Dünyadan Kent Bahçeleri-Küba: Ambargoya karşı Organopónicos – Rana Söylemez (Yeşil Gazete)

Petrol kaynakları iyice azaldığında, petrol temelli ekonomimize ne olacak? Bizi Mad Max tarzı ilkel bir savaş ortamı mı, yoksa Ursula LeGuin’in sanayinin yokolduğu barışçıl dünyası mı bekliyor? Mesela kentlere besin ulaştırmak için yakıt tükenirse, şehirliler ne yapacak? Önümüzde hiç de ütopik olmayan bir örnek var: Küba 1980’lerde yaşadığı ambargo sonrası yüzyüze kaldığı kıtlığı kent bahçeciliği ile yenmişti.

1956’da Küba’nın nüfusunun %56’sı kırsal kesimlerde yaşarken, bu oran 1990’larda %20’ye düştü. Soğuk Savaş döneminde, Küba ekonomisi büyük ölçüde Sovyetler Birliği’nden gelen desteğe dayanıyordu. Şeker karşılığında petrol, kimyasal gübreler, zirai ilaçlar ve diğer çiftlik ürünleri alan Küba’nın gıdasının yaklaşık %50’si ithal edilmekteydi. Küba’nın gıda üretimi, Sovyet tarzı büyük ölçekli tarım endüstrisi etrafında örgütlenmişti. Sovyetler Birliği’nin çöküşünden önce Küba, yılda 1 milyondan fazla sentetik gübre ve 35 bine kadar herbisit ve böcek ilacı kullanıyordu.

SSCB’nin dağılmasıyla Küba ana ticaret ortağını ve elverişli ticaret sübvansiyonlarını ve aynı zamanda petrole, kimyasal gübrelere, böcek ilacı erişimini kaybetti. Birleşik Devletler’in uyguladığı ambargo ile bu ada devlet dünyanın geri kalanından bir gecede koptu. 1989-1993 yılları arasında Küba ekonomisi %35 oranında daraldı; dış ticaret %75 düştü. Sovyet yardımı olmadan, yerli tarım üretimi de yarıya düştü. Kişi başı ortalama kalori alımı, 1989’da günde 2.900’den 1995’de 1.800 kaloriye düştü. Protein tüketimi %40 düştü.

Kübalılar kendi yiyeceklerini yetiştirmeye başlamayı öğrenmek zorundaydılar. Kimyasallar ve gübrelere erişimleri kalmadığından, toprak iyileşmeye başladı, gıda organik hale geldi. Parceleros adı verilen binlerce yeni kentsel münferit çiftçi ortaya çıktı. Küba Tarım Bakanlığı’nın (MINAGRI) desteği ile üniversiteden uzmanlar, organik pestisit ve yararlı böceklerle gıda yetiştirmeye gönüllü kişileri eğitti.

Yapay gübreler olmadan, Sovyetler Birliği’nden alınan hidroponik ekipman artık kullanılamazdı. Bunun yerine, organik bahçede kullanılabilmeleri için dönüştürüldüler. Orijinal hidrofobik üniteler (uzun dikme çimento olukları ve yüksek metal konteynırlar) şekerli atıklarla dolduruldu ve böylece hidroponik sistemler “organopónicos”a dönüştürüldü.

1990’lı yılların başında Havana’da eski otoparklarda, terk edilmiş bina bölgelerinde, balkonlarda, çatılarda ve hatta yollar arasındaki boşluklarda; kısaca her yerde “organopónicos” yaratıldı.

1998 yılı itibariyle, Havana’da resmi olarak tanınan 8000’den fazla bahçe vardı (bireysel ekilen arazilerden, devlete ait büyük gayrimenkullere kadar), tamamen organik üretim yapılıyordu ve ülkenin gıdasının yaklaşık %50’sini üretiyordu.

Kübalılar iş çıkışı şehirde bahçecilik yapmaya devam ediyor.

Küba’nın doğusundaki Santiago de Cuba’dan batısındaki Pinar del Rio’ya kadar binlerce kent bahçesi çiçek açıyor. Bu komün kent bahçelerinde yaklaşık 300,000 Kübalı kendi meyve sebzelerini yetiştirmekte ve fazlasını komşularına satmakta. Havana’da bulunan, yaklaşık 11 hektar büyüklüğündeki şehir çiftliği Vivero Alamar, Küba’daki gıda devriminin sadece bir örneği. Başkent Havana’nın doğusunda yer alan ve en büyük topluluk bahçesi olan Vivero Alamar’da 150 kişilik bir topluluk çalışıyor.


Kuruculardan biri olan Miguel Angel Salcines López, “Burada bağlılık duygumuz organik üretime dayanıyor. Topluluk olmamız ise bu bağlılığı güçlendiriyor” diyor ve ekliyor, “Ekonomik olarak daha yenilmeziz çünkü ekonomik şartlara daha iyi adapte olabiliyoruz. Buradaki üyelerimiz ve ailelerimiz ile oluşturduğumuz sosyal birlikteliğimiz olduğu için de adeta yenilmeziz.”

Beginning with the collapse of the Soviet Union in 1989, Cuba entered a period of extreme shortages that came to be known as “The Special Period.” With imports such as food, fuel, pesticides, and fertilizers disappearing almost overnight, Cubans began to grow their own produce wherever they could–balconies, empty lots, roof-tops. Initially these were grassroots initiatives born of necessity, but over the next decade they would become a central tenet of State planning and a pillar for the island’s economy.

Küba’nın kent bahçeleri, uygun fiyatlarda yerel ve sağlıklı gıdaya ulaşımı sağlamanın yanı sıra, özellikle kadınlar ve yaşlılar için istihdam yaratıyor. Ayrıca, şehirde organik çiftçiliğin ütopik olmadığını da bizlere kanıtlıyor. Küba’nın gıdada kendine yeterliliği ve sürdürülebilirliği, kentsel ve organik gıda yetiştiriciliğinin benimsenmiş olması, gelecekte petrolün azaldığı günlerde örnek alınabilecek, ders çıkarılabilecek bir hareket. Çevreci Bill McKibben’in ifadesiyle, Küba “yarı-sürdürülebilir bir tarımın dünyadaki en büyük çalışan modeli” olabilir.