Yeniden yağmurlar yağdı, seller bastı ve biz iklim değişikliği üzerine felaket senaryoları konuşur oldu. Bu tartışma devam edecekse senaryo konularından biri de çimento olmalı.
Yine yağmur yağdı, yine su bastı ve laf yine iklim değişikliğine geldi. Bir yok oluş filmi heyecanı ortalığı sardı. Ardından son yağmurun verdiği zararın maliyetinin 1,2 milyar TL olduğu ve bu hasarın bir öncekinin 3-4 katı olduğu haberi geldi. 2016 başında TBMM’ye sunmuş olduğumuz rapordan iklim felaketlerinin arttığını ortaya koymuştuk. İklimin artık eskisi gibi olmayacağı basına yansımış, bu verileri ayrıca güncellemiştik. Ne güzel ki şimdi hep beraber iklim değişikliği konuşuyoruz, aşırı iklim olaylarının daha da artacağını konuşuyoruz, artık her haberde iklim değişikliği geçiyor.
İyi ama bunlar için çok geç değil mi? Bu çerçevede kalmaya devam edersek duvara daha hızlı çarpmayacak mıyız? Filmin başrol oyuncularının rollerini değiştirme, hatta senaryodan çıkarma zamanı gelmedi mi? İklim değişikliği basit bir yaşam tarzı değişikliği öneren neo-liberal çözümlerin, yeni bir felaketler ekonomisi tartışan ekonomist bakış açılarının ötesinde yeni bir seri filme ihtiyacımız var. Bu bölümlerden birinde beton, yani çimento mutlaka olmalı.
ÇİMENTO BİR KERE DEĞİL 3 KERE VURUR!
1870’de atmosferde havadaki 1 milyon parçacık içinde karbondioksitin sayısı 288 parçacık vardı. Bilim insanları ve iklim uzmanları, atmosfer içindeki karbondioksit miktarının güvenli üst sınırının milyonda 350 parçacık olması gerektiğini söylüyor. 2013 yılının ortalaması 395 parçacık oldu.Çimento sektörü bu artışın 5 parçacığından sorumlu. Bu pay ile masum görünse de, aslında hiç de öyle değil. Çünkü aynı dönemde çimentonun bir parçası olduğu arazi kullanımında değişim karbondioksit yoğunluğunun 68 parçacık arttırdı. Yok edilen ormanların, sulak alanların, meraların kaybı dışında bunların karbondioksit tutmak kapasitesi de düştü. Yani bir çimento dökmek başımıza üç dert açtı. İşte, iklim değişikliğini durdurmak için seragazları salımlarını sıfırlamak gerekiyorsa, bunun başrol oyuncularından birinin de çimento olduğu çok açık.
ÇİMENTO TÜKETİMİ KÜRESEL DÜZEYDE ARTIYOR!
1950’lere kadar yıllık çimento tüketimi dünyada 100 milyon ton mertebesini pek geçmemiş. Yani o zaman koca dünya neredeyse bugün Türkiye’nin tükettiği çimento ile idare ediyormuş. 1970’lerde 500 milyon ton, 1980’lerde ise 1 milyar tona çıkmış. 1990’da 1,2 milyar ton mertebesindeki tüketimi 2010’da 3,3 milyar tona çıktı. 2016 için tahmin edilen 4,2 milyar ton!
Böylesi bir artış, dünyada yaşanan aşırı üretim krizi karşısında kar oranları azalan sermayenin inşaat sektöründen nefes aldığı bir dönemde gerçekleşti. Ama bir sorun var. Biz bugün 10-15 yıl evvel atmosfere salınan sera gazlarının sonuçlarını yaşıyorsak, o zamanda bu güne kadar salınan gazların sonuçlarını yaşadığımızda ne olacak? 10-15 yıl öncesine göre neredeyse iki katı çimento üretiyor ve tüketiyoruz. Bunların sonuçlarını düşünmek bile durumu açıklayacaktır.
TÜRKİYE’NİN BAŞARISI GÖZ ARDI EDİLEMEZ
Dünya’da çimento tüketimi şahlanırken, Türkiye bu dönemde sektörünün yıldızıydı. Çimento rekabetinde kimse Türkiye’nin başarısını inkar edemez. Bugün Türkiye çimento üretiminde ABD ile yarışacak noktaya geldi ve artık dünyanın dördüncü büyük çimento üreticisi. Nasıl olmasın ki? Bunu sağlamak için muhalefeti iktidarı imar artışıyla uğraşıyor. Tamir bile etmiyor tarihi mekanlardan kentin parklarına kadar her şeyi yıkıp yeniden yapıyor. Böyle olunca dördüncülük hak ediliyor. 2015 yılında ABD 83,4 milyon ton çimento üretti. Türkiye ise hemen ardından 72 milyon ton üretmiş. Böylece ekonomide 17’inci Olan Türkiye çimentoda Çin, Hindistan ve ABD’den sonra dördüncü büyük ülke oldu.
MARMARA BÖLGESİ FRANSA’DAN DAHA ÇOK ÇİMENTO TÜKETİYOR
Türkiye’nin başarısında özellikle son dönemde Marmara bölgesi var. Marmara bölgesi bugün Türkiye’nin en çok çimento tüketen bölgesi. Marmara bunu son 5 yılda başardı. 2013 yılından sonra Marmara bölgesinde çimento tüketimi Türkiye ortalamasının çok üstünde kaldı. Öncesinde konut ihtiyacı dengeli ve çimento tüketimi artışı ortalamanın altındaydı. Ama mevcut binalar kentsel dönüşüm adına yıkılıp deprem toplanma alanlarına, sahillere kadar her yer imara açılınca Marmara bölgesi çimentonun ana vatanı gibi oldu. Bu hali ile Marmara bölgesi Fransa’dan daha fazla çimento üretiyor ve tüketiyor.
AMA EKONOMİ, AMA İSTİHDAM
Böylesi ölümcül bir şeyin yarattığı zararlar tartışıldığında Homo Economicus’un aklına nedense “ekonomiye faydası” gelir. Mesele 2016’da 7,5 milyon ton çimento ihraç ettiğimizi övünerek söylerler. Bir tonu 70 dolar civarında olan çimentodan 7,5 milyon ton ihraç ettiysek ne olmuş? Bununu karşılığında ne aldık? Sadece bu para bile son 2 yağmurun zararı bile etmiyor. Ama dahası var. Bu haberlerde ithalattan bahseden var mı? Söyleyelim, Türkiye çimento ithal ediyor. Yanlış duymadınız sadece 2014 yılında Yunanistan, Fransa İngiltere gibi ülkelerden 14,4 milyon dolarlık çimento ithal etmişiz!
Şimdi hesap ne oldu? İhraç ettiğimiz çimento kadar hasarlar yaşıyoruz, üstüne çimento ithal ediyoruz. Yani karı birinin cebine kalıyor, pisliği ve su baskınını bedel olarak biz ödüyoruz.
ÇİMENTO SEKTÖRÜMÜZ DE İTHAL!
Türkiye bu kadar büyük bir çimento pazarı neden yaratıyor? Dışarıdan eski teknolojileri alıyor safsatası değil herhalde. Sektör o kadar rekabetçi ki, mesela Türkiye’deki çimento sektörü karbon yoğunluğu gibi parametrelerde dünyanın önünde. Asıl sorunların bir tanesi Türkiye’nin yüksek karbon ekonomisi üstünden birikim oluşturmak istemesi. Ama tek sorun bu değil tabi ki.
Mesela geçen ay Sivas Çimento Fabrikası 1938’den sonra tekrar açıldı. Açılışın nedeni Brezilyalı çimento şirketinin tesise yatırım yapmasydı. Çünkü 2012’ yılında Brezilya’nın çimento devi eski adı Yibtaş olan Yozgat İşçi Birliği A.Ş.’nin yeni sahibi oldu. Şimdi başkent Ankara dahil iç Anadolu’nun çimentosunun patronu sambacı Brezilya şirketi. Ama Ankara’da isterseniz Fransız firmasının çimento fabrikasından da ürün alabilrisiniz.
Başka bir örnek daha verelim. 2015 yılında çimento sektöründe 23 şirket faaliyet gösteriyor, Ama o yıl Türkiye pazarı neredeyse Fransa’nın 5 katı, Almanya’nın 2,5, İtalya’nın ise 3, 4 katı. Öyle olunca 23 şirketin kaçı yabancı ortaklı? 10 şirkete Fransız, Alman, İtalyan şirketleri ortak. Yani onlar yatırımcı, biz pazar oluyoruz.
Bir yatırım şirketinin hazırlamış olduğu raporda“tahminlerine göre 2015 yılında 827 kg olan kişi başı tüketimin 2016 yılında 830 kg seviyesine ulaşması beklenmektedir” deniyor. Nasıl böyle bir cümle kurulabiliyor? Devamında ise “ Sektörün önümüzdeki yıllardaki hedefi ise kişi başı 1.000 kg seviyelerine ulaşmaktır.” diyor. Her yıl 1 ton nasıl çimento nasıl tüketilebiliyor? Hani çimento 50-100 yıl ömre sahipti? Ekonomide böyle bir cümleyi nasıl kurulabiliyor? Hadi cümleyi kurdunuz, bu lafın ne demek olduğunu biliyor musunuz? Ülke 20 milyon ton buğday ile 9 milyon litre süt ile her yıl beslenirken 70 milyon ton çimento aynı şey mi?
Ama doğru. Böyle cümleler kurulduğu için mevcut binaların yıkılıyor, dere ve göllerin beton ile kaplanabiliyor.
Çimento olsa olsa bir çelişkiler filmi olur. Üstüne para verdiğimiz bu ürünün zararı faydasından çok. Tam bir bağımlılık filmi. Ne demek “2023’de kişi başına 1 ton çimento tüketeceğim”? İklim değişikliği üst başlığını tartışmayı gezegen geçeli çok oldu. İklim felaketleri şimdi popüler oldu ise o ezberlerin cehaletinden kaynaklı. Biz da biraz ezberleri bırakalım ve gerçekleri konuşalım. The Çimento, aslında ekonomi adına yaratılan bu yıkımın filmi.