Bugün Kocaeli Üniversitesi’nde dersler başlıyor. Kampüse girerken güvenlik görevlilerinin içeri almamak için kontrol ettiği uzun listede 1 Eylül günü 672 sayılı KHK ile memuriyetten atılan 19 laik, evrensel değerlere bağlı bilim insanlarının, arkadaşlarımızın da ismi var. Ben ve benim gibi birçok arkadaşım bunu bilerek utanç ve öfke ile güne başlayacak. Derslerimizde öğrencilerimize anlatacağımız her şeyin, eğitim adına yapacağımız her etkinliğin bu arkadaşlarımızın yokluğuyla eksik ve yetersiz olduğunu bileceğiz. Arkadaşlarımızı ‘şimdilik uğurladığımız’ 7 Eylül günü etrafımızda, vicdanları ve onurları yaralanan, kendini çaresiz hisseden, öfke ve hüznü bir arada yaşayan birçok meslektaşımız, öğrencimiz ve idari personelimiz vardı. Yani üniversiteleri üniversite yapan bütün kesimler. Meslek hayatımızın en ağır gününü bir “mücadele şölenine” çevirirken zaman zaman ağlayarak, çoğunlukla gülerek, birbirimize sarılarak ne kadar gerçek insanlar olduğumuzu gösterdik. En çok da yan yana olmaktan, birbirinin gözlerine bakarak, birbirine dokunarak, karşılıklı sözler vererek yani dayanışarak nasıl güçlenildiğini bunun insana en iyi gelen şey olduğunu yaşadık ve gösterdik. Yaratılmaya çalışılan baskı ve korku kadar, dayanışmanın, umudun ve cesaretin de ne kadar bulaşıcı olduğunu hissettik. Cesaretin, korkusuzluk değil korkulara rağmen doğru bildiğini, hissettiğini yapmak olduğunu anladık.
Ben 19 kişiden biri olan Aynur Özuğurlu’nun oda arkadaşıyım. Biz sadece oda arkadaşı değil, üniversitede ve üniversite dışında kamu yararına ortak çalışmalar yapan, yaptığımız işleri daha bilimsel ve evrensel kılabilmek için birbirini eleştiren, cesaretlendiren meslektaşlarız. Aynı zamanda üniversiteyi laik, bilimsel ve parasız bir eğitim kurumu olarak var etmek için yan yana mücadele eden Eğitim Sen’li eğitim emekçileriyiz. Dahası, gerici, cinsiyetçi ve muhafazakâr müdahaleleri üniversiteden kovmak için uğraşan feminist akademisyenleriz. Şimdilik üniversite içinde yan yana değiliz ama koparılamayacak bu bağlarla çalışmalarımızı ve mücadelelerimizi her mecrada birlikte sürdüreceğiz. Tıpkı diğer 18 meslektaşım, arkadaşımla olduğu gibi. Biliyorum ki, sizler de benim gibi odalarınızı, bilimsel çalışmalarınızı, toplumsal alandaki duruşlarınızı paylaştığınız bu insanların yokluğunu hiç dinmeyen öfke ve hüzünle hissedeceksiniz. Şimdi bu hikâyelerimizi birbirimize anlatma, ortak akıl yürütme, yan yana olmanın güç veren umudunu hissetme zamanı. Birbirimizi yalnız bırakmayalım.
Beni bugün bu kampüse, bu odaya ve öğrencilerimin karşısına çıkaran güç bu bağın kopmayacak olmasını bilmemden gelen dayanışmanın gücüdür. Onların mücadelesinin ve sözünün benim mücadelem ve sözüm olduğunu bilmemin gücüdür. Eleştirel düşüncenin akademinin olmazsa olmaz gereği olduğunu, barışın bir toplumda yaşayan herkesin en doğal talebi olduğunu sadece kendileri için değil bizler için de savunduklarını bilmemin gücüdür. En önemlisi onların ait oldukları yere bizlerin yanına üniversiteye dönmeleri için sürdürecekleri mücadelede benim onlara, onların da benim ve bizlerin mücadelesine duyduğu ihtiyacı bir sorumluluk olarak görmemin gücüdür.
Arjantinli devrimci yönetmen Fernando Solanas Hiç Kimselerin Onuru (2005) isimli belgeselinde kapitalizmin saldırılarıyla toplumsal soykırıma uğramış ülkesinde, topraklarını, fabrikalarını, dükkânlarını, evlerini, hastanelerini ve sokaklarını geri almak için uğraşan, dayanışarak direnen, üreten insanların hikâyelerini bize gösterir. Onlar, çalışmak, kendisi ve ülkesi için üretmek isteyen, kapitalizmin hiç kimseleştirdiği onurlu doktorlar, rahipler, çiftçiler, yoksullar, işçilerdir.
Bugün biz de ülkemizde sermayenin saldırısına karşı doğasını, halklarının haklarını, hastanelerini, okullarını, kamuya yani bize ait bütün değerleri üreten hiç kimselerden biri olarak üniversitemizi, onurumuzu ve geleceğimizi savunmak zorundayız. Üniversitelerden gerçek sahipleri olan bizleri tasfiye etmeye kalkışan bu saldırıda, yalnızca bizlerden koparılan 19 meslektaşımızın değil bizim de onurumuz, çalışma ahlakımız ve adalet duygumuz incindi, sadece onlar değil bizler de saldırıya uğradık.
19 meslektaşımızla vedalaşırken onurları, vicdanları yaralanan; zaman zaman kendini çaresiz hisseden, öfke ve hüznü bir arada yaşayan dostlarım. Üniversite içinde baskı ve korkuyu hâkim kılmaya çalışan muktedirler bizleri her zaman bu çaresizlik ve yalnızlık köşesine sıkıştırarak hırpalar, ama o köşede sıkışmak zorunda değiliz. Bugün üniversitede ‘hiç kimselerin’ onurlu hikâyelerini tarihe kaydedenler olmamız için önümüzde hiçbir engel yok. Bulunduğumuz her yerde yarına umutla ve utanmadan bakabilmek için kendi elimizden gelen ne varsa yapabilmeliyiz. Sadece bir adım atarak dayanışmanın ne kadar güzel ve güç verici olduğunu görebiliriz.
Bu dayanışma, gelecek güzel günlere, öğrencilerimize, çocuklarımıza en çok da şimdi bu 19 aydınlık yüzlü arkadaşımıza borcumuzdur…
Doç.Dr. Aslı KAYHAN/Kocaeli Üniversitesi Felsefe Bölümü