Yeni YÖK Yasası; Piyasalaştırma ve Güvencesizlik – Eren Özmen, Burak Ergene
Spread the love

AKP, geçtiğimiz yaz boyunca velilerin ve demokratik kitle örgütlerinin kitlesel eylemleriyle karşı durdukları gerici ve piyasacı 4+4+4 eğitim sistemini yürürlüğe koydu. İlkokuldan liseye kadar olan eğitim sürecine müdahalesinden sonra şimdi de yeni YÖK yasası ile üniversiteleri yeniden dizayn etmeye çalışıyor.

AKP, yeni YÖK yasası ile yükseköğrenim alanını piyasalaştırmanın yeni adımlarını kurgularken, yasanın hazırlanma sürecini, üniversitenin temel bileşenleri olan akademisyenlerin, öğrencilerin ve üniversite çalışanlarının tartışmasına izin vermeden yangından mal kaçırır gibi hızlı bir biçimde işletti. Öyle ki, iki ay içerisinde yasa taslağı hazırlandı1, bundan yaklaşık iki ay sonra ise, Ocak 2013’te, yükseköğrenim yapısını baştan aşağı değiştirecek yasa taslağı Milli Eğitim Bakanlığı’na sunuldu.

Yeni YÖK yasa taslağının hedefi, en yalın haliyle 12 Eylül’ün yarım bıraktığı üniversitelerdeki neoliberal piyasacı dönüşüm projesini tamamlamaktır. Üniversitenin tamamen sermayenin kontrolüne geçmesini sağlayacak olan tasarının yasalaşması halinde, üniversiteler yönetsel mekanizmalarının tek merkezden belirlendiği, yükseköğrenimin tamamen kar amacıyla yürütüleceği özel üniversitelerin kurulacağı, üniversitede ve sonrasında güvencesizliğin dayatıldığı bir alan haline getirilecek.

Tasarıda ilk olarak Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) adı Türkiye Yükseköğretim Kurulu (TYÖK) olarak değiştirilmektedir2.

Yasa taslağının içeriğine bakıldığında ilk göze çarpan on yıldan daha fazla süredir öğretim faaliyeti sürdüren üniversitelerde Üniversite Konseyi kurulmasıdır3. 11 üyeden oluşması planlanan bu konseylerin, 5 üyesi üniversitenin öğretim üyeleri arasından seçilirken kalan 6 üye üniversite dışarısından belirlenecektir. Üniversite mezunlarından ve üniversitenin bulunduğu ilde en çok vergi veren ya da okula en çok bağış yapanlar arasından belirlenecek 1’er kişi; Bakanlar Kurulu ve TYÖK tarafından atanacak 2’şer kişi ile 11 üye tamamlanmaktadır.

Konsey üyelerinden de anlaşılacağı gibi üniversite yönetimlerinde öğretim üyelerinden çok Bakanlar Kurulu ve sermaye çevreleri söz sahibi olurken, bu yapı rektörün belirlenmesinden fakülte dekanlarının atanmasına ve üniversite adına yatırım yapmaya kadar her türlü yetkiye sahip olacaktır.

Yeni YÖK yasasında öğrencilerin “özerk üniversite” talebine hiç bir şekilde yer verilmezken üniversitelere tanınan tek özerklik ise “mali özerklik”. Üniversitelerin mali açıdan özgürce karar vermesini, kendi kaynaklarını yaratmasına indirgeyen bu anlayış, yapılacak araştırmaların ve üretilecek bilginin üniversiteye gelir getirmesi gerekliliğini dayatmaktadır. Mali açıdan kendi kaderine terk edilen üniversitelere ise kaynak yaratmak için sermaye çevreleri ile anlaşma yapmak dışında bir seçenek bırakılmamaktadır.

Araştırma faaliyetlerini yine sadece sermayenin ihtiyaçlarına endeksleyen yasanın 40. maddesi proje bazlı araştırma görevlisi istihdamı kavramıyla bu faaliyetlerin kadrolarını ne şekilde temin edeceğini de açıkça ortaya koymaktadır. Bu doğrultuda proje üzerinden ve proje süresince istihdam edilecek olan araştırma görevlilerinin baştan güvencesizliği kabul etmesi istenmektedir. Yeni YÖK yasası daha taslak halindeyken, İTÜ’de 50/d ile istihdam edilen araştırma görevlilerinin işten atılmaya başlanması, İTÜ yönetiminin, işten attığı asistanların yerine proje bazlı çalışacak güvencesiz bir araştırma görevlisi kadrosu oluşturma politikasının hazırlığı olduğu açıktır. Ancak yeni YÖK yasasının getireceği uygulamalara karşı doğacak direniş, İTÜ’lü araştırma görevlileri tarafından gösterilmiş ve araştırma görevlilerinin örgütlediği direniş kazanım elde etmiştir4.

Tüm bunların yanı sıra taslakta ayrıca Bilgi Lisanslama Ofisleri’nin kurulacağı ifade edilmektedir. Taslağın 33. maddesi aynen şu şekilde:

Yükseköğretim kurumlarında, araştırmacı, uzman, diğer personel ve öğrencileri yapacakları bilimsel çalışmalar itibarıyla ticari değeri yüksek konulara yönlendiren; araştırma sonunda üretilen bilgi ve ürünlerin ticari açıdan değerlendirilebilmesi için gerekli faaliyetleri ve ticari değeri olan bilgilerin fikri mülkiyet kapsamında korunması amacıyla gerekli tedbirleri belirleyen; ticari değeri olan bilgilerin, ilgili kişi, kurum ve kuruluşlara pazarlamasını, lisanslamasını devrini veya transferini yapan; bilgilerin ürüne dönüştürülmesi çalışmalarını destekleyen anonim şirket statüsünde bilgi lisanslama ofisi kurulabilir.”

Yukarıdaki maddeden de anlaşılacağı üzere bu ofisler üniversitelerin sahip olduğu bilgiyi tam anlamıyla ticari zihniyetle değerlendirip, ticari amaçlar için kullanmayı öngörmektedir. Ticari değeri olmayan konular üzerine araştırma yapmanın neredeyse imkansız olduğu, sermayeyle ilişkisi olmayan konularda yapılacak araştırmalara kaynak bulunamadığı günümüz üniversite yapısına eklemlenecek olan bu ofisler, hangi sermaye çevresi için ne üretilmesi gerektiğini belirleyen ve yönlendiren bir konumda olacak. Araştırmasını bilgi lisanslama ofislerine onaylatan, bu yolla araştırmasına ‘müşteri’ şirketler bulan ve ancak bu şekilde geçimini sağlayacak olan akademisyenler yaratmanın son ayağı da Bilgi Lisanlama Ofisleri ile tamamlanacaktır.

Taslakta yer alan en dikkat çekici maddelerden biri ise özel üniversitelerin kurulmasıdır. Bu madde kar etmesi kağıt üzerinde yasak olan vakıf üniversitelerinden farklı olarak eğitim faaliyetini bilginin satılması ve bundan kar edilmesine indirgeyen kurumları yaratacaktır. Böylece üniversiter alan artık bilginin alınıp satılan bir meta haline getirildiği, öğrencilerin müşteriye, üniversitelerin şirketlere ya da eğitim holdinglerine dönüştüğü bir sektör olacaktır. Üniversiter alanı serbest piyasanın koşullarına emanet eden bu hamleden, ileride kar edemeyip batan ve öğrencilerini öğrenim hayatının yarısında ortada bırakan ‘üniversiteler’ yaratacağını beklemek doğaldır.

Taslakta ayrıca özel üniversitelerde okuyan öğrencilere burs verilmesi planlandığı ifade edilse de bu uygulamanın eğitim harcamalarının sembolik bir kısmını karşılayacağı ve ileride bütün bir hayatı kapsayan geri ödemeli kredilere dönüşeceği açıktır. Parasız barınma, sağlık, ulaşım hakları gasp edilenler, güvencesizleştirmenin bir başka boyutunu da eğitim için almaya mecbur kaldıkları kredileri ömür boyu geri ödemeye mahkum kalarak yaşayacaklardır. İlköğretimden itibaren eğitimin para karşılığı alınması gerektiği düşüncesini toplumun belleğine yerleştirmeye çalışan yaklaşım, açılacak yüzlerce özel üniversite ile öğrenim hayatının son halkasını da bu doğrultuda şekillendirecektir.

Üniversiteler için tarihsel bir eşik niteliğinde olan yeni YÖK yasa taslağının yasalaşması halinde üniversiteler özelleşecek, üniversite çalışanları güvencesizleşecektir. Sermaye üniversite içerisinde kurumsallaşırken; bilgi, halk yararına değil sermaye için kullanılan hatta kullanılıp atılan bir meta haline gelecektir. AKP’nin ünivesiteleri ele geçirme hayalinin en net adımlarından biri olan bu yasanın geçiş sürecini, taslağının oluşturulmasında üniversitelerdeki tepki, öğrenci eylemlerindeki hareketlilik, İTÜ’lü araştırma görevlilerinin karşı duruşu ve ODTÜ’deki direniş izledi. Böylece AKP yıllardır kontrolünü sağlayamadığı üniversitelerde bu yasayı kolaylıkla geçiremeyeceğini bir kez daha görmüş oldu. Şimdi üniversitelere daha çok sahip çıkarak yeni YÖK yasasına karşı mücadeleyi büyütme zamanı…

Dipnotlar:

1. YÖK tarafından Eylül ayında yayımlanan “Yeni Bir Yükseköğretim Yasasına Doğru” başlıklı yazıdan iki ay sonra 5 Kasım 2012 tarihinde “Yeni Yasa Taslağı” yayımlandı.

2. Tasarı metinlerinde oluşturulacak Türkiye Yükseköğretim Kurulu’nun kısaltması TYK olarak geçirilse de, 1981 yılında oluşturlan YÖK’ün üniversiteler üzerinde kurmaya çalıştığı piyasacı ve gerici hükümdarlığı devam ettirmeye çalışan bu yeni yapının TYÖK olarak adlandırılması daha doğru olacaktır.

3. Yasa taslağı madde 10.

4. İTÜ’de 50/d ile istihdam edilen araştırma görevlileri hukuksuz uygulamalara ve hak gasplarına karşı Ağustos 2012’de eylemlere başladı. Kasım ayında yaşanan işten atılmalara karşı 4 Aralık 2012 tarihinde İTÜ Rektörlüğü önünde çadır kurdu. Araştırma görevlileri eylemlerine 31 Ocak 2013 tarihinde YÖK önüne giderek devam etti. YÖK önünde yapılan 2 günlük direnişin ardından araştırma görevlileri ek istihdam süresi ve işe geri dönüş hakkı gibi önemli kazanımlar sağladı. İTÜ’lü araştırma görevlilerinin güvencesiz çalışmaya karşı direnişi halen devam ediyor.


Spread the love