Bazı kanunlar ve kanun maddeleri vardır ki, yazılı metni okuduğunuz zaman “işte bu!” dersiniz, “ne güzel yazmış, işçinin emekçinin hakkını savunmuş” der mutlu olursunuz. Ama yasadışı bir şekilde ormanlık alanlara konut, ÇED raporlarına aykırı olduğu halde maden ocağı yapılan, en temel yasal hakkını arayanın işten atıldığı bir ülkede yaşıyorsanız, yasada yazılanın pek bir önemi yok. Gücünüz, örgütlülüğünüz var mı yok mu, mesele buraya düğümleniyor. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği konusunda da tam anlamıyla böyle. İlk kez 2003 yılında 4857 sayılı İş Kanununun 34 üncü maddesinde yer alan, şimdi 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nda da yer alan “çalışmaktan kaçınma hakkı” örneğin.
Çalışmaktan kaçınma hakkı iş sağlığı ve güvenliği konusunda işçiye / çalışana verilmiş bir haktır. Bu hak, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununun 13 üncü maddesinde düzenlenmiş, kanun diyor ki bir işçi, ciddi ve yakın tehlikeyle karşı karşıya kaldığında iş sağlığı ve güvenliği kuruluna, kurulun bulunmadığı yerlerde ise işverene başvurarak durumun tespit edilmesini ve gerekli tedbirlerin alınmasına karar verilmesini talep edebilir. Kurul acilen toplanarak, işveren ise derhâl kararını verir ve durumu tutanakla tespit eder. Karar, çalışana ve çalışan temsilcisine yazılı olarak bildirilir. Ciddi ve yakın tehlikenin önlenemez olduğu durumlarda ise çalışan bu usule uymak zorunda olmaksızın işyerini veya tehlikeli bölgeyi terk ederek belirlenen güvenli yere gider. Çalışanların bu hareketlerinden dolayı hakları kısıtlanamaz. Bir işçinin başvurusu üzerine iş sağlığı ve güvenliği kurulunun veya işverenin çalışanın talebi yönünde karar vermesi hâlinde çalışan, gerekli tedbirler alınıncaya kadar çalışmaktan kaçınabilir. O işyerinde çalışan işçi, gerekli tedbirler alınıncaya kadar çalışmaktan kaçınma hakkını kullandığı döneme ait ücretini alacağı gibi, bu dönemde iş sözleşmesinden doğan ve kanunlardan gelen haklarını da kullanabilir. Bir işçi talep etmesine rağmen gerekli tedbirlerin alınmadığı durumlarda, iş sözleşmesini feshedebilir, yani işten ayrılabilir.
Oh ne güzel! Demek ki işçi sağlığı ve iş güvenliğine aykırı bir durum gördüğüm zaman o işi yapmama hakkım var, alın size demokrasi! Bunu bir de yalnızca kontrol kalemi istemek gibi en temel iş güvenliği önlemlerini istedikleri için işten atılan BEDAŞ işçilerine anlatın isterseniz. Alın size yazılı olan ama hiçbir zaman kullanılamayacak bir yasal “hak”.
Çalışan temsilcisi: İlk işten atılacak kişi!
Benzer bir “hak” da işçilerin işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda çalışan temsilcisi olarak aralarından birisini temsilci olarak göndermesi. Bir başka ifadeyle, bu alanda çalışan herkesin altını çizdiği “işçi katılımı”nın yasal olarak düzenlenmiş hali. Aaaa bakın ne güzel, yasamız işçilere çalışmaktan kaçınma hakkını tanımakla kalmamız, işçilerin işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda katılımını da güvence altına almış(!) İşçi katılımı işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda ne ölçüde etkilidir, üretim süreçlerinde sermaye ana karar verici olduğunda bunun anlamı var mıdır (kapitalist ekonomilerde en etkin kullanıldığı yer olan İsveç’te örneğin çok olumlu etkisi olmamıştır), işçi katılımı hangi aşamalarda olmalıdır vs. vs. uzun tartışma konuları. Kitabımın ikinci baskısında bunları tartışacağım. Ama durum o kadar uzun boylu değil, çok basit bir şeyden söz ediyoruz. Örneğin işyeri yemekhanesinde ‘salmonelle’ kaynaklı gıda zehirlenmesi yaşandığı ve bu konuda gerekli araştırmanın yapılmayıp aksine olayın örtbas edildiği” iddia edilerek sosyal medyada yapılmış paylaşımlar üzerine, işten atılan iş sağlığı ve güvenliği Çalışan Baştemsilcisi Cemal Bilgin gibi işçilerden!
Neyse, ilk önce bakalım yasa bize nasıl haklar vermiş. 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun 20. maddesinde geçen “işveren, çalışanlar arasında yapılacak seçim veya seçimle belirlenemediği durumda atama yoluyla çalışan temsilcileri görevlendirir” ibaresine dayanarak işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda çalışan temsilcisi nasıl seçilir konusunda bir tebliğ bile var. Eğer bir işçi işyerinin tam süreli daimi çalışanı, en az 3 yıllık iş deneyimine sahip ve en az ortaokul düzeyinde öğrenim görmüş ise çalışan temsilcisi olabilir.
İşyerinde görevlendirilecek çalışan temsilcisi sayısı ise şirketin toplam çalışan sayısına göre değişiyor:
- İki ile elli arasında çalışanı bulunan işyerlerinde bir
- Elli bir ile yüz arasında çalışanı bulunan işyerlerinde iki
- Yüz bir ile beş yüz arasında çalışanı bulunan işyerlerinde üç
- Beş yüz bir ile bin arasında çalışanı bulunan işyerlerinde dört
- Bin bir ile iki bin arasında çalışanı bulunan işyerlerinde beş
- İki bin bir ve üzeri çalışanı bulunan işyerlerinde altı
Bakın bir kez daha altını çizelim, bu çalışan temsilcisi ekonomik, özlük haklarına ilişkin örneğin bir sendikanın temsilcisi gibi birisi değil. Tamamen işçi sağlığı ve iş güvenliği konularında işçilerin sorunlarını en azından aktaracak bir işçiyi tarif ediyor. Yasa bunu güvence altına alıyor. Anlamamakta direnenler için bir kez daha vurgulayalım; yasa diyor ki işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili bir sorun varsa çalışan temsilcisi bunları en azından patrona iletecek, iletmek zorunda çünkü hem hak hem de görev. Ne kadar muhteşem değil mi? İlk önce bu haliyle gerçekten kullanılması ne ölçüde zor bir hak olduğundan söz edelim.
- Bir işçiyi seçtik, peki bu işçi işin tüm süreçlerinden ne ölçüde haberdar? Hangi maddenin, hangi malzemenin kullanıldığını, bunların zararlı olup olmadıklarını bilecek kadar bilgi sahibi mi?
- Sermaye sahibi her konuda çalışan temsilcisini bilgilendirir mi?
- Çalışan temsilcisi gerçekten rahat rahat çalışabilir, istediği her türlü bilgiyi sermaye sahibinden isteyebilir mi?
- Çalışan temsilcisinin “sakıncalı” şeyler sormaya başladığında iş güvencesi var mı, yoksa hemencecik işten mi atılır?
Sorular çoğaltılabilir. Ama elimizde çok somut bir örnek var. Bir işçi, bir çalışan temsilcisi bir işçi biraz fazla soru sormaya başladığında anında kapı önüne konulur:
“İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde taşeron işçi olarak çalışan, işçi sağlığı ve iş güvenliği baş temsilcisi olan Cemal Bilgin, eskiden temsilci iken önüne gelen evrakları imzaladığını ve temsilciliğin ne olduğunu bilmediğini belirtti. Ancak mücadele içinde sorumluluklarını öğrendiğini ve son olarak hastanedeki yemekten salmonella bakterisi nedeniyle sağlık emekçileri, hastalar ve hasta yakınlarının zehirlenmesi üzerine konuyu açıkladığı için işten atıldığını aktardı. Başka işten atma ve sürgünlerin de yaşandığını ve amacın tüm kazanımları geri almak yönünde bir saldırının yaşandığını belirtti. Yine taşeron işçilerin koşullarını aktardı: “Örneğin, temizlik işçileri elektrik tamiratı, yol işi, pansuman işi, sonda takma-çıkarmaya kadar pek çok işi yapıyor”.” (1 Ekim Tarihinde gerçekleştirilen İSİG Meclisi Forumu notlarından, Mücadele Birliği gazetesinden Serpil Ünal arkadaşımız sağolsun tüm konuşmaları not almaya çalıştı)
Özetle Cemal Bilgin diyor ki, ben bilinçsiz bir işçiydim, bilinçlendim soru sormaya, işyerindeki sıkıntıları sorgulamaya ve sorunları yüksek sesle söylemeye başladım ve İŞTEN ATILDIM! Evet arkadaşları, dostları, işçi sınıfının dostları Çapa hastanesi önünde direnen Cemal Bilgin’e destek veriyor, onun yeniden işe alınması için çabalıyor. Ama gerek Cemal’in, gerekse BEDAŞ işçilerinin anlattığımız örnekleri bize şunu gösteriyor; işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda hakkını arıyorsan, hastalanmamak, ölmemek için en temel hakkını kullanıyorsan işten atılabilirsin. Bu işten çıkarmalar aynı zamanda bir gözdağı niteliğinde: “önüne geleni imzala, sesini çıkarma”. İSİG mücadelesinin önümüzdeki süreçte en temel hak arama mücadeleleri arasında yer alacağını, alması gerektiğini Cemal arkadaşımızın yürüttüğü mücadele net bir şekilde gösteriyor.