Bu Bir Sınıf Mücadelesidir – Prof. Dr. Beyza Üstün – Röportaj (sendika.org)

Yıldız Teknik Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Beyza Üstün’le, “Yaşamı Savunanlar İstanbul’da” etkinliği üzerine konuştuk. Suyu, toprağı, ormanı için mücadele edenleri buluşturup, bir yol haritası çıkarmaya çalıştıklarını belirten Üstün, hükümetin Orta Vadeli Plan’la saldırıları hızlandıracağına dikkat çekiyor. Üstün, Bergama’nın ardından çevre mücadelelerinin sınıf karakterinin öne çıktığını belirtiyor…

Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu bu haftasonu düzenlenecek olan forumla neyi amaçlıyor? Özetle, kimler ne istiyor?
Bu forum; suyuna, toprağına, emeğine sahip çıkanları, kapitalizmin saldırısı altındaki bütün alanlarda mücadele edenleri bir araya getirmeyi hedefliyor. Bunun birkaç amacı var. Bir tanesi mücadele edenleri birbiriyle yakınlaştırmak, buluşturmak; yalnız olmadıklarını ve kapitalizmin her alanda saldırısının olduğunu hepsine aktarmak.

Bu etkinlikte daha çok, mücadele eden halk konuşacak. Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu buna ev sahipliği yapacak. 100’e yakın bileşeni var Platform’un. Sendikalar, meslek odaları, devrimci örgütler, yazarlar, çizerler, öğretim üyeleri gibi pek çok bileşeni var. Biz uzun süredir birlikte mücadele ediyoruz. Mücadele alanları öylesine birbirine geçişli bir hale geldi ki, aynı mücadeleden örgütler her alanda karşı duruş sergilemeye çalışıyor. Biraz da bu dağınıklığı toparlamak istiyoruz. Aslında hepimiz aynı amaç için mücadele ediyoruz.

Forumun ikinci amacı ise bu birlikteliğin stratejisini, yol haritasını çıkarmak. Tabii önce forumlarda bu birlikteliği uzun uzun tartışacağız; çünkü, mücadele eden her örgütün farklı mücadele teknikleri ya da amaçları var. Bunları ortaklaştırmaya çalışacağız.

Şu anda Türkiye’nin her yerinde ve her alanda ticarileştirme saldırısı söz konusu. Büyük kentlerde mahallelerde insanlar suya erişememeye başladı. Kontürlü sayaçlarla ön ödeme uygulamalarına geçildi. Halk bunun zorluklarını yaşamaya başladı, daha da yaşayacak. Yörelerde derelerin şirketlere devriyle hem nehir tipi hem baraj tipi hidroelektrik santrallerin yapımı hızlıca sürüyor. Bunun için yasa da tanımıyorlar. Yürütmenin durdurulduğu yerlerde dahi çalışmalar devam ediyor.

Orta Vadeli Plan’ı okuyanlar çok iyi bilirler, nükleer santral çalışmalarına yol verildi. İhaleler için harekete geçtiler. Orta Vadeli Plan’da hem nükleer santral projelerini hem de rüzgar enerjisi su, enerjisi gibi kendi ifadeleriyle “yenilenebilir” dedikleri teknikleri de içeren çalışmaları yoğunlaştırdılar. 10 Ekim’de de Resmi Gazete’de yayınladılar. Termik de bunlardan bir tanesi.

Bunun yanı sıra ormanlara ve madenlerin olduğu alanlara yönelik bir saldırı var. Bunların tarım alanı olması, zeytinlik olması, ormanlık olması fark etmiyor. Aynı şekilde yeraltındaki rezervlerin gün ışığına çıkarılması için yasada yaptıkları değişikliklerle saldırılarını hızlıca yaşama geçiriyorlar.

İstanbul’daki bu buluşmanın ön çalışması Ankara’da olmuştu. Ama bu bir ilk sayılabilir. Katılanlar arzu ederlerse bundan sonra da birlikte mücadele etmenin yöntemleri kurgulanacak. Çünkü ne Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Pllatformu’nun ne diğer katılan bileşenlerin “şu şöyle olsun bu böyle olsun” gibi bir yönlendirmesi var. Biz sadece bir araya geleceğiz, stratejiyi konuşacağız, bu stratejiden ne çıkarsa kamuoyuyla da paylaşacağız. Bir tek şeyden eminiz, yolumuza hep beraber devam edeceğiz.

Platform’un yürüttüğü bu mücadelede bir özgünlük göze çarpıyor. Akademiyle köylülerin, kent yoksullarının mücadelesinde biraz daha fazla etkileşim görüyoruz…

Biraz haklılığınız var ama bu kadar da keskin değil. Su Politik diye bir bileşenimiz var bizim. O bileşenin üyeleri genelde akademiden geliyor, belki de bu yanıltıyor. Aslında Su Platformu’nun böyle bir misyonu yok. Akademiyle halkı karşılaştırmak gibi bir misyonu yok. Ama keşke başarabilsek, çok güzel. Karşılaşılıyor tabii. Uygulamada bunu resmen görüyoruz. Çünkü bilgiyi akademiden alıyor, ihtiyacı var. Halk bilmiyor başına gelecekleri.

Bunun için de içimizde akademiden gelen arkadaşlar Su Politik gibi, Öğretim Üyeleri Derneği gibi farklı bileşenlerin içinde de dağılmış olan öğretim kadrosu bu işi yapıyor ve hakikaten halkla buluştu. Belki bu da bir ilk Türkiye’de. Biliyorsunuz çok elit bir yerde durur akademi. Ve bir türlü de sınıf mücadelesi içinde çok aktif rol almaz. Su Platformu’nda bu da başarıldı ama açıkçası başındaki kurgu böyle değildi. Yaşamdaki uygulama da bize bunu gösterdi. Biz buluştuk ve bundan da çok memnunuz çünkü sadece akademiden gelen arkadaşlar bir şey öğretmiyor, akademiden gelenler de mücadelen çok şey öğreniyorlar. Karşılıklı bir öğrenme süreci ve karşılıklı bilgi aktarma süreci var. Dediğiniz gibi düşünmek mümkün. Herkes aynı fikirde olmayabilir. Ama uygulamada bu gerçekleşti…

Çevre mücadelesi dediğimiz şey bir on yıl öncesine kadar daha çok, orta sınıf muhalefeti ya da burjuva duyarlılığı denebilecek bir temelde yürüyordu. Şimdi ise 10 yıl önce çevre mücadelesinin bayraktarlığını yapanların çok da kenarda olduğu, hatta içinde yer almadığı bir çevre mücadelesi var önümüzde. Kapitalizm karşıtı bir temelde yürüyor. Bu da Türkiye’de toplumsal muhalefetin yeniden şekillenişinde neoliberal döneme özgü bir temel taştır diyebilir miyiz?

Vallahi hepimiz o temel taş olmasını umut ederek mücadele ediyoruz. Çevre mücadelesi ya da çevreci dendiğinde hep belli bir sınıfın içinden gelen insanların kendileri için yaptıkları, birtakım kulüplerin yaptığı mücadeleler akla gelirdi. Mücadele de denmez ya onlara; daha çok şirket ortaklıklarının oluşturduğu çalışmalardı, gruplardı, derneklerdi.

Ama bana göre çevre mücadelesi gerçek anlamda Bergama’da başladı. Yani çevrenin içinde hasbelkader olan bir insan olarak ben böyle görüyorum. İlk defa sınıf mücadelesi çevre ile Bergama’da buluştu. Orada halk hiçbir şey bilmediği halde yaşamına, toprağına sahip çıkmaya başladı. Bergama çok başarılmış bir mücadele değil. Biliyorsunuz oradaki altın madeni, hala işletiliyor. Ancak mücadele başlangıcı ve mücadele tarzı olarak bana göre çok iyi başarılmış bir mücadele. Çünkü çevre mücadelesi artık sınıf mücadelesi halinde dönüşmeye başladı ve arkası geldi.

İşte hemen arkasından dereleri yaşatmak için, diğer bölgelerde maden aramalarına karşı bir mücadeleleri yaşadık. Termiğe karşı Sinop civarında verilen büyük mücadeleleri yaşıyoruz. Baraj suları altında kalmaması için Munzur’da, Allianoi’de, Hasankeyf’te yaşıyoruz. Bunların hepsi bana göre gerçekçi bir sınıf mücadelesi çerçevesini Bergama’dan sonra aldı. Bana göre bir ilk Bergama.

Onun dışında hep halkın aklında işte TEMA gibi, şirketlerin organizasyonuyla yürütülen biraz da şirketlerin kendi reklamları olan bir mücadele kimliği geliyordu. Onlar zaten çevre mücadelesi değil, kapitalizme karşı verilmiş mücadeleler değil. Daha çok etrafımız temiz görünsün, işte çiçek böcek… Bunun için de çevreciden, çevre mücadelelerinden herkes ürker, rahatsız olur.

Asıl çevre mücadelesi bence Bergama köylüsünün verdiği mücadeledir. Ya da Maden Mahallesi’ndeki içme suyuna erişemeyen halkın verdiği mücadeledir. Derelerini korumak için Karadeniz’de, Munzur’da, Akdeniz’de ve ya Ege’de halkın verdiği mücadeledir çevre mücadelesi. Bir sınıf mücadelesidir. Çünkü kapitalistler her alana el attılar. Dolayısıyla çok açıktır, çevre mücadelesi gerçek kimliğine oturmuştur Türkiye’de.

kaynak: sendika.org