‘İbretialem olsun diye böyle çıkardılar beni’ – Pınar Öğünç (Gazete Duvar)

İşverenin otoritesini sarsmak… 31 yaşındaki mühendis, Hyundai Assan’ın Genel Müdürlüğü’ndeki görevinden bu nedenle atıldı. Tek yaptığı rakip firmaların salgın önlemlerini gösteren bir tabloyu yorumsuz paylaşmaktı. Tazminatsız atılmasına yol açan ilgili madde, aslen “ahlak”la ilgili gerekçeleri düzenliyor ve SGK kaydına işleniyor. Her an işsiz kalma tedirginliği ve performans kaygısı ile yaşayan beyaz yaka dünyası için bile şaşırtıcı, “otoriter kapitalizm” günleri için olağan.

İşten çıkarıldım ama hiç beklemediğim bir şekilde. Farklı firmalarda çalışan arkadaşlarım, konuştuğum kimse durumumu idrak edemiyor. Tazminatını verir, ilişiğini keser, bunu kabulleniyor herkes. Zaten bu dünya böyle işliyor, göndermek istediklerini göndereceklerini bilerek çalışırsın. Ama bana zarar da vermek istemişler.

Bütün otomotiv firmaları home-office’e geçmişken bir bizimki kalmıştı, Hyundai Assan Genel Müdürlük’te çalışıyorum. O yüzden de herkes gergindi. Şuraya dezenfektan koyduk, böyle temizledik, sosyal mesafeyi koruyalım gibi mailler atılıyor. Ama 190 kişinin çalıştığı dört katlı bir bina, zaten otuz-kırk santim arayla yan yana oturuyoruz. Yine korona virüsüyle ilgili bir mail atmışlardı, ben de herkesin göreceği şekilde bir cevap yazdım. Okuyayım size:

“Değerli yöneticilerimiz ve ilgililer,
Covid-19 kapsamında şirketin belli bölgelerine yerleştirdiğiniz dezenfektanlar, ateş ölçme, tuvaletlerin temizliği gibi fiziksel önlemler için müteşekkiriz. Aldığınız önlemleri ve biz çalışanlara verdiğiniz değeri içimizde hissediyoruz. Şirketimizin sevdiği basit bir benchmark çalışmasını sizlerle paylaşıyorum.”

“Benchmark” yani kıyaslama, bu konuda diğer şirketler ne yaptı… Bizde çok kullanılan bir uygulamadır bu. Altında hangi firmaların evden çalıştığını, hangilerinin üretimi durdurduğunu gösteren bir tablo. Bir de Hyundai Global’in hangi fabrikalarında ne yaptığını söyleyen dört madde. Standart bir şekilde “Bu süreçte gösterdiğiniz hassasiyet için teşekkür ederiz” diyerek de bitirdim. Bu kadar.

Üç gün ses çıkmadı, ben de normal çalıştım. Zaten mailde ne yanlış anlaşılacak bir şey var, ne hakaret. Evet, biraz ironi var mı, var. Ama bir yandan da durum bu. Üçüncü gün İnsan Kaynakları Direktörü çağırdı ve 25/2’den işten çıkarıldığımı söyledi. Daha doğrusu önce içinde “Özür dilerim” ve “çok pişmanım” geçen bir mail atmamı istedi. Özür dilenecek bir şey yapmadığımı, ikincisi pişman da olmadığımı söyledim. Tazminatsız çıkarıldım.

25/2 şudur: Cinsel taciz, küfür, para çalma gibi yüz kızartıcı suçlar nedeniyle işten çıkarılmanızdır. Ağır bir suç. Onların bana yönelttiği de “işvereni çalışanlarına karşı küçük düşürücü ve işverenin otoritesini sarsıcı davranışlarda bulunmak”… İş Kanunu’ndaki bu madde aslında “ahlak”la ilgili, yani böyle bir suçlamayla içini kendileri doldurmuş gibi. Şok oldum açıkçası. Bu kadar ağır cezalandırılacağım aklıma gelmezdi.

Üzücü olan asıl nokta da şu: 25/2’den atıldığınızda sigortanıza işleniyor, bir buçuk sene mi, iki sene mi sürer, mahkeme sonuçlanana kadar işe başvurduğum her şirket bunu görecek. Bence bunu tercih etmişler zaten, başka bir iş bulmama engel olmak istemişler. Biraz ibretialem olsun diye böyle çıkardılar beni, bundan sonra kimse konuşamasın diye.

İşin garibi beni 25 Mart’ta çıkardılar, 26’sında pazarlama müdürümüzün ve eşinin testlerinin pozitif çıkmasıyla alelacele home-office’e geçilmiş. Biz zaten ofis işi yapıyoruz, böyle bir altyapımız da var, sistem çok kolay oturmuş yani. Başta inatla geçmemeleri tuhaftı. Biz de o müdürümüzle birlikte aynı yerde çalıştık sonuçta. Akıbetini bilmesem de Kocaeli’ndeki fabrikadan birinin ateşinin yükselmesiyle ambulansla hastaneye götürüldüğünü biliyoruz. Hatta fabrikaya gelen ambulansın fotoğrafını çekip bir yerel gazeteye gönderen bir başka beyaz yakalıyı da işten çıkardılar. Bunu da benim atılacağım günün sabahındaki toplantıda kendileri beyan etti. Beni çıkaracaklarını o an hissettim zaten.

İTÜ Makine mezunuyum. Önce Ford Otosan’da çalıştım, askerlikten sonra da iki yıl, iki aydır Hyundai Assan’daydım. Gönül rahatlığıyla söyleyebilirim, iyi bir çalışan olarak bilinirim, geçen senenin sonuçlarından dolayı performansım A’ydı mesela. Herkesle iyi geçinen, normal bir çalışanım. Bu olaydan sonra iş arkadaşlarımdan da çok destek gördüm, telefonum susmadı. Ama tabii bunlar bana doğrudan bildirilen destekler, açıktan mümkün değil. Şirketler biliyorsunuz korku imparatorluğu. Biri tepki gösterse, onu da çıkarırlar çünkü.

Üzgünüm. Haklarım içeride kaldı, bizde maaşlar düşüktür, hak ettiğimi de almıyordum zaten. Başka bir şehirde yaşayan ailemle daha paylaşamadım durumu. Kız arkadaşımla evlilik planımız vardı bir yandan. Her şey geçer, ama yarın öbür gün sular çekildiğinde bir işe başvurmuşken, 25/2’nin geleceğimi nasıl etkileyeceğini bilemiyorum. Zaten bir işe binlerce kişi başvuruyor, kritik noktada sadece bu yüzden eleneceğimden eminim. Bu çok gaddarca bir hareket. İlişiğimi kesersin, kes. Küçümsemek için demiyorum, küçük ölçekli bir patron şirketinde olabilir belki böyle şeyler. Geleceğime attıkları çentik korkutuyor. Yoksa bir şekilde hayata tutunup devam edeceğiz.

Konuştuğumuz gün 27.069 vaka, 574 ölüm açıklanmıştı.
Hyundai Assan’ın Kocaeli’ndeki fabrikasında 27 Mart-13 Nisan arası üretime ara verildi.

*Gezegeni saran bir virüsün birkaç ay içinde yarattığı bu öngörülemez olağanüstü halin, kapitalizmin hâlihazırdaki eşitsizliklerini görünür kıldığından, derinleştirdiğinden ve bundan sonra hiçbir şeyin aynı kalamayacağından konuşuyor çok insan. Kalamayacak mı gerçekten? Neden kalmasın ki? Varlığını, her veçhesiyle sömürgeciliğe, cinsiyetçi iş bölümüne ve tam da derin bir eşitsizliğe borçlu bu düzen kötücül bir virüs gibi ruhlarımızı ve bedenlerimizi sarmışken “iyileşmek” nasıl mümkün? Kadınlar, erkekler, işçiler, memurlar, işsizler, beyaz yakalılar, mavi yakalılar, “yaka” devri değişti diyenler, serbest çalışanlar, evde çalışanlar, hâlâ çalışanlar, zorla çalıştırılanlar, karantinadakiler, geleceği göremeyenler, gördüklerinden yorgun düşenler anlatıyor. Neden bu uzun yazı dizisine başladık? Çünkü birbirimizin sesini, derdini duymaya, diğerinin dermanında kendimizinkini aramaya ihtiyaç var.