“Yıkılası Taksim”: İslamcıların Tarihi Meselesi – Ali Ergin Demirhan (Sendika.Org)

Türkiye’nin politik açıdan en simgesel meydanı Taksim. Ne var ki, bu meydanda Hıristiyanların, Kemalistlerin, sosyalistlerin tarihsel izleri olsa da kendini Osmanlı’nın mirasçısı addeden ve on yıllık iktidarlarında devleti önemli ölçüde yeniden yapılandıran İslamcıların bir simgesi yok.


“Demokratikleşme için bir şans”tı: İktidara gelişi karşılığında temel hakları güvence altına alan bir anayasa ve parlamento sözü vermişti, sözünü tuttu da. Ağustos 1876’da tahta çıktı, Aralık 1876’da ilk Osmanlı Anayasası’nı ilan etti, ilk Osmanlı Meclisi Mart 1877’de açıldı. I. Meşrutiyet dönemi böyle başladı. Ancak, bir yıl geçmeden Şubat 1878’de Meclis’i tatil etti ve uyruklarına hiçbir hak ve özgürlük tanımadan ülkeyi baskı ve terörle yönettiği 30 yıllık “istibdat” dönemini başlattı.

İslamcıydı: İslamcılığı, Balkanlarda patlak veren ulusçu akımlara karşı devleti kurtarmak için resmi politika haline getirdi.

Ne var ki, baskı da İslamcılık da Osmanlı topraklarında kabaran isyanı bastırmaya yetmedi. Meşrutiyet’i, İstibdat’ı ve İslamcılığı Osmanlı’ya hediye eden II. Abdülhamit; Osmanlı’nın geleneksel devlet yapısını zorlayan toplumsal basınçlar karşısında bir noktada pes edecekti.

Eğitimli subaylara yaslanan İttihat Terakki Cemiyeti, hem muhalefeti temsil ediyor hem de “devleti koruma” hedefinde Abdülhamid’le ortaklaşıyordu. Abdülhamid 1908’de İttihat ve Terakki üyesi subayların Manastır ve Selanik’te ayaklanması karşısında anayasayı yeniden yürürlüğe koyarak II. Meşrutiyet’i kabul etti. Ne var ki, bu, “Sultanlar boğazlarına bir bıçak dayandığı zaman genellikle böyle jestler yaparlar” diyen Troçki’nin dikkat çektiği gibi zoraki bir kabuldü.

“1908 Türk Devrimi”

Ekim Devrimi’nin liderlerinden Leon Troçki, Osmanlı Meclisi’nin yeniden açıldığı 17 Aralık günü Pravda gazetesinin ikinci sayısı için kaleme aldığı “1908 Türk Devrimi” başlıklı yazısında şöyle diyecekti:

“Temmuz ayında devrim patlak verdiği zaman, Sultan ordusuz kaldı. Askeri birlikler birbiri ardına devrim saflarına geçiyordu. Bilinçsiz askerler hareketin amacını kuşkusuz anlamıyorlardı, ama yaşam koşullarıyla ilgili hoşnutsuzlukları, onları subaylarını izlemeye yöneltmişti. Subaylar, talepleri kabul edilmezse Sultanı devirmek tehdidinde bulunarak bir anayasa istediler. Abdülhamid’in boyun eğmekten başka yapacağı bir şey yoktu. Bir anayasa ihsan etti, liberallerin yer aldığı bir bakanlık oluşturdu ve parlamento seçimlerine gitti. Bu dönemde tüm ülkede büyük bir aktivite göze çarptı. Mitingler mitingleri izledi. Çok sayıda yeni gazete çıkarıldı. Genç proletarya, bir gök gürültüsüyle uyanır gibi harekete geçti. Grevler patlak verdi, işçi örgütleri kuruldu. Selanik’te ilk sosyalist gazete yayınlandı.”

Hürriyet sarhoşluğu

1908 Devrimi’ni takip eden ilk bir yıl içinde Osmanlı’da toplumsal ve düşünsel bir sıçrama yaşandı. Robert Mantran’ın Osmanlı İmparatorluğu Tarihi II adlı kitabından aktaralım: “Osmanlı toplumu, tarihinde ilk kez olarak söz, basın, toplantı özgürlüğünü keşfediyordu. ‘Hürriyet sarhoşluğu’ taşkınlıklara, disiplinsizlik ve anarşi gösterilerine, vergi ödemeyi reddetmeye yol açtı. Görevliler, dairenin yolunu tutmak istemiyorlardı artık, öğrenciler de okulun…”

İstanbul’da günlük gazetelerin baskı sayısı patladı. İkdam 60 bin, Sabah ise 40 bin satıyordu. 1908-1909 arasında 350’den fazla farklı gazete ve süreli yayın dolaşımdaydı.

“Devrimin atılımında, o tarihe değin kendilerinden pek bahsettirememiş üç sosyal grup su yüzüne çıkar o sıralar: Kadınlar, işçiler ve aydınlar!”

Kadınlar sosyal ve siyasal yaşama özgürce katılabilmelerini teşvik eden fikirlerle tanışıyor, Avrupa’dan etkilenen aydınlar kendilerini bir siyasal özne olarak var edebiliyordu.

1908 Ağustos’u ile Osmanlı tarihinde görülmemiş bir grev dalgası başladı. Birkaç yıl boyunca İstanbul, Bursa, İzmir, Şam ve Selanik’te demiryolları, reji, dokumacılık gibi sektörlerde on binlerce işçinin katıldığı grevler düzenlendi, bu sürece paralel olarak sendikalar ve sosyalist partiler kuruldu.

Kaybedilen egemenlik için “şeriat” istediler

Bu süreç bu toplumsal kesimleri elbette iktidara taşımadı. Öte yandan, eğitimli subayların komutası altına giren geleneksel-alaylı askerlerin ve din adamlarının egemenliğini sarsmıştı. II. Meşrutiyet’in sistem içindeki kaybedenlerini temsilen Taksim Kışlası’ndaki (Topçu Kışlası) Avcı Taburu’na bağlı askerler, 1909’da 12 Nisan’ı 13 Nisan’a bağlayan gece (Rumi takvime göre 31 Mart), subaylarına karşı ayaklanarak kendilerine önderlik eden din adamlarının peşinde Heyet-i Mebusan’ın önünde toplandılar ve ülkenin şeriata göre yönetilmesini istediler. “Şeriat”, kendi maddi çıkarlarını korumaya çalışan eski egemen sınıfların, Batı ile özdeşleştirdikleri devrimci sürece karşı sarılabildikleri en kolay seferber edici bayraktı. 31 Mart Vakası diye de bilinen bu ayaklanma Abdülhamid’i ümitlendirmiş, İngiliz emperyalizminden destek almıştı. Ancak İttihat Terakki’nin bir araya getirdiği Hareket Ordusu tarafından bastırıldı. Birkaç hafta içinde Abdülhamid de tahttan indirildi.

1940’ta İsmet İnönü yönetimi tarafından yıkılan ve AKP’nin yeniden ayağa kaldırmak istediği Taksim Topçu Kışlası, bu “Şeriatçı” ayaklanmanın bastırıldığı “kale”ydi.

1909 itibariyle yalnızca “Şeriat isteriz” diyenlerin değil emekçilerin, aydınların ve ezilen ulusların taleplerini karşısına alan yeni bir baskı, savaş ve kıyım döneminin kapıları aralandı. Ancak Tayyip Erdoğan gibileri İttihat Terakki karşısında kadınlarla, işçilerle, aydınlarla değil “Şeriat isteriz” diyen egemen kliklerle özdeşlik kuracak ve hatıralarını yıkık kışlaları yeniden yaparak diriltmek isteyecekti.

Yıkılası Taksim:
‘Kafirler, Kemalistler, komünistler’

Türkiye’nin politik açıdan en simgesel meydanı Taksim. Ne var ki, bu meydanda Hıristiyanların, Kemalistlerin, sosyalistlerin tarihsel izleri olsa da kendini Osmanlı’nın mirasçısı addeden ve on yıllık iktidarlarında devleti önemli ölçüde yeniden yapılandıran İslamcıların bir simgesi yok.

1800’lü yıllarda başlayan burjuva devrimi sürecine karşı “şeriat” talepli bir isyan olan 31 Mart Vakası’nın simge binası Topçu Kışlası’nı yeniden ayağa dikme projesi böylesi tarihsel bir hesaplaşmanın yansıması.

Taksim’in ortasında duran bir Erdoğan, çevresine baktığında, kendisinin sık kullandığı bir deyimle İslamcıların bir dikili ağacının olmadığını, meydanın “yıkılası” bir tarihle kuşatıldığını görür.

Sıraselviler Caddesi ile İstiklal Caddesi’nin kesiştiği yere baktığında heybetli Rum Kilisesi Aya Triada yer almaktadır. 1880’de Rusların yaptırdığı ve sonra Rumların kullandığı kilisenin içinde Bizans ikonaları yer almaktadır.

Meydanın ortasında, 1928’de dikilen Cumhuriyet Anıtı yer almaktadır ki bu anıtta da Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Fevzi Çakmak, askerler, halk ve yetmezmiş gibi iki de Sovyet generalin heykelleri yer almaktadır. Meydanın öte yanında da Atatürk Kültür Merkezi duruyor.

Hadi Kemalistler devletin eski sahipleri. Ya şu komünistler! 1976’da ilk kitlesel 1 Mayıs’ın kutlandığı, 1977’de bu kez 30 küsur emekçinin katledildiği kanlı 1 Mayıs’a sahne olan, ertesi 1 Mayıs’ta yine dolan, sıkıyönetim ve darbe koşullarında yasaklansa da 1980’lerin sonundan AKP’nin iktidar yıllarına kadar süren dişe diş bir mücadele ile, Tayyip Erdoğan’a tükürdüklerini yalatarak yeniden kazanılan meydanın bir adı da 1 Mayıs meydanı, sahibi de devrimcilerdir.