu sallandırılan genç mimarlar -projelerde isimleri geçse bile- aslında “no-name”, birer işçi mimarlardır, emek sömürüsü dışında hayallerin sömürüldüğü, mimarın kendini gerçekleştirmek için gereken imkanlara sahip olamadığı, bir tür ücretli köle olarak ve çoğu kez güvencesiz koşullarda çalıştırıldığı ve sınıf içi dayanışma yerine rekabetin had safhada olduğu ortamlardır buralar (İşçi-mimarlarla ilgili Gülşah Aykaç ve Esra Sert’in makaleleri bu konuyu gayet açık olarak ele almaktadır, URL 7).
Son olarak Sergi’de ikinci katta Tabanlıoğlu kısmındaki “sosyal mimarlık” başlığına değinmek isterim. Bu başlık altında Bayburt’taki “Baksı, Hüsame Köklü Kadın İstihdam Merkezi” projesi sergileniyordu. Bu projeyle mimar sosyal mimarlığı, toplum/halk yararına mimarlık olarak algılıyor ve diğer projelerindeki yaklaşımdan farklı bir yerde tutuyor olmalı ki, böyle bir başlık açıyor. Bu durumda sosyal mimarlığı, mimarlık pratikleri içinde kendine özgü ayrı bir başlıkla, ayrı bir yerde sergilemek, işte bu da “sosyal sorumluluk” projemiz mi anlamına geliyor diye düşündürüyor. AKM, Haliç Port gibi bir kısmı iktidar ve sermaye lehine işler, bu da toplum/halk/yoksullar/kadınlar yararına bir iş. Mimarın kent muhalefetine konu olmuş kent suçu projelerinin yanında böyle “gönüllü, masum” işleri de var. Diğer bir deyişle mimar işverenin talebi neyse, her iki türlü de iş yapabilir. Bu projeye ait kitapta yer aldığı üzere “katılımcı kadın kuvveti, ortak tasarım ilkeleri” vb. dert edinilerek proje de yapılabilir, yüzlerce insanın yerinden edileceği ve/ya kent hakkı mücadelesinin konusu olan projeler de yapılabilir. Özetle bu iki tutum arasındaki çelişki de serginin kayda değer başka bir tartışma konusu kanımca.
Yazının sonuna gelirken yeni bir sergi duyurusu ile sözlerimi bitirmek isterim. Bu yazıya konu olan Öte/de/ki Sergisi gibi, yine ismi ile dikkat çeken Emre Arolat’ın sergisi, “Genç Cumhuriyet’in Cesur Hamlesi Olarak Mecidiyeköy Likör ve Kanyak Fabrikası ve Dahası: Kent Hafızası Bağlamında Vıkvıklanmalar” yakında açılıyor (URL 8). Serginin İngilizce ismindeki “Murmurings (mırıldanmalar)” olarak geçen ifade Türkçe’sinde “Vıkvıklanmalar” olarak kullanılmış. Dikkatleri şimdiden sergi içeriğinden çok bu ifadeye çeken isimlendirme, önce hangi dilde yazıldı, Türkçe’deki karşılığı ne demek veya ne amaçla böyle ifade edildi henüz bilmiyoruz ama Likör ve Kanyak Fabrikası’nın yeniden inşası ve arsasına inşa edilen yapılar modern mimarlık literatürü, kent hakkı ve meslek etiği açısından hayli önemli olmakla birlikte bir türlü açık, nitelikli bir tartışma konusu ol(a)madı. Tıpkı Teğet Mimarlık’ın Haliç PortDarzana projeleri ilişkisinde olduğu gibi bu uygulamada da merak edilen çok husus vardı, ama Türkiye’nin zaten cılız mimari eleştiri ortamında karşılıksız kalmıştı. Acaba şimdi önümüzde bir fırsat daha mı var? 12 Şubat-24 Mart 2019 tarihleri arasında izlenilebilecek bu serginin 12 Şubat’ta da bir sunumu olacak. Ali Artun’un “Mimarın Şöhret Düşkünlüğü – Emre Arolat, Guy Debort” makalesini yeniden hatırlatarak sergide görüşmek üzere diyeyim (URL 5). Bakarsınız bu kez açık, şeffaf, hakiki bir mimari eleştiri ortamına tanık olabiliriz. Ya da Darzana’da olduğu gibi bazı mimarların isteksizliğine rağmen bunu kendimiz sağlamayı deneyebiliriz…
T. Gül Köksal
Mimar-koruma uzmanı, Doç. Dr.
Kocaeli Dayanışma Akademisi + Başka Bir Atölye
https://www.baskabiratolye.com/
Kaynaklar:
URL 1. (2018-2019) http://www.akbanksanat.com/sergi/otedeki-mimarlik indirilme tarihi: 24 Ocak 2019.
URL 2. (20018-20019) http://www.akbanksanat.com/content/2018.0029oteki_mimarl%C4%B1k_kitapcik_w eb.pdf indirilme tarihi: 24 Ocak 2019.
URL 3. Söyleşi videosu (2019) https://www.youtube.com/watch?v=4NkEtMRRt9Q indirilme tarihi: 24 Ocak 2019.
URL 4. Sergi tanıtım videosu (2018) https://www.youtube.com/watch?v=qzfnFHXjjpI indirilme tarihi: 24 Ocak 2019.
URL 5. Artun, A. (2012) “Mimarın Şöhret Düşkünlüğü – Emre Arolat, Guy Debort”, E-skop, http://www.e-skop.com/skopbulten/mimarin-sohret-duskunlugu-emre-arolatve-guy-debord/611, indirilme tarihi: 24 Ocak 2019.
URL 6. K. K. Akbulut ve U. Tanyeli söyleşisi (2017) “Arredamento Star Mimarlar Üretti”, Gazete Duvar, https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2017/03/12/arredamento-star-mimarlaruretti/ indirilme tarihi: 24 Ocak 2019.
URL 7. Aykaç, G., E. Sert (2018) “Türkiye’de Mimarlığın Emek Süreçlerini Yeniden Tartışmak”, Moment Dergi, Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Kültürel Çalışmalar Dergisi, http://www.momentjournal.org/index.php/momentdergi/article/view/355 indirilme tarihi: 24 Ocak 2019.
URL 8. http://www.arkitera.com/etkinlik/5404/genc-cumhuriyetin-cesur-hamlesiolarak-mecidiyekoy-likor-ve-kanyak-fabrikasi-ve-dahasi–kent-hafizasi-baglamindavikviklanmalar indirilme tarihi: 24 Ocak 2019