Gürkan Akgün ile Yeni Büyükşehir Belediye Kanunu Üzerine Söyleşi – Politeknik
Spread the love

AKP tarafından Meclis’ten geçirilen Büyükşehir Belelediye Kanunu üzerine Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi YK Üyesi Gürken Akgün ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

 

 

Politeknik: Yeni Büyükşehir Belediye Yasası’nın getirdiği değişiklikleri ayrıntılarıyla anlatabilir misiniz?

Gürkan Akgün:
Büyükşehir Belediye Kanunu, 5216 sayılı kanunda, değişiklik yapıldı. Bununla birlikte 13 tane yeni büyükşehir kuruluyor, bu büyükşehir sınırları içerisindeki belde ve köyler kapatılıyor, bunlar mahalleye dönüştürülüyor, 1591 tane belde belediyesi, 16.082 tane köy tüzel kişiliği, 29 tane il özel idaresi de kapatılıyor.

2000’li yılların başında Türkiye’de 3228 tane belediye var. 2012’ye geldiğimizde ise bu sayı 1384’e kadar düşüyor. Türkiye’deki belediyelerin yüzde altmışı ortadan kaldırılmış durumda. Bu, yerel yönetim anlayışında başlı başına bir değişiklik, ülkenin yerel yönetim anlayışında yeniden bir düzenleme.

AKP’nin geldiği ilk döneme baktığımız zaman; biraz yerel yönetimlerden merkezi yönetimi alan, hatta bunu dillendiren, işte biz yerelde hizmet sağladık, bu şekilde başarılı olup merkezi yönetimi aldık diyen bir partinin on yıllık bir dönemi geride bıraktıktan sonra aslında ne kadar merkezileştiğini görüyoruz. Bunu diğer yasalarda da gördük. Zamanla yerel yönetimlerde idare sitemini dönüştürerek merkezi, otoriter bir yapıya evrilen bir sistem görüyoruz.

Şunu tartışmaya pek gerek yok, bu yasa da yapılırken ne yerel yönetimlere, ne meslek odalarına, bu işle uğraşan akademik kurumlara danışılmış durumda., Ama biz zaten bunu bütün yasalar çıkarken görüyoruz, sendikalar yasasında da görüyoruz, vs. Ona artık hayıflanacak bir durumumuz maalesef yok.

Bir anlamda şunu aklımızda tutmak lazım, yerel seçim var bir yıl sonra, bu yerel seçimlere yönelik önemli bir hamle. Kamuoyunda bu yönüyle çok tartışıldı. Çeşitli araştırma şirketleri eğer ki, geçen seçimdeki seçmen davranışları hakim olursa bu Büyükşehir Yasasının AKP’ye ve MHP belediyelerine yarayacağını aktaran açıklamaları oldu. Tabi bu değişebilir, yani seçmen davranışları değişebilir ama yasanın temel amacına baktığımız zaman yasa, bugüne kadar tesis edilmiş yerelleşmeden yana olan ülkenin idari yapısını merkezi karar alma mekanizmasına devrediyor.. Şurada şöyle bir fetişleştirme yapmayalım, yerel iyidir, merkezi kötüdür ya da merkezileşmek iyidir gibi. İşin özü, yerelde halkın katılımını sağlayacak, daha demokratik kurumların oluşturulması, halkın karar alma mekanizmalarına katılımını sağlamak mümkün iken bu iş biraz daha zorlaşıyor şu anda.

Yasa şunu oluşturuyor, yeni büyükşehir yapılan belediyelerde il sınırları büyükşehir sınırları olarak genişletiliyor, belde ve köylerdeki yerel yönetimler ortadan kaldırılıyor. Bugün İstanbul ve Kocaeli de uygulanan büyükşehir sistemini genelleştiriyor. Hizmetin büyükşehir ve ilçe belediyeleri aracılığıyla ulaştırılacağını söylüyor. Şöyle bir yanılgıya düşmemek lazım, siz ölçeği büyüttüğünüz zaman hizmet kalitesini ve verimliliğini büyütmüş olmuyorsunuz. Aksine erişimi zorlaştırmış olabiliyorsunuz. Düşünün, normalde belde belediyeleri var, ilçe belediyeleri var, belde belediyesinde yaşayan insan hizmeti beldeden çözüyordu. Buralarda hizmet sunumuçok mu iyiydi o ayrı konu. Belde belediyeleri lağvedildi, hizmetler ilçe belediyesinden alınacak. Karadeniz’i düşünün, büyükşehir oluştu, belde belediyesi gitti, 50 km’ye varan uzaklıklar ortaya çıkacak ve siz o hizmeti oralardan almaya gidecek, o ilçe belediyeleri de oralara götürmeye çalışacak. Bu sıkıntılı bir durum. Bunun sıkıntıları Ankara’da çok gündeme geldi. Ankara’da daha kırsal kesimlerde yaşayanların hizmet almaması gazetelerde, basında çok gündeme gelmişti. Bu yasa ile hizmete erişim noktasında sıkıntılar olacak.

Yasayla birlikte aslında şöyle bir sorun ortaya çıkıyor; tarım ve hayvancılığın da tasfiye edilmesiyle birlikte kırsal alanın ortadan kalkması bir sorun olarak tespit ediliyor, evet, ama bunun çözümü daha da merkezileştirerek onları büyükşehirlerde toplamak değil. Yani kırsal alandaki sorun, belde belediyelerini ve köyleri geliştirme yöntemi yerine, daha önce köy hizmetlerini de ortadan kaldıran bir anlayışla birlikte, bugün 29 il özel idaresini de ortadan kaldırarak çözümlenmek isteniyor. Yani köylere hizmet götüren birimler ortadan kaldırılıyor. Bu köylüyü, kırsal alanda yaşayanı, oradaki ekonomik yapıyı daha da zedeleyen bir sisteme, maalesef, yol açacak.
Bu işin bir başka durumu, ülke genelinde eşitsizliği arttıran bir yönü de var. Bir yanda büyükşehirler, bir yanda büyükşehir olmayan iller, onun altında da daha az hizmet alabilen, merkezden daha da az hizmet götürülen köyler, kırsal alanlar ortaya çıkmış olacak.
 
Ortaya çıkan durum, Avrupa Yerel Yönetim Özerklik Şartnamesi’ne de aykırı bir durum. Çünkü yerel yönetimlerde karar almak için o yereldeki insanlarlın, referandumlarla, toplantılarla vs.  görüşlerini, taleplerini almanız gerekir. Türkiye’nin genelindeki bu kadar büyük bir durum, belediyelerin ortadan kalkması, beldelerin ortadan kalkması, yeni ilçelerin oluşması gibi bir karar, yerel halkın hiçbir haberi dahi olmadan alınıyor. Cumhuriyet tarihinden de eski belediye yönetimleri var. İzmir’de mesela, Ödemiş-Birgi’de. Siz orayı büyükşehir statüsüne alıp o belediyeyi ortadan kaldırmış oluyorsunuz. Yani yılların yerel yönetim kültürünü bir şekilde ortadan kaldırmış oluyorsunuz. Yeni ilçe ve belediyeler oluşturuyorsunuz. O ilçeler hangi coğrafi özelliklere göre, oradaki yaşayan hangi  toplulukların birlikteliklerine göre alınıyor? Bu durum muallak. Bir sürü yeni ilçemiz oluştu. O ilçelerin isimlerine dahi bakarsanız, buradaki yönelimi görüyorsunuz.

Yeni bir birim kuruluyor; “Yatırım İzleme ve Koordinasyon Merkezi”. İl özel idaresi, il genel meclisi gibi yereldeki temsilcilerin oluşturduğu yapı bir anlamda lağvedilirken, merkezden doğru yeni bir birim kuruluyor, Yatırım İzleme  ve Koordinasyon Merkezi adı altında. Bunun ne şekilde bir yapı oluşturacağı şimdilik muğlak. Bakanlar Kurulu kararı ile kurulabilir diyor ki Anayasa’da Bakanlar Kurulu kararı ile bir kamu tüzel kişiliği kurulamaz der, bunun için kanun gerekir. Bu bir anlamda, ülkede, ulusal ve küresel sermaye adına yerellerde karar verici bir mekanizma oluşturmak anlamına geliyor. Daha önceki kurumlar, mahalli idareler, yerelin taleplerini, yerelden seçilmiş insanlarla birlikte orada çözümlemeye dair bir mekanizmaydı. Şimdi küresel sistemin yukarıdan aşağıya düzenlenmesi için başka bir mekanizmaya ihtiyaç var, bu da onlardan biri mesela.

Genel itibari ile yasanın getirdikleri bu: merkezileşme, yerel demokrasinin tasfiye edilmesi gibi sonuçlarla bu yasayı okuyabiliriz. Yasanın içerisinde enteresan maddeler var. Mesela mahalleye dönüşen köylerde yapılan konut, endüstri faaliyeti göstermeyen bakkal, manav, kooperatif gibi binalar ruhsatlandırılmış oluyor. Yasa ciddi bir imar affı getiriyor. Şunu iyi okumak lazım, köy derken, kıyı alanı olan köyler de var. Oradaki villaların da imar affına tabi olması, onların da ruhsatlandırılması demek. Yani, siz bir yandan sözde afet yasası çıkarıyorsunuz, riskli yapılar diyorsunuz, bir yandan da mahalleye dönüşmüş köylerdeki konut alanlarına imar affı getiriyorsunuz. Bu eşitlik ilkesine de aykırıdır. Birisi Anayasa Mahkemesi’ne götürse bunu, eşitlik ilkesine aykırı diye, tüm Türkiye’de köylerdeki bu yapıların ruhsatlandırılması gerektiğine dair bir karar çıkabilir. Niye buradakileri ruhsatlandırıyorsun da diğer köylerdekini ruhsatlandırmıyorsun diye veya neden daha önce büyükşehir olmuş yerlerdeki, eskiden köy olan ve mahalleye dönüşmüş yerlerdekini ruhsatlandırmıyorsun da, bu yasadan yeni yaralanacak olanları ruhsatlandırıyorsun diye.

Büyükşehirler açısından şöyle bir sıkıntı var, orman köyleri. İstanbul, Ankara, İzmir gibi daha önce büyükşehir olmuş illerde, orman köyü statüsündeki yerler var.. Bu orman köylerindeki yapılar ki, bu yapılar artık çok değerli yerler, ruhsatlandırılmış olacak. Buralara da imar affı getirilmiş olacak. Bu, geçici madde 1’in 15. fıkrasında geçiyor. Bu çok tehlikeli bir madde. Yine bu mahalleye dönüşmüş köylerde tip proje getirilmesine dair madde var.Maddede geleneksel dokuya uygun tip proje diyor ama yani bizim şimdiye kadar gördüğümüz örnekler çok iç açıcı olmadığı için bu tip projeler acaba kırsal alandaki mevcut organik yapıyı da bozacak mıdır diye düşünmeden olmuyor. Acaba köyler, birer TOKİ konutlarının toplamına mı dönüştürecektir diye çekinceleri oluyor tabi insanların.

Yine bu büyükşehir olan yerlerde, daha önceden köylerde su parası ödenmezken, daha önce vergilerden muafken, şimdi bu vergileri, bu hizmet bedellerini ödemek zorunda kalacak insanlar. Bu, o insanların daha da yoksullaşmasına neden olacak. Ayrıca, büyükşehir olan yerlerde bu emlak vergileri diğer illerdeki gibi değil, iki katı sanırım, daha da pahalı yani. Maalesef, böyle bir durum olacak. Yoksul kesime, zaten tarımın yavaş yavaş çökmesiyle birlikte yoksullaşan kesime, ekstra hizmet bedelleriyle yüklenilecek bir durum söz konusu.

Bu yasayı peşpeşe çıkan yasalarla birlikte okuduğunuz zaman işte 2BYasası, Mütekabiliyet Yasası, Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesine Dair Kanun, bunlarla birlikte değerlendirildiği zaman, kent toprağının-kırsal alanın özelleştirilmesine ve metalaştırılmasına yol açacak bir yasa daha diyebiliriz.

Politeknik:
Tam da bu noktada bu yasa kentlerimizin ve doğamızın sermaye lehine talan edilmesiyle ilgili hangi sınırsızlıkları getiriyor ya da hangi sınırlar aşılmış oluyor diye sorabilir miyiz?

Gürkan Akgün:
Bunların hepsini bir arada düşündüğümüzde ortaya çıkan şey şu zaten, üretimden büyük ölçüde çekilen devletin, özellikle inşaat sektörünün gelişmesine dayalı bir politika izlediğini görebiliyoruz. İnşaat sektörü derken yalnızca konut, apartman, daire anlaşılmasın. Bu duble yollardan HES projelerine kadar, bu her gün bir yenisini gördüğümüz konut projelerine kadar bir sektörün geliştirilmesi. Burada 2000’li yıllardan sonra devlet ne yaptı? Bir, TOKİ’yi yeniden düzenledi. Sonra Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nı son dönemde oluşturdu. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan önce daha çok TOKİ eliyle yaptı. Artık kentin kendisi bir meta haline geldi ve sistemi bu şekilde döndürmeye çalıştı. Bir sürü örneğini görüyoruz işte, şu anda gündemde Maslak 1453, planda askeriyenin yeri TOKİ’ye devrediliyor. TOKİ orada bir plan yapıyor. Planla birlikte emsal değerleri İstanbul’da karşılaştırılmayacak kadar ayrıcalıklı imar haklarıyla Ağaoğlu’na veriliyor. Ağaoğlu’da orada bir konut projesi yapıyor. Aslında yeni bir zengin sınıf oluşturuluyor. Bu sistem bu şekilde döndürülmeye çalışılıyor. Olan neye oluyor, İstanbulluya oluyor, doğal değerlere oluyor. Diğer kentlerde durum aynı şekilde. Keza kentsel dönüşüm yasası, daha önce Belediye Kanunu’ndaki 73. Maddeyle, 5366 sayılı yasa ile yapılıyordu. Şimdi bu Afet Yasası çıktı. Gördüğümüz örnekler, Ankara’da Dikmen ve Mamak’ta, burada Tarlabaşı’nda, Sulukule’de, Ayazma’da gördüğümüz şey hep merkezi alanlarda kalan yerlerden, orada yaşanan yoksulların tasfiye edilmesi ve oraların lüks konut, rezidans, alışveriş merkezi haline dönüştürülmesi. Burada yaratılan ‘değer’ de kamuya dönmüyor. 2B Yasası’yla bu Büyükşehir Yasası’nın birbiriyle çok alakası var.  Az önce bahsettiğimiz imar affı, Mütekabiliyet Yasası’yla çok alakalı, daha önce köylerde yabancılara mülk satışı mahkeme kararıyla iptal edilmişti. Köylerde yabancılara mülk satışı mümkün değildi. Bu sene yeni düzenleme yapıldı. Yabancılara mülk satışının önü açılmış duruda. Bu yasayla birlikte mahalleye dönüşmüş köylerde de bu mümkün olacak. Dolayısıyla bu yasaların hepsi birbiriyle çok alakalı ve hepsi aslında kent toprağını, doğal kaynaklarımızı imar hareketi ile birlikte bir rant değerine dönüştürüyor.

Bir yandan bakıyorsunuz, siz bu mevcutta köy olan yerleri büyükşehir haline getirip köy statüsünü ortadan kaldırmış oluyorsunuz. Orada hayvancılıkla geçinen insanlar artık hayvancılık ve tarım yapamayacak.Büyük olan hep avantajlı.AKP her zaman büyük olandan, güçlü olandan yana tavrını koyuyor. Öbür tarafta hem ölçek anlamında hem yaşam anlamında da ‘küçük’ olan geride kalmış oluyor. Yani alışveriş merkezi, küçük bakkala karşı hikayesi. AKP’nin politikalarıyla birlikte AVM her zaman avantajını sürdürüyor. Büyükşehir kapsamına alınıp şehir merkezinde olmayan bölgeler, şehir merkezinde yer alan ilçelere karşı gücünü kaybediyor. Tavır hep büyükten, güçlüden yana bu dönem.

Politeknik: AKP’nin ardı ardına çıkardığı yasalarla birlikte Büyükşehir Yasası, sermaye için denetim mekanizmalarını ortadan kaldırıyor mu? Sermaye birikimini bürokratik süreçlerden arındırıyor mu?

Gürkan Akgün:
Evet. Yani zaten AKP’nin en önemli özelliği neoliberal düzene en iyi ayak uyduran ve ülkenin yasal sistemini bu döneme uygun şekilde dizayn eden parti olması. Daha öncekiler gibi değil. Bütün yasal sistemi yeniden düzenlediler. Biz şu anda kent ve doğa açısından olanları değerlendiriyoruz. Bir yanda Sendikalar Yasası da düzenleniyor. Peşpeşe yargıya yönelik yasalar da düzenleniyor vs vs.. Yani bir yasa üretme partisi adeta ve bunu da hemen icra etmeye koyuyorlar. Zaten ülkede şöyle bir şeyi, aman bürokrasi bizi boğuyor, aman hiç iş yapamıyoruz gibi bir şeyi de arkasına alarak, bütün bu denetleme mekanizmasını bir ölçüde ortadan kaldırmış oluyor.

Başka bir açıdan baktığımızda egemen söylemdeTMMOB’ye veya toplumun diğer muhalefet unsurlarına şöyle denir ya “her şeye karşı çıkıyorsunuz”, Başbakan da dile getirdi “bunlar zaten istemezükçüdür her şeye muhalefet ederler”. Bu söylem toplumda da karşılığını buluyor. Ama siyasal kararlar, alınan iktisadi kararlar iyi veya kötü diye değerlendirilmez. AKP’nin burada temsil ettiği bir ekonomi-politik söz konusudur.
Zaten iktidara gelirken bunu beyan etmiştir ve buna göre de yasalar çıkartıyorlar.Kendine göre de iyi yasalar. Ama biz de toplum yararından, kamu yararından, eşitlik ilkesinden yana baktığımız için bunlara dair argümanlar üretiyoruz. 3. Köprü’yü yapma diyoruz. Oraya yaptığın zaman kuzey ormanlarını yok edeceksin. Taksim Meydanı’na, Gezi Parkı’na, Taksim’de elinde kalan son yeşil alana, ne olduğu belli olmayan bir kışla binası dikme diye bilimsel karşı çıkışlar geliştiriyoruz. Çeşitli argümanlarla bunu destekleyerek toplumsal muhalefet yaratmaya çalışıyoruz.

Politeknik:

Son dönemlerde yaşamına, doğasına, suyuna sahip çıkan yerel halk direnişlerinden, mücadelesinden bahsediyoruz. Kentsel dönüşüme karşı barınma hakkı mücadelesi verenlerin, HES’lere karşı yaşamına sahip çıkanların eylemlerini, güvenli bir yaşam mücadelesinin yeni deneyimlerini görüyoruz, bu mücadelelerin içinde yer alıyoruz. Bu çizgide ilerleyen mücadeleleri ve çeşitli kazanımları düşündüğümüz zaman yasalar çıksa da güvenli bir yaşam mücadelesinin dinamikleri kalır mı?

Gürkan Akgün:
Öyle. Şimdi Afet Yasası’ndan bahsedelim. O kanunun bu sene çıkmasının bir sebebi var. O kanundan önce de kentsel dönüşüm yasada vardı. Belediye kanununda vardı. Ama büyük oranda AKP’ye oy vermiş mahallelerde bunu uygulamaya kalktığınız zaman, örneğin İstanbul Başıbüyük’te tepkiyle karşılaşıldı. Şimdiye kadar politikleşmemiş kadınlar, çocuklar panzerlerin önüne yattı. Toplantılar düzenlendi, mahalleler bir anda politikleşmeye başladı. Karar alma süreçlerine dahil oldular ve oralarda geri çekildiler mesela. Van Depremi’yle birlikte afet riskini de arkasına alarak bir hamle daha yaptı şimdi. Olağanüstü hal yasası gibi bir yasayla eline büyük yetkiler aldı. Ama yine de uygulama aşamasında, insanların hayatlarına müdahale ettiğiniz zaman, insanların derelerine, yaşadığı alanlara müdahale ettiğiniz zaman, bu çıkar ilişkisi bir şekilde bozulacak ve o çıkar ilişkisinin bozulduğu yerlerde politikleşme sağlanabilirse -zaten siyasette böyle bir şey- gerçek bir dönüşüm gerçekleşecektir. Bu kadar eşitsiz bir yapının sürdürülebilir olması mümkün değil. Bu döneme kadar sürdürüldü. Bu döneme kadar bu yasalarla birlikte, sürekli piyasa için sistemin sürdürülmesine dair araçlar ortaya kondu. İşte tam tıkandığı noktada yeni imar aflarıyla birlikte tıkanıklık giderilmeye çalışılıyor. HES projelerinin piyasa mekanizmasına, sermayeye devredilmesi biraz daha kolay hale getiriliyor ama hep bir karşı çıkış var. Yani mesela hiç politikleşmemiş insanlar 4+4+4’le birlikte sokaklara döküldüler, çocuklarına sahip çıkmak için. Burada ailenin en kutsalına, çocuğuna müdahale ettiğiniz zaman, orada artık yasa masa dinlemiyor kimse. Ve bizim de umut ettiğimiz bu birikimlerin bir şekilde daha eşitlikçi, daha dayanışmacı, daha özgürlükçü bir hayatın nüvelerini oluşturması.

Asıl konumuza yine dönersek,  bu yasal düzenleme ile birlikte ne oluyor mesela.  Belediye Yasası’nı ele aldığımız zaman, insanların daha önceden siyasete katılabilme olanakları vardı. Bu yasayla birlikte o olanaklar elimizden alınıyor. Niye? Köy tüzel kişiliğini ortadan kaldırıyor, ihtiyar heyetini ortadan kaldırıyor, belde belediyelerini ortadan kaldırıyor. Daha önce siz bir yerde esnaf, oranın biraz ileri geleni, biraz siyaset yapmış olanı iseniz, oranın belediye meclisine girebilir, ilçe meclisine girebilir iyi ya da kötü bir siyaset yapma olanağı elde edebilirdiniz. Bunların ortadan kaldırılması, bunların merkezileştirilmesi, üstten aşağı, daha güçlüden yana bir sistemin kurulmasına yol açıyor.Yani bu antidemokratik yapı, bu sürekli sermayenin lehine verilen politik kararlar, yasal düzenlemeler yoksullaşmaya, insanların kendi taleplerini dile getiremediği, kendi haklarının giderek elinden alındığı bir yere doğru gittikçe, elbette ki bir karşı çıkışı da ortaya çıkaracaktır

Bu karşı çıkışı örgütlemek! TMMOB’de veya ne bileyim içerisinde bulunduğumuz diğer demokratik kitle örgütleri içerisinde, siyasi yapılar içinde örgütlemek. Önümüzdeki dönemde de yapmaya çalışacağımız bu memnuniyetsizlikleri bir araya getirip, daha iyi, eşitlikçi, toplumdan yana bir hayatı kurmak olacak.

Politeknik:
Teşekkür ederiz.


Spread the love