Şehir, Mimari ve Ritim – Sıla Burcu Başarır

Ritim dediğimizde aklımıza ilk olarak seslerin belli bir düzen içerisinde tekrar ettiği işitsel bir kavram gelir. Belki bir vurmalı çalgı. Peki, ‘şehrin ritmi’ derken neyi kastederiz? Sadece şehirde dolaşırken işittiğimiz ses tekrarları mı? Yoksa daha katmanlı bir algılayıştan mı bahsediyoruz? Peki ya mimari gibi görece durağan olarak düşündüğümüz bir kavram (nihayetinde taştan ya da betondan oluşan sabit bir yapı) nasıl ritim sahibi olabilir?
Öncelikle ‘şehrin ritmini’ ele alacak olursak, aslında burada bir eğretileme kurmaya çalıştığımızı söyleyebiliriz. Şehrin ritmi, şehirde devamlı olarak maruz kaldığımız pek çok duyusal etkiyi anlatmamıza yarayan bir söz öbeğidir; söz gelimi sadece işitsel uyaranlar değil, koku, ışık, tekrar eden görsel uyaranlar da şehrin ritmi içerisindedir. New York’ tan bahsedildiğinde yüksek gökdelenler, trafik, köşelerden yükselen sisler, dumanlar aklımızda beliriverir. Pazar yeri dediğimizde ise bağıran satıcılar, devamlı üzerimizde arkası arkasına gelen tenteler ve iki yanımızda envai çeşit ve renkte sebze, kıyafet vesaire… İşte bu mekânları kafamızda ilk canlandırdığımızda aklımızda belirenler, bu mekânların ritimleridir.
İstanbul’da Rastlanan Ritimler
İstanbul, dünyadaki pek çok şehre kıyasla, katmanlılık kavramını en çok içeren şehirlerden biridir. Tarihi, sosyolojik, ekonomik katmanlar İstanbul’da o kadar iç içe geçmiş durumdadır ki, bazı noktalarda bu katmanları fark etmek için algılarımızı bayağı zorlamamız gerekir. Örneğin Beyoğlu, İstiklal Caddesi’nde İstanbul hatta Türkiye’deki en yoksul kesimden en varlıklı insanlara, en muhafazakârından en uçlardaki yaşamlara sahip insanlara rastlayabilmemiz mümkündür. İstiklal caddesi ışıkları, mağazaları, müzikleri, sürekli hareket halindeki insanları ile albenili bir cadde iken aynı semti paylaşan bir alt cadde olan Tarlabaşı’nda belirli saatler haricinde tek başına yürümek mümkün değildir. Orada bambaşka bir ritimle karşılaşırız; devamlı devriye dolaşan polis arabalarının ışıkları, apartmanlara karşılıklı asılmış çamaşırlar, büyük numara kadın ayakkabısı ve peruk dükkânları ( bu caddenin sakinlerinin önemli bir kısmının geceleri İstiklal caddesi civarlarında çalışan hayat kadınları ve travestiler olduğunu düşünecek olursak bu mantıklıdır, cadde onların ihtiyaçlarına göre şekillenmiştir) Tarlabaşı’nda olduğumuzu belirten imgelerdir.

Sosyoekonomik katmanlar haricinde, görsel, işitsel ve hareket olarak pek çok katmanı İstanbul’da gözlemleyebiliriz. Eminönü’nden Eyüp’e uzanacağımız bir tekne gezisiyle sahile Haliç sularının seviyesinden baktığımızda, şehre başka bir ölçekle ilgi duyarız. Haliç Tersanesi ilgimizi çekecek olan noktalardan biridir. Burada ilk dikkatimizi çeken ise tersanenin durmaksızın çalışan bir makineyi andıran sesleri ve ona eşlik eden kırmızı renkli vinçleri olur. Adeta bu sahili ele geçirmiş dev bir makinenin kolları gibidirler. Sürekli tekrar eden bu dev kollar, hareket halindeki tekneden bakıldığında Galata’nın tarihi siluetine dikey ve yatay çizgiler olarak hareket ve karakter katarlar. Haliç Tersanesi, sesleri ve vinçleri ile İstanbul siluetinde hissedilir bir ritim yaratır.



Şehrin bir başka noktasına uzandığımızda, şehir içinde yolculuk ederken algıladığımız başka görsel ve işitsel ritimlerle karşılaşabiliriz. Şehrin en önemli noktalarından biri olan Haydarpaşa tren garı, bu yolculuğun başlangıcı olmak için oldukça elverişlidir. Genel olarak yıllarca İstanbul’a yapılmış ya da yapılacak olan gezilerin başlangıç noktası konumundaki Haydarpaşa garı, görünümüyle tam bir ‘kapı’ izlenimini verir; İstanbul’un, Batı’nın kapısı. Fakat İstanbul artık geçmişte olduğu gibi tarihi yarımadadan ve Galata’dan çok daha fazlasını içermektedir. Şehir gitgide genişlemiş, banliyö trenleri ile gidilen pek çok yeni semt bu ulaşım araçlarıyla şehrin merkezine eklemlenmiş yan-merkezler haline gelmiştir. Bu banliyö trenlerinden birine kendimizi attığımızda, Bostancı’ya kadar bize çeşitli uyaranlar etki eder. Tabii trenle yolculuk eden herkesin ilk dikkatini çeken trenin kendi halindeki tekdüze hareketi ve ritmidir. Peki gerçekten tekdüze bir ritimden bahsedebilir miyiz? Haydarpaşa’dan Bostancı’ya kadar geçilen semtlerde trenin etrafında olup bitenler elbette trenin bu ‘tekdüze’ ritmine etkilerde bulunur. Bu sesleri grafiksel olarak ortaya döktüğümüzde, etraftaki binaların uzaklıklarına, ağaçların sıklığına, üstgeçitlerin altından geçerken girilen tünellere ve değiştirilen makaslara göre trenin sesi etkilenir ve EKG cihazında (kalbin ritmini, frekansını grafik olarak sunan cihaz) görebileceğimiz bir ‘hayat’la karşılaşırız. Farklı bir bakış açısıyla yaklaştığımızda banliyö treni adeta canlı bir varlıkmışçasına etrafında olup bitene göre heyecanlanan bir kalbe sahiptir. Tren yolculuğunda dışarı bakarken gördüklerimiz ise aynı şehir elemanlarının devamlı hareketidir, yapılar hareketimize bağlı olarak yükselip alçalmakta, yaklaşıp uzaklaşmaktadır, etrafımızı bir anda saran ağaçlar birkaç saniyede yerini taşlarla örülmüş yüksek bir duvara ya da tel örgülere bırakır. Bu görüntüler belli aralıklarla tekrar ederken aslında şehir ritmik olarak hareket etmektedir; tıpkı bir film makarasında olduğu gibi.



İstanbul’un kendine özgü ulaşım araçlarından biri olan vapurlar da şehre kendi kimliğini katan öğelerdir. Her vapur varış noktasına ve yolculuk zamanlarına göre farklı mekânsal ritimlere sahne olabilir. Adalar vapurlarını ele alırsak, bu bir buçuk saatlik yolculuk boyunca vapurun kullanıcıların vapurdaki mekanlarda gruplaşmalarına rastlayabiliriz. Bazı salonlar gürültülü ve hareketli iken, kimisinde sessizlik ve sakinlik hakimdir. İnsanların vapurun çeşitli noktalarında belirli eylemler sergilemelerine öncülük eden koşullar, vapurdaki her mekanda farklı ritimleri algılamamıza sebep olur. Turistlerin yoğun olduğu salonun bir köşesinde anlamadığımız bir dilde yüksek sesle yapılan heyecanlı muhabbetler ve devamlı etrafı inceleyen, fotoğraf kareleri yakalamaya çalışan insanlar ilgimize takılır, bu turistler genelde grup olarak seyahate çıkmış emekliliğinin tadını çıkaran insanlardır. Salonun kenar köşelerinde ise Adalar’a iş için ya da başka sebeplerle gidip gelen yerli insanlar sık sık yaptıkları bu uzun yolculuğa kayıtsız bir sessizlikle bir şeyler okur ya da uyuklarlar. İnsanlar kendileriyle aynı eylemlere sahip insanlarla gruplaşmaya meyilli oldukları için bu ikinci kesim bazen kendi salonuna da sahip olabilir. Salonların dışında, açık alanlarda ise kendi köşelerinde baş başa kalmayı tercih etmiş çiftler sakin ve huzurlu bir ortam yaratırlar. Tabii insanların kullandığı her mekanda olduğu gibi vapurlarda da yasakların delindiği gözden ırak noktalar da bulunmaktadır, buralarda ise sigara tiryakisi yolcular 1,5 saatlik nikotinsizliklerini azaltmanın yollarını bulmuşlardır. Uzun Adalar yolculuğu boyunca bu küçük vapurlar çeşitli eylemler ve dolaşımlarla sürekli bir hareket ve ritim içerisinde yüzerler.
Şehirlerin ‘Sanal’ Ritmi: ‘The Rhythm of City’ Projesi
Şehirde ritimden bahsederken, Varvara Guljajeva ve Mar Canet, projelerinde, şehirlerin ritmini grafiksel olarak açıklamaya çalışmanın aksine, ritmi en kolay algılayabileceğimiz şekilde, metronomlarla ifade etmeyi denemişler. Şehirlerin gelişmişlik düzeyleri ile şehir sakinlerinin sanal ortamda ürettikleri dijital bilgi birikiminin doğru orantılı olduğunu ileri süren ekip, çalışmalarında farklı coğrafi bölgelerde yer alan 10 şehirdeki (biri de İstanbul) Twitter, Youtube ve Flickr kullanımı yoğunluğunu metronomlara eş zamanlı olarak yönlendirerek, bu şehirlerdeki sanal faaliyetin ritim olarak algılanmasını sağlamayı amaçlamışlar. Ortaya şehirlerdeki dijital sosyal verileri fiziksel ritimler olarak işitmemizi sağlayan 10 metronomdan oluşan sanatsal bir performans çıkmış.
Mimari Yapıda Ritim: ‘Oblong Voidspace’
‘(Mimari yapılarda) ritmi oluşturan, katılarla boşlukların, olaylarla aralıkların belirli bir sıra içinde birbirini izlemesidir. Mimarlıkta ritim duvara açılmış pencerelerle ya da  kolonlarla ya da arkaddaki payelerle yaratılan örüntüdür. Bu mimari ritim, bir müzik parçasının notaların zamanda oluşturdukları örüntüler okunarak incelenmesine benzer biçimde, yüzeylerin incelenmesiyle okunur.’ 



Roth’un bahsettiği türde mimari ritme aşinayız. Çevremizde gördüğümüz tüm mimari yapılarda belli bir görsel ritim fark edebiliriz. Ünlü mimar Steven Holl’ un heykeltıraş Jene Highstein ile birlikte yarattığı ‘Oblong Voidspace’ adlı yapı ise, algıladığımız mimari ritimlerin içerisinde saklı durumda olan bir başka ritim algısını fark etmemize yardımcı oluyor; gün içerisinde, zamanla değişen bir algı bu. Yapının inşasında Holl’ un üzerinde durduğu nokta, ışık ve su gibi çok basit ve pek elle tutulmayan malzemelerle de mimari bir yapı oluşturulabileceği, yapı zamanla yok olsa bile, ‘fikrin’ daimi olacağı düşüncesi olmuş.  Finlandiya Rovaniemi’ de tasarlanan bu yapı, heykel ve mekânın birleştiği kavramsal bir çalışma ve duyulara hitap ediyor. Sadece su ve ışık kullanılarak oluşturulan yapı, zaman içerisinde eriyerek Rovaniemi manzarasını gün be gün farklı bir algı ile insanlara sunuyor. Işığın gün içerisindeki konumu da mekânda farklı algılara yol açıyor. Bu şekilde yapı zamanla değişiyor, bir bakıma yok oluyor. Böylece kısa zamanda değişime uğrayan yapının ve çevresinin yaşam ritmini gözlemleyebiliyoruz. 

Oblong Voidspace



Sonuç olarak, şehirde ve mimaride her an algıladığımız ses, renk, koku, ışık gibi elemanlar, mekânlara kendi özgülüklerini veren ritimleri oluşturur. Onları ayrıştırmak ve farklı şekillerde algılanmalarını sağlamak için kullanılan çeşitli yöntemlerse ortaya yeni bakış açıları ve veriler koyar. Böylece şehirlerimizi ve yapılarımız yeniden tanıyabilir ve anlayabiliriz. 


Notlar:
‘Mimarlığın Öyküsü ‘ Leland M. ROTH
http://jenehighstein.net/collaborations/oblong-voidspace.html
http://varvarag.wordpress.com/the-rhythm-of-city/