Bilindiği gibi, bundan tam 17 sene önce Marmara Bölgesinde 17 Ağustos günü saat 03.02`de meydana gelen deprem, ülkemiz sınırları içinde 1939 büyük Erzincan depreminden sonra ülke tarihinin en büyük ikinci yıkımına neden olmuş, yaklaşık 18 bin vatandaşımız bu depremde yaşamını yitirmiş, 50 bine yakın vatandaşımız yaralanmış, yüz binlerce konut hasar görmüş, bölgenin altyapısı tamamen çökmüş, toplam ekonomik kayıp ise 40-50 milyar doları aşmıştır. 17 Ağustos tarihinde meydana gelen bu deprem, jeoloji mühendisleri olarak sürekli tekrarladığımız, hatırlattığımız; ülkemizin deprem gerçeğini, vurdumduymazların suratına bir tokat gibi yapıştırmış, merkezi ve yerel yönetimlerin yönetici ve çalışanları gerçeği acı da olsa anlamak zorunda kalmıştı.
Odamızın bilgi birikimi ve çalışmaları ile yine konusunda yetkin ve deneyimli üyelerimizin önerileriyle, ilk yıllarda deprem zararlarının azaltılması konusunda yapılan çalışmalara bir hareketlilik getirmiş, konuyla ilgili merkezi ve yerel yönetimlerde Afet zararlarının azaltılması çalışmaları eksiklide olsa başlatılmıştır. Bu kapsamında; özellikle de deprem konusunda ülkemizde başlatılan eylem planları (UDSEP-Ulusal Deprem Stratejisi), uzman toplantıları (Deprem Danışma Kurulu), Türkiye diri fay haritasının yenilenmesi, deprem araştırmalarını destekleyen programlar (UDAP-Ulusal Deprem Araştırma Programı), yerel yönetimlerde toplum odaklı örgütlenmeler (mahalle afet gönüllüleri vb.), ulusal arama kurtarma derneklerinin çeşitlenmesi (Akut, Umke vb.), ulusal deprem gözlem ağlarının güncellenmesi ve geliştirilmesi gibi çalışmalar yürütülmüştür. Ancak, özellikle belirtmek gerekir ki; bütün bu girişimler başta İstanbul ve Marmara Bölgesi olmak üzere ülkemizde meydana gelebilecek olası depremlerin zararlarını azaltmaktan uzak kalmış; ülkemizi depremlere karşı 1999 öncesine göre daha hazırlıklı hale getirememiştir.
17 Ağustos depreminden sonra Jeoloji Mühendisleri Odası olarak; ülkemizin deprem gerçeğinin ortaya konulmasına ilişkin yapılan çalışmalar ve elde edilen veriler kamuoyu ile paylaşılmış, hazırlanan rapor, bilgi ve belgeler ilgili kurum ve kuruluşlara aktarılmış, konuyla ilgili çok sayıda toplantı düzenlenmiş, deprem zararlarının azaltılmasına yönelik ulusal bir afet politikasının yapısal ve yasal önerileri sürekli vurgulanagelmiştir.
Merkezi ve yerel yöneticiler ile toplumun tüm kesimlerini “ülkemizin deprem gerçekliliği ve yaklaşan afet tehlikelerine karşı” uyarmamıza rağmen;
Görülüyor ki;
Yılda ortalama 25000 adet deprem çözümü yapılan, aktivitesi kanıtlanmış ülkemizin deprem gerçeği göz ardı edilmeye devam ediliyor, vurdumduymazlık süregeliyor.
2011 yılından beri toplanmayan Deprem Danışma Kurulu deprem konusunda halkı bilgilendirme çalışmalara yön vermek için hiçbir çalışma yürütmüyor.
Ulusal Deprem Stratejisi “UDSEP” çalışmalarının son yıllarda ne aşamada olduğunu bilen yok.
Ulusal Deprem Araştırma Programı “UDAP” kapsamında tüm yerbilimleri camiasını yakından ilgilendiren yapı üretimi ile mühendislik proje ve hizmetlerinin gerçekleştirilmesi için de önemli kaynak teşkil eden paleosismoloji çalışmalarının desteklenmesi durdurulmuş durumda. Nedenini bilen yok.
2011 yılında Van depreminden sonra büyük bir şaşaa ile çıkarılan ve ülkemiz deprem sorunu çözeceği belirtilen “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun”, kentsel rantın yönetilmesi ve dönüştürülmesinin aracı haline getirilmiş durumda, yüksek riskli alanlar için hiçbir çalışma yapılmıyor.
TBMM görüşülmekte olan torba kanun tasarısı içinde “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanunda” yapılan düzenleme ile Güneydoğuda yakılan-yılan kentlere ilişkin çalışmalar afet riski kapsamına alınacağı görülüyor. Afet riski ile terör eş anlamlı hale getiriliyor.
Kentsel planlama, yapı üretimi ve denetimi piyasa koşullarında alınır-satılır bir meta haline dönüştürülmüş, kamusal denetim yok edilmiş, meslek örgütleri de sistemin dışına itilerek toplum, afet riskleri ile karşı karşıya bırakılmıştır.
Birçok kurum ve kuruluşu ilgilendiren, çok aktörlü ve çok disiplinli afet yönetim sistemi içerisinde; merkezi ve yerel yönetim, meslek örgütleri, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve toplumun tüm kesimleri arasında, sistemin her aşamasındaki (zarar azaltma, önceden hazırlık, müdahale ve iyileştirme) görev, yetki ve sorumluluklar arasında akılcı dengeler, rol ve görev dağılımları oluşturulamamış, sürdürülebilir, etkili ve verimli bir yönetim yapısı geliştirilememiştir.
Kısacası ülkemizde; deprem konusunda etkin çalışılmıyor, mevcut planlar bile sonuçlandırılamıyor. Toplum olarak da 1999 ve sonrası yaşanan depremlerin acı sonuçlarını unuttuk; Ancak, doğa depremlerle, heyelan, taşkın ve sellerle sürekli kendini hatırlatmaya devam ediyor. Doğanın uyarı mesajlarını dikkate almamanın sonuçları dünden çok daha acı olacak.
Depremleri önlememiz mümkün değildir, ancak zararlarını, acı sonuçlarını azaltmak bizim elimizdedir ve çok geç kalmamıza rağmen hala yapılabilecekler vardır. Yeter ki ortak aklın oluşturulması konusunda bir niyet ve irade olsun.
TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası