Kamu garantisi ipotektir – Çiğdem Toker (Cumhuriyet)

3. köprüde, devletin müteahhit firmalara, günlük 135 bin araç geçişi garantisi verdiğini aktaran yazım geniş ilgi gördü.
Aslında, yepyeni bir şey yazmamıştım orada.
Dört yıl önce, adeta davul çala çala herkese açık yapılan ihaleyi hatırlatıp bu ihaleyi kazanan İçtaş-Astaldi’ye sağlanan garantilerden söz etmiştim. (Epeyce teşekkür geldi, herkes sağ olsun.)
Fakat 135 bin aracın altındaki her eksik için müteahhide 3 USD ödeneceği bilgisini hatırlatmam, bazı AKP taraftarlarını ziyadesiyle rahatsız etti.

Terbiye sınırlarını aşanlar bir kenarda dursun, eğlenceli olanları burada paylaşayım:
O köprüden bitince ben geçmemeliydim. Tabii ki bu garanti verilecekti. Bu “eser”i ben yapamıyorsam neden rahatsız olup yazıyordum? Kaldı ki, iki köprüden geçen araç sayısı 135 binin çok üzerindeydi, 135 bin araç bu köprüden geçmesindi? Bunu yazmanın ne gereği vardı ki? Vatan haini miydim, yoksa terör örgütü mensubu mu?
***
Garanti meselesine devam ediyoruz. Etmeliyiz; çünkü yapısal olarak pek çok projede kamu garantileriyle iç içe geçmiş Hazine garantisi meselesi, çocuklarımızın geleceğini ipotek altına alacak riskler içeriyor.
Düşünün ki, Hazine nakit dengesi ve bütçede yol açtığı sorunlar nedeniyle 2001 krizinin ardından kaldırılmış; fakat “ben sana mecburum” tadında zorunluluğa dönüşen, iktidar/sermaye ilişkisiyle yeniden yasalaşmış bir düzenlemeden söz ediyoruz. Bu arada “Hazine garantisi” kavramının tarihsel arka planını gayet iyi hatırlayan “kurmaylar” göz boyamak için bu işin adını bazı projelerde “Borç Üstlenimi” diye değiştirdilerse de devletin üstleneceği fatura açısından, sonuç fark etmeyecek.
Borç üstlenimi de nitelik olarak “Hazine garantisi”dir.
***
Hazine garantisi, kamu kurumlarının, aldıkları dış borçların geri ödenmesinde sorun çıkarsa, Hazine’nin ödeme taahhüdü vermesi.
3. köprü vesilesiyle gündeme taşıdığımız kamu garantilerinde ise yine devlet bu kez şirketlere doğrudan -o borcu bulmasını kolaylaştırmak için- tarife, gelir ve alım garantisi sağlıyor. Köprüyse, oradan geçecek araç sayısı; havalimanıysa oraya ayak basacak yolcu sayısı, hastaneyse, o hastaneye yatacak hasta sayısını, şirkete garanti ediyor. “Ey müteahhit” diyor: “Şu kadar araç geçmezse, şu kadar yolcu inmezse, şu kadar kişi hasta olup hastaneye yatmazsa aradaki farkı sana ben ödeyeceğim.”

Peki “ben” dediği kim? Tabii ki siz, biz… Tıpkı Cumhurbaşkanı’nın Anayasa Mahkemesi’ne veryansın edip, AİHM tazminatını öderim derken kendi banka hesabını değil, bizlerin vergilerinden oluşan bütçeyi kastettiği gibi; ihaleyi yapan bakanlar da bütçenin parasını müteahhide taahhüt ediyor.
Nasıl bir taahhüt?

Yap-İşlet, Yap-İşlet-Devret, Yap-Kirala- Devret modelli bu ihalelerin ardından imzalanan sözleşmelerde belirlenen bu tarife, nedense hiçbir zaman TL üzerinden olmuyor.
Ya USD, ya Avro üzerinden bir sözleşme imzalanıyor. Hazine dışında herkesin kendini garantiye aldığı, hayli “milli” bir tarife.
Milli anayasa gibi milli.
***
Kalkınma Bakanlığı’nın “Dünyada ve Türkiye’de Kamu Özel İşbirliği Uygulamalarına İlişkin Gelişmeler” raporuna göre, -söz ettiğimiz garantileri içeren- sözleşme büyüklüğü 2015 yılı fiyatlarıyla 115 milyar doları geçti. Peki 3. köprüden şehir hastanelerine, 3. havalimanından gar, liman projelerine kadar, devletin proje niteliğine göre verdiği bu garantiler Hazine’ye yıkılmadan sorunsuz yürüyebilecek mi?
Cevabı başka bir yazıda.