Halkın Hakları Forumu 2011 – Kadın Forumu Sonuç Bildirgesi

Eteklerinden çekiştiren şiddete, güvencesizliğe, gerici toplumsal baskıya, örgütsüzlüğe karşı hak mücadelelerinde kendine yol açmaya çalışan yeni bir öznenin oluşumuna tanıklık ediyoruz. Bu özne her gün köşe başlarında başına sıkılan kurşunla katlediliyor; evde, sokakta, işyerinde tacize, tecavüze maruz kalıyor; susturuluyor ama affetmeyerek ve unutmayarak yaşamaya devam ediyor; çalışabildiğinde güvencesiz işlerde çalışmaya mahkum ediliyor, gece yarılarına kadar çalışıp eve döndüğünde evde ütü yapıyor, bulaşık yıkıyor, yemek hazırlıyor, temizlik yapıyor. Ama Ankara’nın göbeğine çadırını kuruyor, Türkiye işçi sınıfına nefes veriyor, kepçenin önüne dikiliyor, barikatta kalkanı itiyor; barınma hakkı mücadelesine militan oluyor, hapishane yolu bekliyor ama çocuğunu barış davasında yoldaşı etmekten gocunmuyor.

Bu özne hak mücadelelerinin bütün özneleri gibi sancılı bir süreçten geçerek doğuyor.  Ama biz biliyoruz ki bir gün ezilenlerin zaferini anlatan bir tarih yazıldığında bu doğum ayrı bir sayfada yer alacak. Çünkü kadın hareketi eğer tarihin bu anında haklar mücadelesinin kurucu öznesi olabilirse, tarihin bu anı haklar mücadelesinin en önemli politik eşiklerinden birinin de aşıldığı an olacak.

Bu tarihsel eşiğin önünde hem hak mücadelesi veren bütün emekçiler hem de kadınlar yeni bir düşmanlık biçimiyle karşı karşıyalar.

Kuşkusuz ne emek düşmanlığı ne de kadın düşmanlığı yenidir. Sermaye iktidarı tıpkı bütünleştiği ataerkil iktidar gibi her zaman ve her yerde kadın düşmanlığının çeşitli tarihsel biçimlerini yaygınlaştırmıştır. Bu düşmanlık kadınları açık ya da örtük olarak ikinci sınıf insanlar ve yurttaşlar sayma ilkesine dayanmıştır ve her zaman, özellikle de kriz dönemlerinde sermaye egemenliğinin kendisini sürekli olarak yeniden üretmesinin en önemli araçlarından birisi olmuştur.

Ancak bugün kadın düşmanlığının yeni bir biçimiyle karşı karşıyayız. Çünkü emek düşmanlığının yeni bir biçimiyle de karşı karşıyayız. Ve bugün yeni kadın düşmanlığı, belki her zamankinden daha çok emek düşmanlığının en organik bileşenini oluşturmaktadır.

Bu özel saldırganlık, hem kadın mücadelesi hem de haklar mücadelesi bakımından birbirini dönüştürerek ilerleyen bir mücadele programıyla karşılanmak zorundadır. Hak hareketleri içinde kendilerini tek tek var eden kadın öznelerin oluşturacağı kadın hareketi ile hak mücadelesi, birbirinin içine geçerek gelişmezse hem yeni kadın düşmanlığı yenilemez, hem de toplumu dönüştürecek bir hak hareketi geliştirilemez. Kadın hareketi ve hak mücadelesinin bu birliği bugünün ilerici halk hareketinin en önemli sırlarından biridir. Bu sırrın anlaşılması için karşı karşıya olduğumuz yeni kadın düşmanlığının çeşitli gerçekleşme alanlarının anlaşılması gerekiyor.

Yeni kadın düşmanlığının en önemli alanlarından biri, kadınlar açısından evlerin hem içini hem de dışını içeren çalışma alanıdır. Sermayenin en önemli dönemsel yönelimlerinden biri kamusal hizmetlerin piyasalaştırılması ve güvencesiz çalışmanın hizmet üretimi alanında temel çalışma rejimi halini almasıdır. Emekçilerin tamamının yaşam koşulları bakımından çok yıkıcı sonuçlar yaratan bu durum, kadınlar açısından çok daha özel bir yıkıcılıkta gelişmektedir. Hizmetler alanının, cinsiyetçi işbölümü içinde doğal kabul edilen kadın işlerine yakından benzeyen işlerden oluşması, kadınların hizmetler alanında güvencesiz kölece istihdamını da doğallaştırmaktadır.  Örneğin, “doğal sayılan iş bölümünde” kadınlara düşen sağlık ve bakım hizmetleri alanında istihdam edilenlerin büyük bir bölümünü güvencesiz kadın işçiler oluşturmaktadır. Kadın işçilerin güvencesizliği deneyimleme biçimleri ise, işçi olarak yaşadıkları hak gasplarıyla kadın olarak bedenleri üzerinde vazgeçilmez haklarına yönelik saldırıların iç içe geçmesinden oluşmaktadır. Güvencesiz çalıştırma rejimi, kadınların emekleri ve bedenleri üzerindeki haklarına yönelik yeni bir düşmanlık rejimidir. Bu yeni düşmanlık rejimi, birincisi 2008 krizinin sonuçları ve ikincisi, AKP’nin cinsiyetçi, gerici, piyasacı politikaları olmak üzere iki temel ayağa yaslanmaktadır.

Yeni kadın düşmanlığının bir başka önemli cephesi, sermayenin kent politikaları üzerinden şekillenmektedir. Sermayenin kent politikaları, emekle sermaye arasındaki eşitsizlikleri derinleştirdiği kadar, kadınlar ve erkekler arasındaki eşitsizlikleri de derinleştirmektedir. Sermayenin neo-liberal kentinde, kent merkezinden ve çalışma alanlarından kilometrelerce uzaktaki toplu-hücre konutlarda yaşamaya mahkum edilen kadınlar, kentin temsil ettiği kamusallık ve özgürlük alanlarından bütünüyle yoksun kılınmaktadır. Kadınların kentsel yaşama ve kentsel hizmetlere ulaşımı zaten hayli zorlu iken, bu süreçle birlikte kent merkezleri ve imkânları kadınlara daha da uzak hale gelmektedir. Kent merkezlerinden uzaklaştırılan kadınların sosyal yaşamları, çalışma yaşamları, eğitim ve sağlık hizmetlerine ulaşabilmeleri çok daha zorlaşmaktadır. Yeni çevreye uyum sağlayamamak ve ayrıca ulaşım olanaklarının kısıtlılığı ve pahalılığı gibi etmenler de kadınları ya evlerine ve evlerinin çevresine ya da evde çalışma gibi en geri güvencesiz çalışma biçimlerine mahkum etmektedir.

Bu yeni dönüşüm sürecinde güvencesizlerin önemli işgücünü oluşturan kadınların bu çatışmaya nasıl dahil olacağı ortaya çıkacak sonuçlar bakımından çok büyük bir etkiye sahip. Güvencesizlerin kentteki eşit yurttaşlık mücadelesinin başarıya ulaşması bu saldırının temel hedefi haline gelen kadın emeğinin mücadelenin temel militanı haline getirilmesiyle mümkündür. 

Yeni kadın düşmanlığı tarıma ve genel olarak doğaya yönelik sermaye saldırıları tarafından da yaygınlaştırılmaktadır. Kadınların yüzde sekseninin ücretsiz aile işçisi olarak çalıştığı tarımdaki neoliberal politikalar,  köylü tarımını tasfiye etmekte ve kadınları ya göçe zorlanan aileleriyle birlikte geldikleri kentlerdeki ya da yaygınlaşan şirket tarımına bağlı gıda sanayilerindeki güvencesiz işlere mahkum etmektedir. Özellikle AKP iktidarı döneminde hızlanan bu eğilim, Tarım Bakanlığı tarafından kadınların tarımdaki emeğini görünür kılmak diye sunulabilmektedir.

Tarım alanlarının daraltılması ve şirket tarımının yaygınlaştırılmasıyla birlikte, gıda egemenliği ve bugüne kadar tarımda geleneksel bilgiyle üretilen tohum, özel olarak kadınların, genel olarak çiftçilerin ellerinden şirketlerin ellerine geçmektedir. Kadınlar gıda alanında hem üretim hem de tüketim süreçleri üzerindeki denetimlerini yitirmekte; beslenme hakkını tehdit eden, sağlıklı ve ucuz gıdaya ulaşmayı daha da zorlaştıran bu durum, aileleri için fedakarlık yapmayı doğal sayan kadınları, yoksulluk durumunda gerçek bir açlığa sürüklemektedir.

Kentte ve kırda güvencesizliğe mahkum edilen kadınlar sürekli hale gelen işsizlik tehdidiyle birlikte işyerinde ve evlerinde maruz kaldıkları taciz, tecavüz ve şiddet gibi saldırıları sineye çekmek zorunda bırakılmakta; kadına karşı şiddeti önlemek üzere kamusal kaynak ayrılmaması, yeterli ve kadın hareketinin öngördüğü standartlarda sığınakların yapılmaması; devletin şiddet gören kadınları şiddetin failleriyle barıştırma yaklaşımı, günde üç kadının erkekler tarafından öldürüldüğü bir ülke manzarası yaratmaktadır. Kadınların özellikle SSGSS-Torba Yasa gibi yasal düzenlemelerle sosyal güvence hakkına sahip olabilmek için babaya ya da kocaya bağımlı hale getirilmesi de kadın sağlığına yönelik yıkıcı sonuçların yanı sıra kadınları evde maruz kaldıkları şiddete boyun eğmek zorunda bırakmaktadır.  

Eşitsizlik neoliberalizmin eğitim alanındaki saldırılarıyla büyümektedir. Üniversiteli kadınlar da birçok alanda olduğu gibi cinsiyetçi, gerici, baskıcı zihniyetle yurtlarında, okullarında, işyerlerinde karşı karşıyadır. Bilim ve özgürlük yuvası olan üniversitelerde bugün hala bekaret-bakirelik kavramı etkinliğini sürdürmektedir. Kadının bedeni üzerinde kurulan bu denetleme mekanizması üniversitelerde varlığı “kız yurtları” ismi ile devam ettirmektedir. Üniversiteli kadınların bir diğer sorunu ise ekonomik sıkıntılardır. Bursların yeterli olmadığı durumlarda üniversiteli kadınlar çalışmak zorunda kalmakta ve çalışılan yerler geç saatlere kadar süren, güvencesiz ve kötü koşullar altında olmaktadır. Kadın bedeninin teşhir edildiği stant hostesliği ve garsonluk üniversiteli kadının tercih edildiği işlerdir. Üniversiteli kadınların sorunlarının çözümü için başvurabileceği, danışabileceği bir merkez bulunmamaktadır. Halihazırda bulunan KASAUM ise üniversiteli kadınların sorunlarına çözüm olmamakta, yönetmeliğinde yazan yaptırımları bile gerçekleştirmemektedir.

Erkek egemenliği kendisini bütün bu alanlardaki iktidar biçimlerinde yeniden üretmektedir. Ancak AKP gericiliğinin, neo-liberal politikaların uygulanması noktasındaki özgün dönüştürücü rolü, sıradan erkek egemenliğini kadına dönük sermaye yanlısı, gerici, özel bir düşmanlık siyaseti olarak güçlendirmektedir.

AKP diğer sermaye yanlısı iktidarlardan farklı olarak kadın düşmanı politikalarını uyguladığı sosyal politikaların bir parçası olarak örgütleyebilmektedir.  AKP’nin sırrı kamusal hakların piyasalaştırılması sürecini kadınların aile içindeki geleneksel rolünü daha da gerici biçimlerde yeniden üretilmesini sağlamaktadır. Özellikle son yıllarda art arda düzenlenen AİLE ŞURALARINDA kadının annelik durumu toplumsal örgütlenmenin ana unsuru olarak tanımlanmaktadır. Aile eğitimden sağlığa pek çok temel ihtiyacın karşılandığı birim olarak tanımlanmakta, üç çocuk doğurma, engelli kadınların kısırlaştırılması, kürtajın yasaklanması ve türbanın kamusallaştırılması gibi öneriler ve anneliğin yüceltilmesi, kadın bedenini denetlemeyi öngören kadın düşmanlığı siyasetinin araçları olarak öne çıkmaktadır.

Ailenin ve anneliğin yüceltilmesi ve kadınların fıtratları gereği eşitlik talep edemeyecek insanlar olarak tanımlanması, güvencesizleştirme temeline yaslanan neoliberal yurttaşlığın doğallaştırılmasının araçlarından biridir. Kadın ile erkeğin eşit olmadığı söyleminin doğallaştırılması, emekle sermaye, yoksulla zengin ve birinci sınıf yurttaşla ikinci sınıf yurttaşın eşit olmadığı söylemini meşrulaştırmaktadır.

Bütün bunlar yaşanırken;

Yaklaşık üç yıldır kadın hareketinin tamamı veya tek tek kadınlar hak gasplarına karşı toplumun en dinamik kesimlerinden birini oluşturdular.  Desa’da direnen Emine Aslan, Tekel işçisi kadınlar, Dev Sağlık İş’ten kadınlar, ev işçisi/gündelikçi kadınların örgütlenmeye deneyimleri, barınma ve ulaşım hakkında mücadelesindeki kadınlar ve Kürt Kadın Hareketi bu sürecin bazı örnekleri. Ancak buradaki temel hedef politik süreçlerde etkin birer militan olan tek tek kadınların toplamını ifade eden özgün bir kadın hareketinin yaratılması olmalıdır. Bu hedefin gerçekleşmesi AKP’nin yeni kadın düşmanlığı stratejisine karşı yaratılacak kitlesel-meşru-militan bir çizginin açığa çıkarılmasına bağlıdır.

Kadınlar AKP’de ifadesini bulan kadın düşmanlığı siyasetine ve bir bütün olarak güvencesizleştirmeye karşı emeğine ve bedenine sahip çıkmak ve gerçek eşitliği ve özgürlüğü savunmak için 8 Mart’ta kadın düşmanlığının başlıca alanlarına karşı talepleriyle öne çıkmaya hazırlanıyorlar.

Bizler kadınlar olarak,

Tüm kadınlara sosyal güvenlik hakkı istiyoruz.

Başta engelli kadınlar olmak üzere, kadına yönelik şiddet suçlarında cezaların artırılmasını ve kadına yönelik şiddetin önlenmesi alanındaki acil taleplerimizin yerine getirilmesini istiyoruz

Kadın bedenine yönelik gerici erkek egemen tahakkümün öne çıkan araçlarına karşı acil taleplerimizin yerine getirilmesini istiyoruz.

Tüm kadınları önümüzdeki 8 Mart’ta ortak taleplerimizle kadın mücadelesinin en önünde yer almaya çağırıyoruz.


PİYASACI, DİNCİ, KADIN DÜŞMANLARINA KARŞI EŞİTLİK VE ÖZGÜRLÜĞÜMÜZ İÇİN YAŞASIN KADIN MÜCADELESİ!