Geçen cuma günü (17 Mart 2017) çoğunluğunu emekten yana akademisyenler ile sendikacı ve siyasetçilerin oluşturduğu 178 kişi, tüm işçi ve emekçilere referandumda “hayır” oyu kullanılması yönünde çağrı yaptı.
İstanbul ve Ankara’da eşzamanlı okunan çağrı metninde, işçi sınıfı ve emekçilerin ekonomik ve sendikal haklarına yönelik saldırılara karşı konfederasyon farkı gözetmeksizin birlikte hazırlıklı olunması ve 16 Nisan’daki referandumda sermayenin tek adam diktasını öngören rejimine de hayır denmesi gerektiği vurgulandı. İstanbul Taksim’deki Makina Mühendisleri Odası’nda yapılan basın toplantısı, gazetemizin emek sayfasında geniş bir şekilde yer aldı.
Emek örgütlerinden DİSK ve KESK, referandumda “Hayır” oyu kullanılması yönünde çağrı yaparken AKP paralelindeki Hak-İş ve Memur-Sen ise “Evet” yönünde tercihini belirtti. Türkiye Kamu-Sen resmi bir açıklama yapmamakla birlikte genel başkanları “Hayır” ı işaret etti. Türk-İş’ten henüz bir açıklama gelmedi.
Bu konuyu daha detaylı olarak ortaya koymadan önce bir, iki anekdotu sizlerle paylaşmak isterim.
Referandum sohbeti
Taksim’de toplantıya gitmeden önce tost, ayran satan küçük bir kafeye girdim. Referandum sohbetine başladık, sahibi dertli. Diyor ki, “İşler çok kötü, masrafı çıkaramıyoruz. Alışveriş yok. Referandumda kesin hayır kullanacağım. Evde çocuklar da öyle, yalnız bir hanımı ikna edemedim…”
Ertesi gün Suadiye Kazasker’de bir kebapçıda öğle yemeği yerken civardaki inşaatlarda çalışan işçilerle sohbet ettim. Bu işçiler inşaatların alçı, boya işlerini yapıyorlar. Ekip başı olan birkaç temsilciye referandumda nasıl oy kullanacaklarını sordum.
Biri ‘evet’ diğeri ‘hayır’ oyu vereceğini söyledi. ‘Evet’ oyu vereceğini söyleyen inşaat ustası, aslında AKP’li olmadığını, ancak evet ya da hayır oyu verilse de pek bir şeyin değişmeyeceğini belirtti. Özetle şöyle konuştu:
“Patronlarımız hayır dersek işlerin daha kötü gideceğini, ekonominin bozulacağını ve işlerimizi kaybedebileceğimizi söylüyorlar. Bu durum bizi etkiliyor.”
Kendisine, ‘evet’ çıkarsa ekonominin daha da kötüye gidebileceğini, Avrupa Birliği ile ilişkilerimizin bozulduğunu, yüzde 50’ye yakın ihracatımızın AB ile yapıldığını, ABD dolarının daha da yükselebileceğini söyledim. Bu arada yine ‘evet’ çıkması halinde kıdem tazminatı gibi işçi için önemli bir hakkın Cumhurbaşkanı’nın bir kararı ile fona devredilebileceğini, hak kaybına uğrayabileceğini dile getirdim.
Kıdem tazminatı meselesi
Usta dedi ki, “Abi, ben bir ekip başı olarak taşeron firma gibi çeşitli kuruluşlarla iş için anlaşma yapıyorum. Büyük bir firma ile anlaşma yaptım, daha çalışmaya başlamadan ikinci bir kâğıt imzalatarak istifa dilekçemizi aldılar. Yani istifa edeceğimizi peşin olarak kabul ettiğimizden kıdem tazminatı hakkımız da baştan yanıyor. Kabul etmesek hiç iş yapamayacağız, ekmek paramız olmayacak.”
İşverenin kanuna karşı bir hileye başvurduğunu, mevcut koşullarda her şeye rağmen kıdem tazminatının alınabileceğini ifade ettim. ‘Evet’ çıkması halinde başka birçok hak kayıplarının olacağını anlatmaya çalıştım.
“Hayır” diyen diğer ustabaşı da, bunu bilinçli olarak tercih ettiğini söyledi, ancak kendisi de seçim sonuçlarıyla oynanabileceği endişesini taşıdığını ifade etti. Sandıklara sahip çıkılması halinde sadece evet-hayır şeklinde bir tercih olduğu için pek kolay hile yapılamayacağından bahsettim.
Evet diyen usta, “Aslında AK Parti dini kullanıyor, özellikle Orta ve Güneydoğu Anadolu ile Karadeniz bölgesindeki vatandaşlar bu sebeple ‘evet’e kayıyor. Akdeniz şeridindeki ve Marmara’daki vatandaş daha çok okumuş olduğu için daha bilinçli. Körü körüne bir itaat yok” diye ilave etti.
Biraz daha sohbet ettikten sonra ustabaşılar yanımdan ayrılırken başta ‘evet’ oyu kullanacağını söyleyen ekip başı, “Abi senin hatırın için hayır oyu kullanmaya karar verdim” dedi. Bilmiyorum, bakalım ne yaparlar. Ancak şu kısa sohbetten anladığım ‘hayır’cıların daha kararlı ve inançlı bir biçimde tavır göstermeleri, AKP’nin “hayır çıksa bile sonuç değişmez” algısını yıkmaları gerekiyor…
Türk-İş’teki ‘hayır’cılar
Kuşkusuz işçi sınıfının örgütsüz bireylerinin örnek verdiğim tercihleri genel durumu yansıtmayabilir. Ancak örgütlü yapıların tavırları önemli, en azından bir istikamet belirlenmesinde tarihsel sorumlulukları da var.
Demokratik hak ve özgürlüklerin büyük ölçüde rafa kaldırıldığı tek adam rejiminde, sendikalar iyice etkisiz bir konuma düşecekler. Bir anlamda varlık nedenleri ortadan kalkmış olacak, sadece “tabela” örgütü olarak kalacaklar.
Türk-İş, 2010 referandumunda üyelerini serbest bırakmıştı. 8 Mart’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türk-İş’te bir konuşma yapması bekleniyordu, ancak kadın işçileri taşıyan otobüsün devrilmesi ve ölümler üzerine bu etkinlik ertelendi.
Türk-İş yönetiminden hâlâ bir ses seda yok, geçen sefer olduğu gibi üyelerini serbest de bırakamıyor. Hiç olmazsa geçen referandumda “hayır” oyu kullanacağını bir basın toplantısı ile açıklayan ve halen de AKP tarafından teslim alınmayan Tek Gıda-İş, Tümtis, Deriteks, Belediye-İş Basın-İş, Kristal-İş, Tez Koop-İş, TGS ve Genel Maden-İş gibi sendikaların tavrını belirtmesi uygun olmaz mı?
Türk-İş’in İstanbul’daki şubeleri, bir süre önce 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması için çağrı yaptı. Peki çok daha hayati olan 16 Nisan referandumu için ne diye ses çıkarmıyorlar, tavırlarını belirtmiyorlar?
İşçi sınıfı, tüm örgütleri ve bireyleriyle, getirilmek istenen bu istibdat rejimine karşı tavır almalı, ağırlığını koymalı, yoksa çok daha zor bir sürece girilecek. Gezi’de çoğunluğunu beyaz yakalı emekçilerin oluşturduğu gençler, AKP’nin baskıcı uygulamalarına karşı özgürlüklerini korumak için mücadele ettiler, ancak işçi sınıfı topyekûn ağırlığını koymadığı için o hareket de sönümlendi.
Bu kez emek kesiminin referandumda ağırlığını hissettirmesi gerekiyor. Türk-İş’in mücadeleci sendikaları, tavrınızı ve yanıtınızı bekliyoruz…