İşyerinde tacize karşı dayanışma hikayesi – Üç mimar ile röportaj

Bu röportaj ilk olarak 26 Kasım 2018 tarihinde yayımlanmış olup, İzmir 6. Sulh Ceza Hakimliği tarafından 29-03-2019 tarih ve 2019/2481 sayılı kararı erişim engeli getirildiği için yeniden yayımlanmıştır.

Bir kötülüğe karşı yan yana gelmek, o kötülüğü mahkum etmek ve kötüden hesap sormak, dayanışmanın güzelliği ile güçlenmek…

İzmir’de, bir mimarlık ofisinde, bir kadın iç mimar patronunun tacizine uğradı, işi bıraktı. Ardından aynı ofiste çalışan üç mimar tacize karşı dayanışmak için istifa etti.

Tacize uğrayan meslektaşımız hukuk mücadelesini başlattı, çalışma arkadaşları da her süreçte yanında.

Bu konuyu ilk duyduğumuzda, dayanışma mutlu etti bizi. Bizler de dayanışma için aradık onları. Dört meslektaşımızdan üç kadınla bir araya geldik. İç mimar BSU, mimar GK ve TZB* ile tacize karşı dayanışmayı büyütmek için, tacizcilerden hesap sormak için sohbet ettik.

Politeknik: İşyerinizde yaşananlara karşı birlikteliğinizi öğrendiğimizde çok heyecanlandık. İşyerlerimizde dayanışmaya ihtiyacımız var, aynı zamanda kadınların dayanışmaya ihtiyacı var. Sohbetimiz bunun bir parçası.

Öncelikle seninle başlayalım BSU, işyerinde yaşadığımız bazı sorunları, büyük olsa da, bazen sorun olarak göremeyebiliyoruz, fark edemeyebiliyoruz. Baştan başlayacak olursak tüm bunlar nasıl başladı?

BSU: İşyerini sahiplenmiştim, patronumuzu sevmiştim. Patronu da farklı bir yere koymuştum, baba profili gibiydi, ofisteki bütün arkadaşlar için böyleydi. Davranışlarını taciz olarak değerlendirmemiştim, çünkü ona konduramamıştım. ‘Yok değildir, ben nasıl böyle düşünürüm’ diye hep kendimi suçladım baştan. Bir süre sonra birlikte ‘yok değildir’ demeye başladık. Gözümüze soka soka davranışlarına devam etti, orada film koptu. Öfkemiz en çok hayal kırıklığımıza idi. Çok üzüldük, psikolojik olarak çok etkilendik. Psikolojik tedavi gördüm. İlk başta dava açmamaktan yanaydım ama kendi doktorum buna kızdı ve dava açmam gerektiğini söyledi.

Taciz aylarca devam etti, biz müdahale ettiğimizde hatasını kabul etti ama daha sonra inkar etmeye başladı.

Politeknik: Adını koyalım o zaman, olay ne, nasıl yaşandı, kimden bahsediyorsunuz?

BSU: İzmir Güzelbahçe’de sahilde, Mimar Ahmet Tufan Arkayın’ın ofisinde çalışıyorduk. Haziran ayında işyeri terasında hep birlikte masada oturuyorduk, hepimizin yeri belliydi zaten oturma düzeni olarak. Patron, yani Tufan Arkayın benim karşıma otururdu.

Fotoğraf çekme sesi duydum, bir anda başımı kaldırdım, kimse fark etmemişti. Tufan Arkayın’a baktım, gözlerini benden kaçırıyordu, bir anda ‘ben yukarı çıkayım’ diyerek gitti. Bir süre, ‘Nasıl böyle bir şey düşünürüm’ diye kendime kızdım. Olayı kendimce kapattım. Aradan 1 ay geçmişti, yine aynı masada bir gün otururken ellerini masanın altına götürdüğünü gördüm, masa altından fotoğraf çektiğini fark ettim. Daha sonra yeniden yaptı, ben de artık dayanamadım ve çalışma arkadaşıma, GK’ya söyledim durumu.

Bir süre ‘Hayır ya yapmaz, yapamaz’ diyerek birbirimizi ikna etmeye çalıştık.

Masanın altındaki kediyi sever gibi yapıp fotoğraf çektiği falan da oldu. Yine bir gün, masa altından fotoğraf çektiğini GK ile birlikte fark ettik. Patron Tufan Arkayın yine hemen toparlandı ve masadan kalkarak üst kata çıkıp geleceğini söyledi.

Biz çok kötü olduk ve ne yapacağımızı düşünmeye, olayı nasıl ispatlayacağımızı düşünmeye başladık. Terastan içeri girdiğimizde Tufan Arkayın’ın benim masamda oturduğunu gördüm, projeye bakalım dedi. Yanına geldiğimde titriyordum, sonra masamdan kalkıp başka bir odaya gitti. Telefonunu masada bırakmıştı. GK telefonu aldı, açtı ekranı, galerideydi zaten. O gün, canlı sarı renk bir elbise vardı üzerimde, galeriye baktığımızda şüphelerimizin doğru olduğunu, masa altından çektiği fotoğrafı gördük. O kıyafeti bir daha hiç giymedim.

Politeknik: İşyerinde önce BSU yaşadıklarına bir süre müdahale edememiş, sonra bir kadın meslektaşına, sana anlattığında benzer şekilde bir süre reflekssiz kalmışsınız. Neden böyle oluyor, neden böyle yapıyoruz?

GK: Patron sıfatından daha çok onu başka gözle gördük, Tufan Arkayın’ı. Ben çok uzun yıllar orda çalıştım, hep söylerim arkadaşlara da, Tufan Bey bana manevi kızı gibi yaklaşırdı. Benim de hep başka bir bağım vardı, bu tacizi kabullenmem zor oldu. BSU bana tacizi anlattı. Kafasından uyduracak, durduk yere böyle bir şey söyleyecek bir insan değil, biliyordum. Sadece ilk defa duyduğum, görmediğim ve elimde kanıt olmadığı için ve Tufan Arkayın’a yakıştıramadığım için ‘Olabilir mi, nasıl olur, yapmış olabilir mi, acaba yanlışlıkla mı çekti’ gibi sorular dolaştı aramızda. Teknolojiyi de iyi kullanabilen biri değildi, biliyoruz onu da. BSU anlatana kadar zaten hiçbir şey fark etmemiştim.

BSU bana anlattıktan sonra 2 hafta üst üste ofiste değildim. Birinci haftasında BSU beni ağlayarak aradı ve ‘Yine yaptı, yine oldu’ dedi. Fakat ben yine emin değildim. BSU’yu dinliyorum, ona hak veriyorum, bir yandan da kafamda bağdaşması için uğraşıyordum ister istemez. Yaşananlar benim için önemli bir durum, önemli bir suçtu ya da önemli bir hamle gerektiriyordu.

BSU’nun ne kadar etkilendiğini de görüyordum, sadece olaya şahit olmak, görmek istiyordum artık. Sonra benim olmadığım diğer hafta taciz yine yaşanıyor, BSU bu sefer EA’ya anlatmış durumu.

İki haftadan sonra ofise geldiğim hafta BSU’nun dediği gibi herkesin yerinin belli olduğu masada oturuyorduk bir gün. Ben ve BSU telefondan bir şeye bakıyorduk, okuyorduk birlikte. Hiçbir şey yokken, patron Tufan Arkayın’ın masanın üzerindeki telefonunu alıp, ki sürekli masa üzerinde bir yerlerde gezinirdi telefonu, elini yavaşça masanın altına doğru aldığını gördüm. Tetikteydim artık, gözümün yanıyla onu görebiliyordum, ne yaptığını. Fotoğrafı çektiğini gördüm, fotoğraf sesi geldi. Fotoğraf sesinin duyulduğunun farkında mı değil mi bilmiyorum, teknoloji ile arasının iyi olmadığını zaten biliyoruz. Elini aşağıya götürmesinin ardından 1 dakika geçmeden fotoğraf çekme sesi geldi, biz o esnada hiç ona bakmadık, bakamadık! Ardından ‘Ben bir üst kata çıkayım’ diyerek bir şeyler zırvaladı ve kaçtı. Biz bir süre BSU ile birbirimize bakakaldık. Beynim olayı kabullenmemek için çok düşük ihtimal de olsa ‘Acaba tuş açma sesi mi’ gibi otomatik sorular üretiyordu. Kabullenmek istemiyordum adeta, ‘Bu olmasın!’ diyordum kendi kendime, inanmak istemediğim için. Her şey bariz ortadaydı.

Bu kadar müdahalesiz kalmamızın ana sebebi de bence yaşananlara inanmak istememizdi. Hele de bağımızın olduğu bir kişi tarafından böyle bir duruma maruz bırakılmak bu hale getirdi durumu.

Terastan içeri girdiğimizde Tufan Arkayın, BSU’nun masasındaydı, BSU masaya gitti. 5-6 dakika kadar projeye baktılar. BSU titriyordu ama bir şey diyemedik. Tufan Arkayın masadan ayrıldı diğer odaya geçti, telefonu masadaydı, hep ortalıkta olurdu dediğim gibi. O gün ipin kopması gerekiyordu. Bu zamana kadar ‘Olmaz, yapmaz’ dedik, artık olduğundan emindik ve kanıtı görüp olayın sonlanması gerekiyordu, sonuç ne olursa olsun. Masada bıraktığı telefonu aldım, tuş kilidi veya şifre de yoktu, ekran açıldığında son baktığı bölümde, yani galerideydi. Galeride bariz bir biçimde BSU’nun bacaklarının fotoğrafları vardı. BSU’nun kıyafetinden dolayı foto çok netti, defalarca çekilmişti, gayet profesyonelce çekilmişti. Fotoğrafları görünce hemen kapattık ve ikimiz de titriyorduk, tansiyonumuz düştü. O anda kanıtları almayı, kendimize atmayı, fotoğrafını çekmeyi düşünemedik. Yıkım vardı resmen bizim için. Terasa çıktık, ne yapacağımızı düşünürken yanımıza BSU’nun ben yokken olayı anlattığı EA geldi.

O anları tam hatırlamıyorum çok kötü idim, sadece ‘Olmuş, yaşanmış, yapmış’ gibi bir şeyler dedim sonra tuvalete gittim ve kustum.

Ben tuvaletten döndüğümde BSU, Tufan Arkayın’ın odasına girdi.

BSU: Bir şeyler yapmam lazımdı artık, duramıyordum. Hatta diğer çalışma arkadaşımız TZB ‘Ne oluyor?’ diye sorduğunda ‘Hepiniz öğreneceksiniz birazdan’ gibi bir şey demiştim. Patron Arkayın’ın odasına gittim, kapıyı da kapattım, ‘Telefonunuzu alabilir miyim?’ dedim. Hemen panikledi, telefonunu cebine koydu, ‘Tamam ben getireceğim’ dedi, hışımla çıktı odadan. Çıkarken ‘Tufan Bey telefonunuzu alabilir miyim?’ dedim yeniden ‘Tamam tamam getireceğim’ dedi ve tuvalete gitti. Tuvaletten geldi, telefonu verdi, galeriyi açtığımda tüm fotoğrafları silmişti. ‘Neden sildiniz’ dediğimde anlamazdan geldi, neden ve nasıl böyle bir fotoğraf çektiği konusunda sitem ettim. Gerçeği ikimizin de bildiğini söyledim. Sonra, yanlış anladığımı, yarı özür yarı inkar ederek bir şeyler söyledi. Ben de kapıyı çarpıp çıktım, eşyalarımı topladım, otoparka gittim, arabaya bindim, direksiyona kapandım, ta ki GK yanıma gelene kadar.

GK: BSU çıkıp gidince TZB durumu öğrenememiş oldu ve Tufan Bey’le bir iş için belediyeye çıktılar. Ben de hastayım diyerek ofisten çıktım, otoparka gittiğimde BSU arabasında ağlıyordu. Birlikte bana geçtik. Sonraki günlerde TZB de durumu öğrendi.

TZB: BSU’nun tepkiyle ofisten çıkışı esnasında ben hala yaşananları bilmiyordum. BSU çıktıktan hemen sonra ben ne olup bittiğini anlayamadan patron Tufan Arkayın bana ‘Hadi, biz seninle belediyeye gidelim’ dedi. Ben de tuhaf bir bir durum yaşanıyor olsa da, gidelim diyen patron olunca onunla birlikte gittim. Belediyeye gittiğimizde orada bir tartışma çıktı başka bir konuyla ilgili, öyle bir durumda çok tepki vermesi gerekirken hiçbir tepki vermedi patron, odaklanamıyordu. Anlamsız şeyler söylüyordu ve yüzü kıpkırmızıydı. Hatta ben ofiste yaşananları da bilmediğim için sağlığı için endişe ettim yüz rengi yüzünden, çünkü yaşı da var biraz. Ofise geri dönerken ‘Tufan bey, ofiste bir şeyler oldu biz anlayamadık, BSU çıktı gitti, bir sorun mu var, bizim yapabileceğimiz bir şey var mı?’ diye sordum. ‘Bilmiyorum ki, çocuk işte, anlamadım’ gibi sözler kullandı. Daha fazla soru da soramadım, diretemedim.

Ofise döndüğümüzde, yaşananları öğrenemedim. EA’ya sordum, o da GK ve BSU’dan öğrenmemin daha doğru olacağını söyledi. GK ile konuştum, olanları anlattı, telefonu kapattığımda direk ağlamaya başladım. Bizim için büyük bir şoktu. Ofiste yaptığımız tek şey iş ve patronla tek bağımız iş ilişkimiz. GK ile aralarında belki daha farklı bir bağ vardı ama bizim için kadın ya da erkek olmasının önemi yoktu çünkü sadece işimizi yapıyorduk. Onun işi için koştururken, çalışanına karşı böyle bir harekette bulunduğunu görünce büyük bir güven kırıklığı oldu. Bunca zaman böyle bir insanın yanında çalışmış olmak ve yaptıklarının farkında olmamak da büyük bir şok. Patron ofise dönmeden ben ofisten çıktım, çünkü karşılaştığımda ne diyeceğimi, nasıl yüzleşeceğimi bilmiyordum. Onu görmek de istemedim.

Tufan Arkayın, GK bana ofiste yaşananları telefonda anlattığı esnada şantiyeye gittiğini, gelmek isteyip istemediğimi sormuştu. Telefonda duyduklarımın şokuyla, o gün üzerimde etek vardı, kendisine kıyafetimin uygun olmadığını söylediğimde yüzü bozulmuştu, tacizi hepimizin bildiğini anlamıştı o an. Çünkü normalde, üstüm başım uygun değil diyerek şantiyeye gitmemezlik yapmam, söz konusu bile olamaz böyle bir şey.

Politeknik: Onu sarsan herkesin bilmesi mi? Yani tüm çalışanların olayı bilmesi onu güçsüz duruma getirmiş diyebilir miyiz?

GK: Patron gözünden baktığımızda, manevi olarak yıkılmanın dışında işçisinden de oluyor. Bu durumun da etkisi var. Manevi olarak bizi kaybetmesinin yanında iş gücünü de kaybediyor aslında. Örneğin tacize uğrayan arkadaşımız sadece işten ayrılsaydı ve biz işimize devam etseydik manevi olarak ya da iş olarak bu kadar sarsılmazdı. Bizim 4 çalışan olarak birlikte davranıp işten çıkmamız onu çift taraftan yıktı.

Politeknik: Aslında o zaman daha istifanız yoktu. Sadece olayı yaşayan değil diğer 2 kadının öğrenmesi onu güçsüzleştirdi gibi geliyor. Üstelik henüz E.A’nın bildiğini bilmeden…

TZB: O da kendi yaptığı tacizle yüzleşti. Bir olay ne kadar konuşulursa o kadar var olur. Ben öğreniyorum, diğer arkadaşlarım öğreniyor, biliniyor. Yaptığı tacizle yüzleşmek zorunda kaldı.

Politeknik: Yaşananların teşhir edilmesi gerektiğini düşündürten şey ne idi?

BSU: Hesap sormak için! İlk yanına gittiğimde bunu nasıl yaparsın diye sormak istedim, ortalığı yıkmak istedim, her şeyi yere indirmek istedim, ortada ne varsa, bilgisayarlar, eşyalar, hepsini yıkıp, ortalığı ayağa kaldırıp gitmek istiyordum… Ama o an eşi de oradaydı. Bu sebeple sakin kaldım. Neden sakin kaldım bilmiyorum. Aslında, herkesin öğrenmesini istiyordum, eşine de haykırmak istiyordum, bir şekilde sakin kaldım.
Bu olaydan sonra dava açmayı düşünmüyordum, iş hayatım açısından. Daha sonra maruz kaldığım tutumlar, kıyafetimin neden olarak öne sürülmesi, karalama çalışmaları ve beni suçlu göstermeye çalışmaları sonucu savcılığa şikayette bulundum, dava sürecini başlattım.

Politeknik: Dava sürecinde de dayanışmamız devam edecek. Kadınlar maruz kaldıkları tacizi, şiddeti anlatmak istemiyorlar. Olayı tekrar yaşamak, onunla uğraşmak, tacizle anılmak ve benzeri nedenler var. Bu sebeple bocalamak çok anlaşılır. Sana konuyu telefonda anlatıyorlar ve hemen sonra yanlarında yer aldın. Bu sefer tersinden soralım, neden hiç tereddüt etmedin?

TZB: Birincisi, güvendiğim insandan duyuyordum olayı. İkincisi, bana anlatılanlardan sonra düşündüğümde Tufan Arkayın’ın hareketleri, davranışları anlatılanları destekler nitelikteydi, her şey bir anda anlam kazanmıştı.

Taciz büyük bir olay, kimse durduk yere böyle bir iddiada bulunmaz. Böyle bir şeye kalkışıyorsa birisi altı muhakkak doludur. Hele bir kadın, hem kendisi için, hem iş yaşamını düşündüğünde yalan yanlış bir iddia ile anılmayı düşünmek bile istemez. Ne olursa olsun böyle bir durumda destek olmak gerek. Her konuda insan ‘ama’ diyebilir ama bu ikinci adımdır. İlk baştan bunu sorgulamak doğru değil.

Politeknik: Çok güzel bir dayanışma kurmuşsunuz ve soruşturma süreci başlamış. Biraz bunu konuşalım isterseniz. Hukuk süreci nasıl başladı ve şu an ne aşamada?

BSU: Olayın yaşandığı akşam avukatla görüşmeler başladı ve deliller toplanmaya başlandı. Savcılığa şikayette bulunduk. Kısa bir sürede, 1 ay gibi bir sürede bize geri dönüş yapıldı, ifade için çağrıldık. 21 Eylül’de olay yaşandı. 24 Eylül’de istifalarımızı verdik. Araya hafta sonu girdiği için hemen işlem yapamadık. Yaklaşık 1 ay sonra savcılık çağırdı, 30 Ekim’de savcılığa ifade için gittik.

Politeknik: Savcı, Ahmet Tufan Arkayın’la da görüştü mü?

GK: Henüz dinlememişti. Biz savcılığa dördümüz gittik. Dördümüzü de dinledi.

TZB: Savcı bizleri tek tek dinledi ve her ayrıntıyı sordu. Hatta BSU’yu desteklemimizi şahıs olarak takdir etti.

Politeknik: BSU yalnız olsaydı çok daha zor olurdu her şey. Dava süreci de öyle. Belki dava bile açılmayabilirdi. Avukatınız nasıl yorumluyor süreci?

GK: Benim tanıklığım çok önemli etken, bir de eşi ile olan yazışmalar var. Eşi yazışmalarda tacizi kabul ediyor. Ayrıca diğer iki meslektaşımızla da, tacizi kabul ettiğini ifade ettiği telefon konuşmaları var.

Politeknik: Ahmet Tufan Arkayın bir ‘mimar’ ve aynı zamanda da patron. Sizler de mimarsınız. Mesleğine, meslek onuruna, mesleki sorumluklarına sahip çıkan mimarlarla, kadın düşmanı, tacizci bir mimar arasında nasıl bir fark olacak. Nasıl bir süreç işletmeyi düşünüyorsunuz?

TZB: Yaptığının bedelini ödemeli, mesleki olarak yaptırım olmalı.

Politeknik: Mimarlar Odası ile bir temasınız olmuş…

TZB: Oda toplantıları, sergiler hep mimarların bir arada oldukları etkinlikler. Örneğin onun olduğu yere BSU gelemeyecek mi? BSU kendi mesleğinde bundan sonra nasıl bir yol izleyecek? Arkayın’ın mesleğe devam ettiği her gün aslında ona bir destek gibi. Yaptığı tacizin sonucunu yaşamalı ve cezasını da çekmeli. Yaptığı taciz bizim alanımızı kısıtlayan bir şey. Çünkü biz onunla aynı ortamda olmak istemeyeceğiz. Onun olduğu ortamda stresle yaşamak zorunda değiliz. Odalar bizim haklarımızı korumak için var. Mimarlar Odası da bunun gereğini yapmalı. Odanın destek olması, benzer şeyler yaşayan mimarlar için örnek olacaktır. Yaşadığımız bu kötü tecrübe belki örnek bir mücadeleye dönüşecek, umarız yani. Savcı mimar olduğuyla ilgilenmez ama odanın bu noktada devreye girmesi gerek.

GK: Eğer bu kişi meslekten men edilmezse bizim dışımızda başka bir kadın da benzer bir duruma maruz kalabilir. Bizim gibi dayanışma kuracak bir ortam olmayabilir, şanslı olmayabilir. Bizim gibi delile sahip olmayabilir. Pek çok korkudan kaynaklı kadınlar susmayı tercih edebiliyor. Mahkeme açılsa sonuçlanmayabileceğini, cezasız kalabileceğini, adının karalanabileceğini düşünüyor. Çünkü birçok kaygı taşıyabiliyor, dayanışma şansı yoksa susturulabiliyor kadınlar. Bu yüzden Tufan Arkayın meslekten men edilmeli. Süreç biraz uzun sürebilir ama farklı örgütlerin, odaların desteğini alarak dava süresi boyunca bu tepkiyi güncel tutabilir, dikkat çekebiliriz. Süreci hızlandırabiliriz. Sonuca ulaştığımızda pek çok kadın için de örnek teşkil edecektir.

TZB: Kimse böyle bir şeyi yaşamak zorunda değil, böyle bir şey yaşadığında da kabullenmek zorunda değil ama bunu hissetmenin tek yolu sesini çıkardığında bir şeyler olacağını bilmek ve destek göreceğini bilmek.

GK: Kadınlar zaten bunun için susuyor, ‘Ne olacak, ne değişecek?’ diyebiliyor. Her olayda böyle korkular, hızla vazgeçişler oluyor ancak taciz edenlerin cezalarını almaları, bu örneklerin duyulması, görünmesi herkese cesaret verecektir.

TZB: BSU’nun yanında olmak için illa benim de başıma benzer şeyin gelmesi gerekmiyor, her şey ortada, birlikte davranıp hesabını sormalıyız.

GK: Tufan Arkayın taciz etti ve şu an günlük hayatına devam ediyor. Mesleğine de devam ediyor. Kimseye bir şey anlatmak durumunda kalmıyor, sadece savcıya gidip ifade verecek. Ama bizler kaç kere kendimizi anlattık. Bu durum bizim hayatlarımızı, 4 kişinin yaşamını etkiledi. Biz sadece mahkemede değil pek çok açıdan sıkışmasını istiyoruz, utansın, sorgulansın istiyoruz. Taciz edip hesap vermediği bir yaşama sahip olamaz.

BSU: Kadınlar bu çabalarının sonuçlarını almak istiyor. Buna çok ihtiyacımız var. Biz de hızlı sonuç almak istiyoruz. İçimizde bir şeyler yanıyor. Umarım olumlu gelişmeler yaşarız.

Politeknik: Bu yaşananlardan sonra Mimarlar Odası İzmir Şubesi’nde kadın komisyonu kurmak için adım atmışsınız…

TZB: Evet. Şantiyelere giriyoruz, pek çok kişiyle muhatap oluyoruz. Mimarlar, taciz, mobbing vs. çok yaşıyor. Biz de odayla irtibat kurduk. Ama odaya gittiğimizde kadın komisyonunun olmadığını öğrendik. O yüzden de şimdi komisyonu oluşturmaya çalışıyoruz. Güçlü bir çekirdek kadro oluşturmaya çalışıyoruz. Kadın olarak mimarlık mesleğinde yaşadığımız sorunları çözebileceğimiz, fikir alacağımız, fikir vereceğimiz bir yer olsun, bir komisyon olsun diye böyle bir teklif sunacağız.

Politeknik: Sizin için bu yaşananlar sonrasında geçmişe baktığınızda yeniden değerlendirdiğiniz olaylar var mı? Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

GK: Benzer vakaları sosyal medyadan ya da oradan buradan duyduğumda, içimde öfke birikiyordu ama kendi çevremdeki insanlara güvendiğim içim böyle şeyler yaşayacağımı hiç düşünmezdim. Sürekli dışarda vakit geçiren ve gezen birisi de değilim, genelde kendi arkadaşlarımla, ofis arkadaşlarımlaydım. Çevremdeki insanlar belliydi. Son dönemde haberlerde çıkan tacizleri, istismarları sosyal medyada görüyorduk ama kendi ortamımda başıma geleceğini düşünmemiştim.

BSU: Geçmişte otobüste, lisede otobüs boşken yanıma oturan biri taciz etmişti beni, hala otobüslerden nefret ederim. O zaman tepki gösterememiştim ve beynimi yemiştim, acaba böyle mi yaptı, şöyle mi yaptı sorularıyla. Şimdi böyle bir olay başıma geldiğinde patladı zaten.

GK: Ben daha çok kendi çevremdeki güvenli hal için söylemiştim. Mezun olduğumda çalıştığım yerde patronum tarafından tacize uğradım, tektim. Çok gençtim, mesleğimde yeniydim. Sadece bendim çalışan, ara sıra ofise gelen kızı vardı patronun. Mimar değildi. Babamı yeni kaybetmiştim, aileme bakmak zorunda olduğumu düşünüyordum. Çalışırken garip ifadeler kullanıyordu hitaplarında. Bana gülerek ‘ürkek ceylan, canım, bebeğim’ vb. hitaplar kullanmaya başladı. İlk başta ne amaçla söylediğini anlamamıştım. En sonunda çalışırken beni takdir eder gibi elini bacağıma koydu, o an çok kötü olmuştum. Korktum. Bir daha gitmedim işe ama kendi içimde kapatmıştım. Keşke aileme söyleseydim, keşke hesap sorsaydım. Ya da keşke şimdiki gibi bir süreç işletseydim diyorum bugün.

BSU: Böyle bir olay Tufan Arkayın ile benim başıma da geldi ama o zamanlar tabi kimin aklına gelirdi. Arabada ikimiz Çiğli’ye gidiyorduk, ben o zamanlar şantiye istiyordum, heyecanla projelere gitmek istiyordum, bunu da belirtiyordum. Bunu konuşurken o araba kullanıyordu, ben de yanında oturuyordum, gülerek bacağıma vurdu, ben nefesimi tutmuştum, eline baktım, sonra bana ‘yanlış anlamıyorsun değil mi kardeşimsin’ diyerek bacağıma yeniden vurdu. Şimdi düşününce ne anlama geldiğini daha iyi anlıyorum.

GK: Ana ihtiyacımız, böyle şeyler yapanların cezalandırılması ve yaptıklarının bedelini ödemesi. Acaba ceza almaz mı sorusu en tedirgin eden, üzen, korkutan şey böyle durumlarda. Kadınların korkularını, geri duruşlarını çok iyi anlıyorum. Tereddüdümüzün ortadan kalkması için de cezalandırma gerekli. Ancak böyle değişir.

BSU: Tufan Arkayın bu olaydan ceza alacak dava açıldığında, ama biliyoruz ki yıllarca yatmayacak, küçük ceza alacak. O mahkemeden çıktığında itibarını kaybedecek, ‘Oh yırttım’ diyemeyecek. Daha sonra bunu kimseye yapmayacak. Bunu birlikte başaracağız.

Politeknik: Bu mücadelede yanınızdayız, Politeknik’ten kadınların selamını iletiyoruz bir kez daha. Cesaretiniz, mücadeleniz hepimize iyi geldi. Çünkü birlikte güçlüyüz…

Meslektaşlarımızın isteği üzerine isimleri kullanılmadı.