Nasıl oluyor da, 1940’larda Sri Lanka modernizminin başını çeken ve, tüm engellere rağmen, dünyanın en tanınmış kadın mimarları arasında sayılan Minette de Silva’nın binaları bugün artık bilinmiyor?
Minette de Silva’nın tasarladığı bir konut Sri Lanka’nın başkenti Kolombo’nun ağaçlıklı bir sokağında, Alfred House Gardens’da, gözlerden uzak, hâlâ ayakta duruyor. Taş bir duvarın gerisinde, sarı bir zakkum ağacıyla begonvillerin arasından pek görünmüyor. Sütunlar üzerinde yükselen binayı De Silva, aile dostu Pieris ailesi için 1952’de tasarlamış. İçeride mimarın alameti farikası, ağaçlar, fundalar ve bir havuzla bezeli açık avlular ve verandalar; duvarla çevrili bir bahçe; bir zamanlar oyun alanı olarak da kullanılan otopark; yatak odalarıyla mutfağın bulunduğu ikinci kata çıkan görkemli bir döner merdiven var. Pieris’lerin oğlu Prianga, “yatak odalarının aslında tik dolaplarla bölünmüş tek bir oda” olduğunu hatırlıyor. “Dolapların üstünden hava serbestçe dolaşıyor, biz çocuklar bölmelerin ötesinden birbirimizle konuşabiliyorduk” diyor. Kız kardeşi Malkhanthi, De Silva’nın “mekânı ziyan etmeden kullanmada üstüne yoktu” diye ekliyor. Bunlar konuşulurken kaya matkaplarının gürültüsü geliyor; Pieris’lerin evinin hemen arkasında yeni bir lüks konut kulesi daha inşa ediliyor. Nüfusu altı milyona dayanan Kolombo hızla değişiyor; yüksek bloklar Alfred House Gardens’ın zarif villalarını yok ederek çoğalıyor. De Silva’nınki geriye kalan birkaç villadan biri. Bütün bu inşaat furyası sürerken, mimarın Kandy’deki kendi evi ve stüdyosu harabeye dönmüş durumda – sanki bir zamanların ünlü mimarının geride bıraktığı mirasın nasıl yok sayıldığının bir sembolü gibi.
Reformcu bir siyaset adamıyla kadın hakları için çalışan bir annenin kızı olan De Silva, Le Corbusier’nin yakın arkadaşıydı. Sri Lanka’nın ilk modernist mimarı ve Royal Institute of British Architects’in ilk Asyalı kadın üyesiydi. Babasının muhalefetine rağmen mesleğini icra etmeyi sürdürmüştü. Eğitimi için önce Mumbai’a taşınmıştı, savaş sonrasında ise Londra’ya. İpek sariler içinde, çantalarıyla alet edevatını taşıyan erkek öğrenciler peşinde, Birleşik Krallık’ın ünlü mimarlık okulu Architectural Association’da (AA) alımlı bir figürdü.
Egzotik görüntüsü ve AA’daki benzersiz konumu ile farklılığını kullanmaktan geri durmadı; kendini Londra’nın yüksek sosyetesine tanıtmakta gecikmedi. 1940’ların medyasında ilgi odağı oldu. Çok geçmeden yalnızca Le Corbusier değil, Henri Cartier-Bresson, Picasso ve Laurence Olivier ile vakit geçirmeye başladı. Hiç evlenmedi.
1948’de Sri Lanka bağımsızlığını kazanınca, De Silva ülkesine döndü ve aile evinde stüdyosunu kurdu. O sıralarda dünyada mesleğini icra etmek üzere kendi adına mimarlık bürosu olan iki kadından biriydi.
Bundan sonra kır evlerinden villalara ve apartman bloklarına, birçok bina tasarladı ve inşa etti. Ayırt edici özelliği, peyzajla ve geleneksel zanaatkârlıkla uyumlu bir modernist mimarlık geliştirmiş olmasıydı.
Kolombo’daki ilk binası Pieris Evi de aynı özellikleri taşıyordu: geleneksel el sanatlarını yansıtan koyu kırmızı ve altın varak çizgili lake merdiven korkulukları; kapılara monte edilmiş palmiye liflerinden dokunma panolar ve benzer desen ve renklerde duvar çinileri.
Varlıklı bir aileye sahip olmasına ve dünya çapında seçkin çevresine rağmen, derdi arkadaşlarına evler tasarlamaktan ibaret değildi. Geleneksel yöntemleri modernist tasarımlarıyla bağdaştırma çabası aynı zamanda çoğu yoksul olan zanaatkârlara iş alanı açmayı hedefliyordu. 1950’lerde adanın ikinci büyük kenti Kandy’de memurlar için ezberleri bozan bir toplu konut projesi yaptı. De Silva ilerde bu konutlarda yaşayacak olanlarla uzun görüşmeler yaptı; sonra onların tercihleri doğrultusunda farklı konut tipleri tasarladı. Konutların bazılarını ev sahipleri kendileri inşa ettiler. Bu katılımcı yaklaşım zamanın onlarca yıl ötesindeydi.
Yerli bir inşa tekniği olan dalları örüp çamurla sıvama yöntemiyle deneyler yaptı; Fernando Evi gibi binalarında sıkıştırılmış toprak kullandı. Bugün ekolojik konutların inşasında bu yöntemden yaygın olarak yararlanılıyor. Kolombo’nun biraz güneyindeki Fernando Evi aynı zamanda De Silva’nın düşük maliyetli bina inşa etme konusundaki denemelerinin ürünüydü. 1955 tarihli bir makalesinde De Silva “Kolombo gibi aşırı bir nüfusun barındığı sıkışık kentlerde rahatça yaşamanın yeni yollarını bulmalıyız. Geniş bahçeler, serin ve ferah sütunlu salonlar artık yok…” diyordu.
Fernando Evi kompakt bir küpten oluşuyor. Evin ortasında yer alan merdiven ile evin etrafındaki verandalar ve kapı lentosu ile tavan arasında bırakılan boşluklar sayesinde mekânın içinde serin havanın dolaşımı sağlanıyor. Sıcaklıkların çoğu zaman 30 dereceyi aştığı, %90 nem oranına sahip bir kentte bu tür önlemler hayati değer taşıyor. Hâlâ bu evde yaşayan Bayan Fernando, “gayet hoş ve akıllı bir hanımdı” diye bahsediyor De Silva’dan. Yemek odasında sohbet ediyoruz; ucuz bir ahşaptan ama müthiş bir işçilikle yapılmış yanı başımızdaki merdiven sanki odaya güneş ışığı saçıyor. Bayan Fernando, mimarın inşa yöntemlerinin iyileştirilmesi ve maliyetin düşürülmesi için çok çabaladığını anlatıyor. “Her zaman işbirliği yapmaya hazırdı” diye de ekliyor.
Tüm uzak görüşlülüğüne rağmen De Silva’nın mimarlığa katkıları uzun süre göz ardı edildikten sonra, çoğu zaman gönülsüzce teslim edildi. Sri Lanka mimarlığının öncüsü olarak adı anılan isim o değil, hep Geoffrey Bawa oldu; halbuki De Silva ondan on yıl önce geliyordu. Yazar ve mimar David Robson’ın işaret ettiği gibi, Geoffrey Bawa’nın göklere çıkarılmasına neden olan başyapıtlarını yaratması, De Silva’nın Avrupa modernizmi ile yerel mimarlığı bağdaştırma denemeleri sayesinde mümkün olmuştu. Müşterileri, hatta kendi müteahhidi onu bir kadın olarak gördüklerinden, fikirlerini kuşkuyla karşıladılar. Pieris Evi’ni inşa ederken, müteahhit, De Silva’nın tasarımını Londra’daki bir mühendise tasdik ettirmesini şart koştu. Bir zamanlar hem Bawa hem De Silva ile çalışmış olan C. Anjalendran, “bu tam anlamıyla erkek şovenizmiydi” diye hatırlıyor. Önüne konan engeller De Silva’nın tavrını sertleştirmesine yol açtı. Fernando’nun oğlu Charith’ a göre: “Bu tür bir mesleği icra eden bir kadınla karşılaşmak o günlerde alışılmadık bir durumdu. O ise dediğim dedikti – işçileri gayet iyi idare ediyordu. Zırvalamalara hiç tahammülü yoktu”. Ama bütün bunlar yeterli olmadı. Sertleştikçe De Silva’nın adı “zor kadın”a çıktı. 1950’lerdeki yoğun inşaat faaliyetinin ardından, giderek iş alamaz oldu. Bawa’nın işleri ise aynı yıllarda fırladı. Bawa’nın yakın çalışma arkadaşı Ismeth Raheem, De Silva’nın ona kadın olduğu için bir kenara itildiğini; işlerinin hiçbir zaman ciddiye alınmadığını defalarca söylediğini hatırlıyor. Anjelendran’a göre “o yıllarda gelişmekte olan bir ülkede, bir erkek mesleğinde kadın olarak varlık göstermek neredeyse imkansızdı”. Üstelik bu kadın bir de kendisine ücret ödenmesini bekliyordu.
Sri Lanka Mimarlar Enstitüsü 1996’da –Bawa’dan 16 yıl sonra– De Silva’yı altın madalyayla ödüllendirdiğinde, o mali zorluklar içindeydi, dışlanmış ve yalnız kalmıştı. İki yıl sonra Kandy’de bir hastanede tek başına öldü. Banyosunda düştükten günler sonra bulunmuştu. 80 yaşındaydı.
Ölümünün üzerinden geçen 20 yılda Kandy’deki evi ve stüdyosu harabeye dönmüş durumda. Kimi orijinal detayları yerli yerinde duruyor ama ahşap aksamı nemden çürüyor, tavan panelleri düşüyor. Acilen onarılması gerek. Yalnız o değil, De Silva’nın ardında bıraktığı birçok bina benzer durumda. İlk inşa ettiği yapı olan, Kandy’deki bir tepenin yamacına yayılan tek katlı villa şimdiki sahipleri tarafından yıkılmak üzere. Fernando Evi’nin olduğu gibi ayakta kalmış olması muhtemelen Bayan Fernando’nun hayatta kalması sayesinde.
De Silva’nın yapıtları yeniden canlandırılacak mı? 1980’lerin sonunda City School of Architecture’da ders veren Anjalendran, De Silva’nın unutulmaması için binalarının ders programına dahil edilmesini sağlamış. Son yıllarında De Silva’yı sık sık ziyaret eden Anjalendran, onun ne kadar tasalı olduğunu hatırlıyor. “Kimse onu görmeye gitmiyordu. Kendini yalnızlığa mahkum etmişti.” Gerçekten de Sri Lanka’da sevilen bir kişi olduğuna dair neredeyse hiçbir işaret yok. Ancak Kolombo’nun ilerici mimarisine dikkatli bir bakış De Silva’nın ne kadar etkili olduğunu göstermeye yetiyor: Sri Lanka parlamentosunun Kandy tarzındaki çatısı ya da kentin her yanındaki oturma odalarına ferahlık veren, gökyüzüne açık iç bahçeler.
Butik otellerden orta sınıf için apartman dairelerine, her türlü binasında görülen el dokumaları, lake eşyalar, pirinç detaylar hep aynı fikir kaynağından çıkıyor. 1950’lerde bu fikirler radikal sayılıyordu, hele ki hem zenginler hem yoksullar için kullanıldığında. Bugün tehdit altındayken yine radikaller. Yakın zamana kadar iç savaşla parçalanan Sri Lanka’nın kentleri şimdi bitmek tükenmek bilmeyen bir inşaat faaliyeti altında eziliyor. İddialı projelerden birisi olan Port City Colombo, Dubai usulü, deniz doldurularak inşa edilen lüks yüksek bloklardan oluşuyor. Son yıllarında De Silva ile çalışmış olan Britanyalı mimar Selva Sandrapragas, “De Silva görse, nefret ederdi” diyor; “inşa edildiği yerin tarihine, kültürüne, coğrafyasına en ufak duyarlılığı yok. Eski kent merkezini çevreliyor, var olan bağlamı yok ediyor, denizle bağını koparıp boğuyor. Herhangi bir başka yerde de inşa ediliyor olabilirdi: Singapur’da, Dubai’de, ya da Hong Kong’da”.
* Shiromi Pinto’nun Minette de Silva’nın hayatına dayanan romanı Plastic Emotions, 2019 yazında Influx Press tarafından yayınlanacak.
[The Guardian’daki İngilizce orijinalinden Mithat Yıldız tarafından E-Skop için çevrilmiştir.]