27 Eylül, harita kadastro mühendisi Gülseren Yurttaş’ın geçirdiği iş kazası sonucu hayatını kaybedeşinin beşinci yılı.
Beş yıl içinde Gülseren Yurttaş gibi binlerce işçi iş kazaları sonucu hayatını kaybetti. Bu süre içinde birden fazla işçinin öldüğü iş kazaları, iş kazasında hayatlarını kaybedenlerin yakınlarının ısrarlı mücadeleleri sonucu ülke gündemine oturdu. Bu kazalar sonrasında siyasi iktidar ve kazaların meydana geldiği işyerinin patronları tarafından “kader”, “ihmal” gibi söylemler kullanıldı. İşçiler “dikkatsiz oldukları” iddiasıyla itham edildi. Başta inşaat olmak üzere mevsimlik tarım, tersane, enerji gibi alanlarda yaşanan çok sayıda iş kazası, “kan parası” gibi yöntemlerle SGK kayıtlarına geçmedi bile.
Kayıtlara geçen kazalar sonrasında basına yansıyan iş kazaları haberleri hep şu ifadelerle son buldu: “Olayla ilgili soruşturma sürüyor.” Ne var ki 21 Eylül günü basına yansıyan iki haber, iş kazaları sonrasında bazı bilirkişi raporlarının patrondan yana olduğunu ortaya çıkardı.
17 Mayıs 2010’da Zonguldak’ta 30 kişinin hayatını kaybettiği grizu patlaması ve 3 Nisan 2012 tarihinde Erzurum Aşkale’de 5 enerji işçisinin buz tutmuş gölde donarak öldükleri iş kazalarıyla ilgili ikinci bilirkişi raporları tamamlandı. İkinci bilirkişi raporlarının ikisi de ölen işçileri sorumlu tutuldu.
İki olayda da faile rastlanamadı. Görevlendirilen bilirkişiler, Aşkale’de 5 işçiyi kimin görevlendirdiğini, neden gerekli ekipman verilmediğini bulmadı. Benzer şekilde Zonguldak’taki bilirkişiler madende tüm önlemlerin alındığını iddia ederken, grizu birikmesinin neden ölçülemediğine dair bir sonuç ortaya koyamadı. İki raporda da taşeron şirketler ve onları denetleme görevi olan devletin üzerine gidilmedi.
İki kazanın ilk bilirkişi raporları da ikincilere göre oldukça farklıydı. Aşkale’deki kazanın ardından yayımlanan ilk bilirkişi raporunda beş yetkili ile birlikte, ölen iki işçi birinci dereceden kusurlu sayılmış, üç işçi ise ikinci derece kusurlu kabul edilmişti. İkinci raporda ise beş yetkili ile ölen beş işçi de eşit oranda suçlu sayıldı.
Zonguldak’ta 30 madencinin hayatını kaybettiği patlamadan sonra yayımlanan ilk birilirkişi raporu taşeron şirket Yapı-Tek’i yüzde 70, taşeron şirketi denetlemeyen devleti de yüzde 30 oranında suçlu bulmuştu. Kaza sonrasında 28 kişi yargılanmaya başladı. İkinci raporda ise yargılanan 28 kişinin suçlu olmadığı, ölen 30 kişinin eşit oranda suçlu olduğu yazıyordu. Ölenleri suçlayıp 28 kişiyi suçsuz bulan rarporun temel dayanak noktası “kaçınılmazlık” oldu. Tüm önlemler alınsa da iş kazasının gerçekleşmesi durumuna kaçınılmazlık durumu denilir. İş kazalarının yüzde 60’ının insan hatası, yüzde 38’inin malzeme hatası –ki bunlar alınacak basit önlemlerle engellenebilecek türden kazalardır- ve yüzde 2’si de tüm önlemler alınmasına rağmen gerçekleşebilecek kazalardır.
Yani, bilirkişi raporuna göre Zonguldak’ta 17 Mayıs günü tüm önlemler alınmış! Ama yine de grizu patlaması meydana gelmiştir. Bir madende kaçınılmaz bir şekilde grizu patlamasının meydana gelmesi ancak önceden hesaplanmayan bir metan gazı birikmesi ile mümkündür. Grizu patlaması için metan gazının belirli bir orana ulaşması gerekir ve bu oranın çok altında bir birikme tespit edildiği anda iş durdurulur. İşi durduramayacak kadar kısa sürede gelişen metan gazı birikmeleri için (ölçüm cihazlarının çalışmaması gibi durumlarda) kaçış için belirli aralıklarda sığınma cepleri inşa edilir. O bölgeler, karanlıkta görülmesi için beyaza boyanmıştır.
Bu tür önlemler alınsa bile, maden sahibi tarafından maaşı verilen iş güvenliği uzmanlarının bağımsız çalışması engelleniyor ve alınan “tüm önlemlerin” bir anlamı kalmıyor.
Aşkale ve Zonguldak’taki iş kazaları sonrasında yayımlanan ikinci bilirkişi raporları aslında İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nın yürürlüğe girmesiyle birlikte yaşanacak işçi ölümleri ve sonrasında gelişecek hukuki süreç hakkında ipuçları veriyor.
Yeni yasada (1) işverenin başka kurumlardan hizmet almasının işverenin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı yazıyor. Ancak aynı yasada şöyle bir madde de yer almakta: “(madde 6) (…) belirlenen niteliklere ve gerekli belgeye sahip olması halinde, tehlike sınıfı ve çalışan sayısı dikkate alınarak, bu hizmetin yerine getirilmesini kendisi üstlenebilir.” Yani işveren gerekli gördüğünde işyeri güvenliği uzmanlığı yapabilir, kendi kendini denetleyebilir.
Yasanın iş güvenliği uzmanları ve işyeri hekimlerini ilgilendiren en önemli maddesi, bu kişilerin çalışmalarının “mesleki bağımsızlık” çerçevesinde gerçekleştirilmesiyle ilgili. Yasanın 8’inci maddesinin birinci fıkrası şu şekilde: “İşyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanlarının hak ve yetkileri, görevlerini yerine getirmeleri nedeniyle kısıtlanamaz. Bu kişiler, görevlerini mesleğin gerektirdiği etik ilkeler ve mesleki bağımsızlık içerisinde yürütür.” Yasada iş sağlığı ve güvenliği uzmanlarının nereden maaş alacaklarına ilişkin bir bilgi yok. Aynı maddenin üçüncü fıkrasında “Hizmet sunan kuruluşlar ile işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanları, iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin yürütülmesindeki ihmallerinden dolayı, hizmet sundukları işverene karşı sorumludur” denmekte. Yani “mesleki bağımsızlık” bir anda yerini işverene karşı sorumluluğa bırakmış. Böylece iş kazalarında sorumluluğun ilk yükleneceği kişiler, iş sağlığı ve güvenliği uzmanları oluyor.
Aynı maddenin ikinci fırkasında “İşyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanları; görevlendirildikleri işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğiyle ilgili alınması gereken tedbirleri işverene yazılı olarak bildirir; bildirilen hususlardan hayati tehlike arz edenlerin işveren tarafından yerine getirilmemesi hâlinde, bu hususu Bakanlığın yetkili birimine bildirir” hükmü yer alıyor. Ancak işvereni şikayet eden iş sağlığı ve güvenliği uzmanının işine son verilmesi durumuna karşı işverene uygulanacak yaptırımlar belirli değildir. Tıpkı ilk fıkrada yer alan mesleki bağımsızlık koşulunun nasıl sağlanacağında olduğu gibi.
Özetle, yeni çıkarılan İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası, oldukça soyut, yoruma açık maddeler barındırarak uygulama alanını büyük ölçüde yönetmelik ve yönergelere bırakmıştır. Bu yasa işçilerin sağlığını ya da güvenliğini değil, patronun daha çok kar sağlamasına yöneliktir. Yasa, devletin denetleme sorumluluğunu patrona devretmekte, kendi kendini denetleme olanağı kazanan patron ise olası bir iş kazasında sorumluluğu iş sağlığı ve güvenliği uzmanına veya işçilere yükleme şansına kavuşmaktadır. Yasayla ayrıca işçi sağlığı ve güvenliği alanının da piyasalaştırılmasının önü açılmaktadır. Hali hazırda süreç böyle işlerken AKP’nin çıkardığı yasa ile artık bu süreç hukuki bir kılıf kazanacaktır.
İş kazaları bir mücadele alanı olarak öne çıkıyor
Her ne kadar işçilerin ölümlerine ve sonraki süreçlerde hak kayıplarına uğramalarına yasal kılıflar uydurulmaya çalışılsa da iş kazaları alanı önemli bir muhalefet alanı olacağının sinyallerini veriyor. Özellikle İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası ile ortaya çıkacak hak kayıpları ve ardı arkası kesilmeyen iş kazaları, bu alanın önemini daha da artırıyor.
AKP’nin her kaza sonrasında “Yeni yasa çıkaracağız ve iş kazaları önlenecek” şeklindeki söyleminin iş kazalarını önlemediği ve önlemeyeceği gün gibi ortadayken iş kazalarında hayatını kaybedenlerin yakınları ve bazı sendikalar iş kazalarına karşı giriştikleri mücadelede önemli bir yol da kat ettiler. Bu mücadelenin gelişmesinde silikozis nedeniyle hayatını kaybeden işçilerin, tersanelerde yaşanan iş kazalarına karşı mücadele eden Limter-İş üyelerinin, Davutpaşa patlamasında hayatını kaybeden işçilerin ailelerin verdikleri uzun soluklu mücadelenin önemi büyük.
İş kazalarında hayatlarını kaybedenlerin ailelerinin hukuki süreç işlerken adliye önlerinde ve yıldönümlerinde gerçekleştirdikleri eylemler, iş kazalarında hayatını kaybedenlerin yakınlarının kurdukları ilişki ve birlikte hareket etme deneyimleri, iş kazalarını güvencesizleştirmenin bir sonucu görüp bu alanı öncelikli bir mücadele alanı olarak tarif eden sendikal hareketler yeni dönemde umut veriyor.
Notlar
(1) İş kazalarının yoğunlaşması sonucunda AKP hükümeti sürekli diline pelesenk ettiği İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nı 20 Haziran 2012 tarihinde çıkardı. Yasanın maddeleri altı ay ile bir yıl içinde uygulanmaya başlayacak.