İklim değişikliği ve acayip kentler – Menekşe Kızıldere

ABD Ulusal Çevre Bilgi Merkezi’nin NASA verilerine dayanarak hazırladığı 2015 raporunda, 2015 Temmuz’unun bu yıla kadarki görülmüş en sıcak ay olduğu bildirildi. Bu haberi tam da kuraklıktan ve şehirdeki susuzluktan kavrulduğumuz günlerde aldık. Biz kentli insanlar televizyonlarımızın başında oturup, Dünya’nın çeşitli yerlerindeki selleri, kuraklıkları, yangınları ve acayip hava olaylarını izlerken, iklim değişikliği denen olgunun bizden çok uzakta olduğunu düşünüyoruz. Ya Afrika’da kuraklıktır, ya Bangledeş’te sel baskını… Peki yıkım bize de yakınsa?

İstanbul başta olmak üzere bu ülkenin özellikle kalabalık kentlerinde susuzluk, kuraklık mevzusu artık dönemsel değil kalıcı bir sorun haline geldi. Her yıl Mayıs ayı gibi içme suyu havzalarımızın durumu bir yerlerde haber olur. Santim santim ölçeriz, içilebilir su seviyesini. Havzalarımız yok olmaktadır. Elmalı havzası örneğin artık bir kayıp. Anadolu’daki havzalar ise daha kötü durumda.

Geçtiğimiz kış ayında özellikle İstanbul’un hava kalitesinin iyice düştüğü haberlerini izledik. Bilakis hissetik hastaneler solunum yolu hastalıkları hastaları ile dolup taşarken en basit gribimiz geçmek bilmedi. Kentlerde yediklerimiz de bu döngünün etkenlerinden birisi. Pazardaki fiyatlar da kentlerimiz gibi bir acayip. Suyumuzda, havamızda, toprağımızdaki bu hal nedir? Bu hal çok uzak ülkelerdeki iklim değişikliğinin kent halidir. Hiçbir yerden de gelmedi hep buradaydı. İklim değişikliği en çok acayip kentleri sever. İklim değişikliği en ağırından bir kent problemidir.

Kentsel yıkımlar iklimi değiştiriyor
Ucu bucağı olmayan kentlerde yaşıyor birçoğumuz. İstanbul en belirgin örnek. Karbon yutak alanı olan şehirlerin son savunma noktası ormanları hatta şehir içindeki üç beş ağaç hızla boş, çirkin ve anlamsız betonlara dönüşmektedir. Su havzaları da kentleşme mağduru olmaktadır. Rüzgâr bile esecek yer bulamıyor, uzun gökdelenlerin, hiç insani olmayan birbirine bakan binalar ile dolu çirkin mahallelerin arasından. Peki bu kadar yoğun nüfus, rant kaygısından çıldırmışlık, bu kadar betonlaşmaya rağmen bir kentte, iyi hava kalitesi, temiz içme suyu, demokratik gıda, emekçinin emeğinin hakkaniyetli karşılığı sağlanabilir mi?

iklim_2David Harvey ‘Sermayenin Mekanları’ adlı kitabında rantın coğrafik mekanlarda yer ettiğini; havanın, suyun, temel gıdaların ve emeğin metalaştığını, kalkınma ve büyüme denilerek oluşturulan mega kentlerin geri dönüşü olmayan yıkımlara neden olduğunu belirtiyor.

Sosyoloji Profesörü Ulrich Beck, “Yoksulluk hiyerarşiktir, ama kirlilik demokratiktir.” demektedir. Fakat kirlilik ve etkileri kentlerde demokratik değildir. En başta yoksulları vurmaktadır. Kırsalda herkes için aynı olan iklim değişiklği, kentlerde bir sınıf sorunudur aynı zamanda. Yaşam kaynaklarına ulaşmada yoksul elbette çok geridedir. Bu sebeple yoksulları ve emekçileri daha ağır bir iklim mücadelesi beklemektedir. Ankara Üniversitesi’nden Prof. Dr. Aykut Çoban “Sınıfsal Açıdan Ekolojik Mücadele, Demokrasinin Açmazları ve Kommünizm” isimli Yaşayan Marksizim Dergisi 1. Sayısı’nda yayımlanan yazısında iklim değişikliğine çok az katkısı olan emekçi sınıfın, iklim değişikliği etkilerinden en çok etkilendiğini “Ekolojik mücadele, bir sınıf mücadelesidir; sınıf mücadelesi de ekolojik bir mücadeledir. Bu yüzdendir ki, zeytin çifçisi iken, kömür gibi verimsiz bir enerji kaynağı uğruna termik santrale dönüşen verimli tarlasında madencilik yapmak zorunda kalan emekçinin davası hiç de iklim adaletinin uzağında değildir.” şeklinde açıklıyor.

Geçtiğimiz hafta Nature Geoscience’da Richard E. Zeebe ve arkadaşları tarafından yazılan makalede; insanların acayip kentlerinde kurduğu sanayi, endüstri distopyalarıyla Gezegendeki karbon oranını beklenmedik şekilde arttırdığı için iklim değişikliğinin sorumlusu olduğu kanıtlanmıştır. İklim bilimci James Hansen ve arkadaşları tarafından yazılan Athmosferic Chemistry and Physics’ de yayımlanan “Buzulların erimesi, deniz seviyesinin yükselmesi ve tufanlar: paleoiklim çağından kanıtlar ve modern iklim modellemesi gözlemleri ile 2Clik küresel ısınmanın tehlikeleri” makalesinde olağan olmayan hava olaylarının, kuraklıkların, sellerin sadece kırılgan alanlarda değil her yerde hissedileceği belirtiliyor.

Yaşamı odaklı politikalar zorunluluktur
Biz kentliler olarak iklim değişikliği adına bizleri kötü günler beklemektedir. Yaşadığımız kentler kirlendikçe. Üç beş ağacımız da yitip gittikçe daha güzel günler görmeyeceğiz maalesef. “Kalkınma” odaklı politikalar, rant çılgınlığı yerine yaşam odaklı politikalar, doğa yararına iklim politikaları alırsa, bu acayip kentler normale dönebilir.

Menekşe Kızıldere
Çevre Mühendisi