İSKİ’nin su analizleri ne kadar güvenilir? – Bülent Şık (Bianet)

İSKİ’nin su analiz raporlarına göre İstanbul’un sularında hiç bir sorun yok. Peki gerçek durum bu mu? Gelin, İSKİ’nin su analiz raporlarını birlikte inceleyelim

İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) her ay çeşitli su varlıklarından-kaynaklarından aldığı su örneklerinde insan ve çevre sağlığı için önem arzeden toksik kimyasal maddelerin analizini yapıyor.

İSKİ’nin analiz sonuçlarını internet sitesinde ilan edip, kamusal erişime açık kılması takdire şayan. Ülkemizdeki kamu kurumlarının yaptıkları faaliyetleri açık etmesi pek de alışık olmadığımız bir şey. Ama ortada gerçek bir bilgilendirme ya da şeffaflık durumu var mı yakından bakalım.

Aşağıda İSKİ’nin internet sitesinde görülebilecek bir su analiz raporu var.

Raporun sadece bir kısmını aldım; tamamı linkini açıp, Ağustos 2018 tarihli rapor seçilerek görüntülenebilir. Sitede yer alan raporlar incelediğinde İstanbul sularında bir kimyasal kirlilik sorunu olmadığı; kimyasal kirlilik parametreleri açısından Türk Standartları Enstitüsü’nün su standardına ya da uluslararası kurumların sularla ilgili kirlilik yönetmeliklerine aykırı bir durum olmadığı görülecek.

Peki gerçek durum bu mu?
Gelin Ağustos ayına ait raporu birlikte inceleyelim. Yanıt arayacağımız temel soru şu: İSKİ’nin yaptığı ve internet sitesinde paylaştığı analiz sonuçlarına ne kadar güvenebiliriz? Bu soru ile bağlantılı bir başka soru da İSKİ’nin sunduğu su analiz raporlarının gerçek durumu ne kadar yansıttığı.

Yukarıda yer alan analiz sonuç raporunda parametre adını taşıyan ilk sütun su örneklerinde varlığı araştırılan kimyasal maddeleri belirtiyor. TS 266 (Türk Standartları Enstitüsü tarafından çıkarılan 266 numaralı su standardı), Dünya Sağlık Örgütü, EPA ve Avrupa Birliği başlığını taşıyan sütunlarda ise norm oluşturma yetkisine sahip bu kurumlar tarafından belirlenmiş suda bulunabilecek bir kimyasal maddenin aşmaması gereken üst sınır; yani maksimum kalıntı limiti değerleri var.

Örneğin her dört kurum sularda arsenik için aşılmaması gereken kalıntı limiti değerini 0.01 miligram/litre olarak belirtmiş. Yani bir litre suda bulunabilecek maksimum arsenik miktarı 0.01 miligram olabilir. Mikrogram miligramın binde biridir ve 0.01 miligram aynı zamanda 10 mikrogram demektir. Bunu söylüyorum çünkü bazı analiz raporları mikrogram cinsinden de ifade edilebilir.

Analiz raporunda su örneklerinin alındığı Büyük Çekmece, İkitelli ve Kâğıthane gibi yerleşim yerlerini temsil eden sütunlar arsenik satırı ile kesiştirildiğinde ilgili yerleşim bölgesi için analiz sonucunda bulunan değere ulaşıyoruz. Örneğin arsenik için yapılan analizlerde Büyük Çekmece’den alınan su örneğinde tespit edilen arsenik miktarı 0.0007 mg/Litre olarak bulunmuş. Gerek TS 266’da ve gerekse diğer kurumlar tarafından arsenik için sudaki maksimum kalıntı limiti değeri litrede 0.01 miligram olarak belirtilmişti. Bu durumda analiz sonucunda bulunan 0.0007 miligram değeri maksimum kalıntı limiti değerini aşmadığı için Büyük Çekmece’den alınan su örneğinde arsenik açısından bir sorun olmadığı sonucuna varabiliriz.

Aynı akıl yürütmeyi raporda yer alan diğer kimyasal maddeler için de yapmak gerekir. Yapılan değerlendirme sonucunda tek bir analiz parametresi bile uygunsuz çıksa o suyun içilmemesi gerekir; ama raporlarda böyle bir duruma rastlamıyoruz.

Analiz onuçları güvenilir mi?
Bir laboratuvarın yaptığı analizlerin güvenilir olup olmadığını anlamanın birinci yolu laboratuvarın analitik çalışma verileri ile ilgili ayrıntıları bilmektir. Ülkemizde gıda, su, çevre analizleri yapan kamu kurumlarının bu konuda herhangi bir bilgi paylaşması ne yazık ki söz konusu değil.

Bir laboratuvarın analiz sonuçlarının güvenilirliğini etkileyen pek çok faktör var: Personel, uygun donanım, uygun çalışma koşullarının sağlanması, laboratuvar akreditasyonu, yurt içi ve yurt dışı yeterlilik testlerine katılım gibi.

Bu yazıda bütün bu faktörlere değinme olanağımız yok. Amacımız bir yurttaş olarak İSKİ’nin yaptığı laboratuvar analizlerinin güvenilirliğini anlamak. Ancak İSKİ’nin sunduğu analiz raporu sonuçlarına bakarak yapılan analiz çalışmalarının güvenilir olduğunu, içme sularında bir sorun olmadığını söyleyebilir miyiz?

Söyleyemeyiz. Peki neden?

Yukarıdaki analiz raporunda analiz metodu ile ilgili detaylar yer almıyor. Hangi analiz cihazının kullanıldığı, analiz yönteminin tespit limitinin ne olduğu, analizlerin akredite bir laboratuvarda yapılıp yapılmadığı, eğer laboratuvar akreditasyonu varsa uluslararası yeterlilik testlerine katılım sağlanıp sağlanmadığı vb. gibi hususları bilmiyoruz.

Örneğin analiz cihazlarının gerekli bakım ve onarımlarının zamanında yapılmaması ya da kirlenme gibi çeşitli etkenler nedeniyle analiz yönteminin hassasiyeti azalır, kalibrasyonu bozulur ya da tespit limiti değişir. Gerekli düzeltmeler yapılmadığında hatalı sonuçlar alınması kaçınılmazdır.

Bu problemlerin üstesinden gelmenin en uygun yolu laboratuvar içerisinde iyi işleyen bir kalite sistemi kurmak ve laboratuvarı akredite etmektir. Akreditasyon özetle söylemek gerekirse bir laboratuvarda yapılan bütün faaliyetlerin dış denetime tabi tutulmasıdır. Prensip olarak denetçi kurumun bağımsız ve gerektiğinde laboratuvar faaliyetlerini askıya alabilecek bir pozisyonda olması esastır.

Akreditasyon yeterli mi?
Bir laboratuvarı akredite etmek zor değil. Dahası akredite bir laboratuvar da zaman içinde çalışmalarını gevşetebilir ya da savsaklayabilir. Bu gibi uygunsuz durumları bir yurttaş olarak anlamaksa çok zor. İşin içine girmek, yani direk laboratuvar çalışmalarına dâhil olarak ne yapıldığını –ya da yapılmadığını- yerinde görmek gerekiyor. Ama bunu yapmak da pek mümkün değil. Ancak bir laboratuvarın uluslararası yeterlilik testlerine katılıp katılmadığını ve eğer katıldıysa elde edilen sonuçların açıklanmasını talep etmek mümkün. Ve bu herkes tarafından da yapılabilir bir şey. Laboratuvar faaliyetlerinin düzgün yapılıp yapılmadığını anlamanın bir yolu budur.

Yeterlilik testlerinde bu konuda uzmanlaşmış, tercihen uluslararası bir kurumdan temin edilen analiz örneği çalışılır. Çalışmayı yapan laboratuvar örneğin içinde hangi kimyasal maddenin ne miktarda bulunduğunu bilmez. Çalışma sonrası sonuç raporu yeterlilik testini düzenleyen kuruma gönderilir. Testi düzenleyen kurum gelen sonuç raporundaki değerlere göre çalışma örneğindeki kimyasal maddelerin doğru tespit edilip edilemediğini değerlendirir.

Çalışma alanına giren konularda sık sık yeterlilik testlerine katılan ve geçer sonuç alan bir laboratuvarın yaptığı analizlere güven duyulabilir. Gerçi bu konuda da ülkemizde sorunlar var ama bu yazıda o sorunlara değinmeyeceğim.

Bu bilgiler ışığında İSKİ’nin su analiz raporlarında kullanılan analiz yöntemi; analiz yönteminin akredite olup olmadığı; laboratuvarın uluslararası yeterlilik testlerine katılıp katılmadığı, eğer katıldıysa ne sıklıkta katıldığı ve ne gibi sonuçlar alındığı gibi detaylara yer verilmediği sürece kamusal erişime açık kılınan analiz raporlarının bir güvenilirliği olmadığı söylenebilir.

Daha kritik bir mesele
İSKİ’nin sunduğu su analiz raporlarının gerçek durumu ne kadar yansıttığı konusunun da bir mesele olarak görülmesi gerektiğini söylemiştim. Analiz çalışmalarında sulara bulaşması muhtemel bütün kimyasal kirlilik etmenlerinin araştırılıp araştırılmadığı ile ilgili bir meseledir bu.

Su İşleri Genel Müdürlüğü, 2014 yılı sonunda tamamladığı bir çalışmayla Türkiye genelinde yeraltı ve yerüstü sularına bulaşması muhtemel bütün noktasal ve yayılı kaynaklı kirlilik etmenlerini belirlediğini açıkladı.

Kirletici kaynakların niteliğine göre su kirliliği noktasal kirlilik ve yayılı kirlilik olmak üzere iki farklı sınıfta inceleniyor. Noktasal kirlilik bir arıtım tesisi veya fabrika gibi belirli bir noktadan kaynaklanan kirliliği, yayılı kirlilik ise bir tarım havzası gibi belirli ve tek bir kaynağı olmayan, geniş bir sahadan ya da çeşitli noktalardan yayılan kirlilik etmenlerinin zamanla belli bir yerde birikmesi sonucu açığa çıkan kirliliği ifade ediyor.

2014 yılında açıklanan söz konusu çalışmada ülkemizde sulara bulaşması muhtemel 116 noktasal ve 133 yayılı kaynaklı olmak üzere 249 adet kimyasal kirletici tespit edildi.

Bu durumda İSKİ ne yapmalı?
Öncelikle ülkemizdeki endüstriyel, tarımsal, evsel çeşitli kaynaklardan sulara karışması muhtemel toplam 249 kimyasal kirleticinin kaç tanesinin İstanbul’daki yeraltı ve yerüstü sularına bulaşmasının muhtemel olduğunu tespit etmek gerekiyor. Sonra yapılan analiz çalışmalarının kapsamını sulara bulaşması muhtemel kimyasal kirlilik etmenlerinin tümünü tespit edecek şekilde genişletmek gerekiyor. Aslında sadece İstanbul için değil Türkiye genelinde her ilde yapılması gereken bir çalışma bu.

Sularda kirlilik izleme çalışmaları güvenilir kılınabilir mi?
Bu yazıda değerlendirmeye çalıştığımız İSKİ’nin Ağustos 2018 tarihli analiz raporunda 35 civarında kimyasal parametre için analiz çalışması yapıldığı görülebilir. Bu durumda akla şu soru gelmeli: Sulara bulaşması muhtemel 249 kimyasal madde varsa, bunların kaç tanesi İstanbul’daki sulara bulaşabilir ve acaba kaç tanesi için İSKİ bir analiz çalışması yapıyor?

Su analiz raporlarında analiz edilen kimyasal parametre sayısı 35 adet görünüyor; bu durumda sulara bulaşması muhtemel kimyasal maddelerin en az yüzde sekseninin analiz kapsamında yer almadığı söylenebilir. Dolayısıyla gerçekte ne boyutta bir kimyasal kirlilik var bilmiyoruz. Meseleye bu açıdan baktığımızda da İSKİ’nin yaptığı ve sonuçlarını ilan ettiği su analizlerinin güvenilir olmadığını, gerçek durumu yansıtmadığını söyleyebiliriz.

“Eyvah çeşmeden akan suyu da mı içemeyeceğiz!” diye soracak endişeli yurttaşlara burada dile getirilen her sorunun bir çözümü olduğunu söylemeliyim. Çeşmelerden akan su içilebilir olmalıdır. Suya erişim bir sosyal haktır. Kamu kurumlarının su varlıklarının kirlenmesini önlemesi, kirliliği periyodik çalışmalarla izlemesi asli görevlerinden biridir. Ve bütün bunlar yapılabilir şeylerdir.

Neden yapamıyoruz; bu sorunları neden çözemiyoruz sorusunun yanıtını ise içinde boğulduğumuz siyasal atmosferde aramalı.