Neredeyse tüm kentlerimizde meydan sorunları yaşıyoruz; ya kentin meydanı hiç olmadığından, ya kent meydanı sorunlu olduğundan ya da bizim meydanı düzenleme ve kullanma biçimimiz sorun yarattığından…O nedenledir ki Türk Dil Kurumu’nun “yarışma, eğlence veya karşılaşma yeri” diye tanımladığı meydanlar, her toplumsal olayda bir şiddet mekânına dönüşüveriyor, iktidarda da bir bayram paniğidir ki hiç bitmek bilmiyor.
Gerek iktidar gerekse toplum olarak meydanlarla ilişkilerimiz tarihsel olarak sorunlu gelişmiş. Meydan’ın sözlük anlamları “alan, saha, bulunulan yer, çevresi, ortalık” gibi anlamların yanı sıra “fırsat, imkân ve vakit” manalarını da taşıyor. O nedenle bir durumun ortaya çıkışını “meydana çıkmak”, bir şeyi önlemeyi “meydan vermemek”, aşırı davranışları “meydanı boş bulmak”, kafa tutmayı da “meydan okumak” gibi kavramlarla anlatıyoruz. Meydana gelmişse olmuştur olaylar, olmuşsa meydana gelmiştir, meydansız olmaz…
Sözcüğün bu denli zengin atıfları olmasına şaşırmamalı, insanların bir arada var olma çabalarının tarihi ise kentin tarihi; aynı zamanda meydandır da kent. Kent, ortalıkta olan, ortak olan, imkân veren, vakit geçirilen, eğlenilen, yarışılan, karşılaşılan yer olduğu için meydandır. Kentte özel alanlar ve mahremiyet nasıl yadsınamıyorsa, salt bir özel alanlar toplamı olarak da düşünülemez, yaşayamaz kent. Ve giderek ortak alanlar, kamusal kullanımlar arttıkça meydanlaşır kent, daha çok karşılaşma, eğlenme, yarışma, paylaşma imkânları sunar. Ama iktidar açısından kent gibi meydanın da varoluş nedeni öncelikle güvenlik ve gösteriştir. İktidara başkaldırmanın ilk işareti de, kalabalığın meydanda toplanmasıdır her zaman ve o nedenle de iktidar gözünü bir an bile ayırmaz meydandan.
KENTİN GÖBEK BAĞI
Eski Yunan kentlerinin göbeğinde yer alan ve demokrasinin beşiği sayılan meydanlar tarih boyunca hep önemli yerler olagelmiş, simgesel ya da gerçek anlamda işgal edilmek istenmiştir. Meydan kentin fiziksel, tarihsel, ekonomik olarak göbeğidir ama en çok zihinsel ve simgesel olarak. Kentin göbeğine yerleşen, egemen düşünme biçimini de belirleyendir. O nedenle tarih boyunca saraylar, kilise ve camiler, pazaryeri, fabrikalar, ofisler, mağazalar, alışveriş merkezleri, borsalar kentin merkezine gözünü dikmiş, iktidarının ve zaferinin simgelerini kamusal olanın ortasına yerleştirip görünür kılmak istemiştir. Bizlerin hayata bağlanmamız gibi kent de yaşama bu göbekten, meydandan bağlanır.
Meydanlar tam da bu nedenle her dönemde önemli bir mücadele alanı olarak ünlenmişlerdir. Bizim coğrafyanın tarihine baktığımızda Osmanlı’da meydan anlayışının daha da cılız örneklerinden söz edilebilir, bir diğer anlatımla iktidar mücadelesine pek meydan verilmemiştir. Meydan daha çok muharebe kelimesiyle kol kola gezmiştir bizde. Kentte ise cami avlusu en önemli toplanma mekanı olarak, meydanı ikame eden bir kamusallık sayılabilmektedir. Elbette kadınları, çocukları dışlayan, erkek egemen ve Sünni bir kamusallık olarak. Gerçekten de önemli kararlar, bildirimler, isyanlar için cami avlusu en sık kullanılan mekân olmuştur. Geleneksel Osmanlı kentinde meydan ve park gibi kamusal alanlar uzun bir süre görülmez. Meydan düzenlemeleri için Tanzimat sonrası, kamuya açık park düzenlenmeleri için de 19. yüzyılın ikinci yarısı beklenecektir. Hatta 1900 yılına gelindiğinde artık halk da parkları para ödemeden gezebilecektir!
CUMHURİYET İDEOLOJİSİNİN MEYDANLARI
Bugün kentlerimizin meydanları Atmeydanı, Okmeydanı vb dışında tarihsel referansları yoksa ve yeniyse, ya fiziksel bir gelişmeden almıştır adını, İstasyon meydanı gibi, ya da Cumhuriyet ideolojisinin mekânsallaşmasıdır adının kaynağı; Cumhuriyet, Atatürk, Kurtuluş, Zafer meydanı ve benzeri.
Cumhuriyet ideolojisi mekânda somutlaşırken, çağdaş kentin mekânı olarak meydanı yaratmış, ona isim vermiş, topraktan yalıtmış, bir heykel aracılığıyla görselleştirmiş ve iktidarı yüceltmiştir. Bugün çok örneği kalmasa da, Lenin heykelli, Saddam heykelli meydanların görüntüsü hatıralarımızda kayıtlı. Ülkemizde de birçok kent ve kasabanın bir Cumhuriyet caddesi vardır ki, içinde Atatürk heykelinin bulunduğu bir meydanı keser. Örneğin, benim çocukluğumun geçtiği yerde “Taş Mustafa” derlerdi bu heykele, böyle demenin suç unsuru taşıdığını bilmeden. Minibüs şoförüne “Oğlum beni daş mustıfa’da indir” deyiverirdi teyzem… Resmi tören ve kutlamaların vazgeçilmez yeridir bu meydanlar, sivil eğlencelerde ise varsa başka bir yer tercih edilirdi, iktidarın soğuk yüzünden kaçabilmek için belki de. Zaten eğlence, dinlence, vakit geçirme için değil, tören için düzenlenmiş bir gösteri mekânıdır modern kent meydanı.
Ancak birçoğunda hâlâ bir iktidar ve işgal mücadelesi sürüp gitmektedir meydanların. Kent meydanlarına cami önerileri kadar, bulvarlar açarak araçlara teslim etme önerileri de oldukça revaçta, birçok meydanın da giderek bir araç parkına ve aktarma istasyonuna dönüştüğü görülmekte. Otel dikilmesi, AKM’nin yıkılması, cami yapılması gibi konularla gündeme gelen Taksim Meydanı da, kent meydanlarından simgesel ve politik anlamı en yüksek olanı.
TAKSİM MEYDANI VE 1 MAYIS
Bugün Taksim Meydanı’nda nasıl bir iktidar mücadelesi var diye bakınca gördüklerimiz; bir yanda sermayenin simgeleri olan oteller, markalaşmış mağazalar, diğer tarafta panzerleriyle kolluk kuvvetleriyle iktidar, öte yandan sevinçleri ve anmaları kutlamak isteyen toplum kesimleri, “durun buranın asıl sahibi biziz” diye kornalarıyla bağıran araçlar ve trafik, örgütlü olmadıkları için şimdilik ses edilmeyen serseriler, müşteriye dönüşmüş kentlilerdir. Ve tüm bu özellikleriyle, İstanbul’un 24 saat yaşayan tek yeridir Taksim Meydanı.
Çok çekirdekli kentin birçok bakımdan, özellikle de simgesel göbeğidir Taksim. Meydanın göbeğinde de 1928 yılında dikilen ve Taksim’in simgesi haline gelen ve Taksim’i meydanlaştıran bugünkü anıt vardır. Yapımı 2.5 yıl süren, maliyeti için halktan para toplanan, Cumhuriyet dönemini figüratif bir şekilde anlatan bu anıtla ilgili bilinmeyen bir özellik de, Atatürk, silah arkadaşları ve halkın yanı sıra Kurtuluş Savaşı mücadelesindeki katkılarından ötürü iki Sovyet subayının da figürlerinin bulunmasıdır.
Taksim’in Taksim olmasında, bir meydan kimliği kazanmasında bu anıt kadar yaşanmışlıkların da payı vardır. Taksim’e çıkmak bir tür meydan okumadır hayata, delikanlılığa ilk adımdır, şehrin gümbürtüsüne karışmak, kalabalıkla yarışmaktır, risk almak, kentli olmak, öğrenmek, paylaşmak, farkına varmak, kişilik repertuvarını genişletmek ve çoğalmaktır. Öte yandan Taksim’i halkın işgalinde görüp, çıkmaktan imtina edenler, daha steril eğlence biçimlerini tercih edenler de vardır, ama hiçbir şey, hiçbir meydan tutamaz Taksim’in yerini. O nedenle nafiledir iktidarın Taksim’i unutturma gayretleri.
MODERN DEVLETİN AGORAFOBİSİ
Dar bir yerde kapalı kalma korkusu (klostrofobi) gibi, açık bir mekânda bulunma korkusu (agorafobi) da modern insanın belki biraz da rahat batması sonunda icat ettiği popüler rahatsızlıklardan. Modern devletlerin agorafobisi olarak “Meydan Korkusu” ise, 1 Mayıs’ta görüldüğü üzere biraz bize özel.
İşçi Bayramı olarak kabul edilmesinin tarihi 1889’a uzanan 1 Mayıs kutlamalarının İstanbul’daki ilk düzenlendiği yıl 1912’dir. 1 Mayıs’ın yasal olarak İşçi Bayramı ilan edilmesi ise 1923’te gerçekleşiyor ama hemen ardından kitlesel kutlamalar yasaklanıyor. Ta ki, 1935’te adı “Bahar ve Çiçek Bayramı” olarak değiştirilinceye kadar. Bu tarihten 1981 yılındaki Milli Güvenlik Kurulu kararına kadar da resmi tatil günü olarak kalan 1 Mayıs’ın kent meydanlarında kutlanmasına devam edildi. Özellikle 1977’de üzerine ateş açılan 34 göstericinin ölümüyle sonuçlanan 1 Mayıs, İşçi Bayramı ve Taksim’in simgesel ve politik anlamını çok daha yukarı taşımıştır.
2008’de “Emek ve Dayanışma günü” olarak belirlenen ve düşük yoğunluklu demokrasi belgeseli olarak başlayıp, savaş filmi görüntüleriyle biten 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanılması ise hâlâ yasak. Polis bayramı kutlanabilir, futbol zaferleri, pop konserleri, yılbaşı gibi zihinsel olmayan faaliyetler için de gayet uygundur ama konu 1 Mayıs olunca iktidar, yetkililer aracılığıyla halka sürekli meydan okumayı ve bolca meydan dayağı atmayı tercih etmekte. Öte yandan meydanı okuyamamak, nabız tutamamak da önemli sonuçlar vermiş bir tekerrür hareketi olagelmiştir tarih boyunca. Demek ki, kenti biraz akılla yönetebilmek için, göbeği anlamak, fevriliği değil aklıselimi merkeze yerleştirmek ve meydanın sesine kulak vermek gerek. Bu coğrafyanın insanları kentli olmayı, kamusallaşmayı, emeğin bayramını kutlamayı fazlasıyla hak ediyor, özellikle de büyük çoğunluğunu iktidarın değil emeğin kurduğu bir kentte bu hak halka pek yaraşıyor…
Kaynak: BirGün