ETKB açıklama yaptı, madencilik sektörü yine ayağa kalkıyormuş.
Ne zaman böyle bir açıklama gelse, heyecan duymak yerine tuhaf bir tedirginlik haline girmemizin aslında çok somut bir gerekçesi var. Buna gerekçe demek de iç ağrısı elbette, fakat madenciliğin en son ayağa kalktığında üç yüz bir adım sonra yüzükoyun yere kapaklandığını, hatta ülkece acıdan yerin dibine girdiğimizi hatırlayınca, haliyle kelime seçmek zorlaşıyor. Öte yandan, bu mesleğin bazı kelimelerdeki ışıltıya kapılıp götürülecek bir iş olmadığı da bütün gerçekliğiyle tarih sayfalarında cüretle duruyor. Açıklamada da var, şunlar gibi: üretimde kapasite artacak, yeni sahalar açılacak, ruhsatlar genişletilecek, bürokrasinin altı kısılacak, yatırımcıya kolaylık sağlanacak, tünellere neon lamba döşenip vardiya sonları havai fişek patlatılacak. 24 Ocak kararlarından beri sinüs eğrisi çizen ekonomimiz z-ekseninde zirveyi görecek, fakat (herhalde TV ekranı fiziken hala iki boyutlu olduğundan) biz fark edemeyeceğiz. Bir de elbette, bütün dünya – şu sıralar özellikle Almanya sanırım – bizi kıskanacak.
Açıklama on paragraftan az, sade bir dille yapılmış. İşçi sağlığı ve iş güvenliği de son paragrafın üçüncü cümlesinde kendine yer bulmuş bu yıl, fakat liberal maskesi yine üzerinde: iş sağlığı ve güvenliği. Bunu şimdilik bir tarafa bırakalım ama hakikaten, neden artık hiç kimse kavramsal olarak tartışmıyor?
Meseleye dönersek…
Haliç Kongre Merkezi’nin açık kahverengi salonlarından birinde, yaka kartında üst düzey şeyler yazılı bir konuşmacı, ‘yeni teknolojileri artık getirmeliyiz, üretim kapasitelerini arttırmalıyız’ diyor. Kamera doğuya kayıyor, yassı çelik ruloları Karabük’te yük gemilerine istiflenirken yüzlerdeki tebessüm ve gurur okunuyor. TTK Üzülmez’de izlenen yeni taş kömürü damarındaki kazmacı Halil ustaya bir bez parçası uzatılıyor: “derune indikçe yanayruk”. Bütün hikaye bu işte. Mesele teknolojiyle daha derine inmek olsaydı, Güney Afrika’da altın çıkaran madenciler hakkında trajediler değil, refah ve konfor öyküleri okurduk.
Birileri artık bu işin pırıltılı cümlelerle, en az üç şamdan asılı salonlarda kürsü şakşakçılığıyla, en az üç yandaş kameranın önünde izleyicide “antenler yalan söylüyorsa, yalan söylüyorsa rotatifler” alt metni uyandıran acınası konuşmalarla kalkınmayacağını, daha çok para dökersen daha çok rahatlarsın gibi bir gazino mantığıyla yürümeyeceğini, meselenin özünün fizibilite raporlarındaki rakamlardan çok insan & toplum ekseninde bir faydacılıkla kavranmasının kaçınılmaz olduğunu, çalışanların sağlığının ve emniyetinin kayıtsız şartsız her şeyin üzerinde tutulması gerektiğini görmelidir. İlle bir yönetmelik ya da kanun çıkacaksa biz nasıl eder de daha çok üretip ihraç ederiz değil de ya kardeşim artık hiç kimse ölmesin şu ocaklarda arka planıyla düşünülmelidir. Çünkü teknoloji üretime olduğu gibi buna yönelik de gelişiyor, çünkü hala insanlar madenlerde ölüyor. Dolayısıyla hangisi acil ihtiyacımız ise önceliği ona vermek, bir kez olsun boş laf etmektense akıllıca davranmayı denemek, bu ülkeden artık beklenmemesi gereken bir şey mi, sahiden o kadar oldu mu?
Nüfusun darası seksen milyon deniyor, bu cümlelerimizi birkaç yüz kişi alkışlıyor. Geriye kalanı kumandayı tutup on tuşuna basıyor: Karabük’te gemiye yüklenen yassı çelik, makam arabası olarak (kıskandığı için gönlü olsun diye Almanya’dan) ithal edilip diyanet fevkalade işleri genel müdürünün altına çekiliyor.
Pardon arkadaşlar müsaadenizle, biz şimdi biraz yükseleceğiz de, sonra görüşürüz.
Ragıp Varol / Maden-Mineral Mühendisi