İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde yaşanan kentsel dönüşüm üzerine yapi.com.tr’nin İstiklal Caddesi’ndeki kitapçılarla yaptığı söyleşi haberini okurlarımızla paylaşıyoruz.
Kentsel dönüşüm projeleri dur durak bilmeksizin devam ederken Beyoğlu’nda neler olup bittiği, yakın gelecekte buraların neye dönüşeceği merak uyandırıyor. Beyoğlu bölgesinde yaşanan dönüşümü, gelinen son noktayı ve yakın gelecekte neler olabileceğini mercek altına aldık…
Kentsel dönüşüm projeleri İstanbul’un dört bir köşesinde, farklı semtlerde son hız devam ediyor. Kentin göbeğindeki Beyoğlu-İstiklal Caddesi değiştirilip dönüştürülmeye çalışılan önemli bir bölge… Elbette bu değişim sadece fiziksel bir değişim değil; yani kente yapılan bir estetik operasyon ya da makyaj değil söz konusu olan. Bölgenin ekonomisi, kültürü, yaşam tarzı da bu değişimden nasibini almak zorunda… yapi.com.tr olarak, kentsel dönüşüm projelerinin Beyoğlu’nu ve özünde yedi tepeli şehr-i İstanbul’u nasıl değişip dönüştürdüğünü, ortaya çıkan/çıkacak olan yeni çehrenin neye benzediğini/benzeyeceğini ayrıntılı bir dosya konusu olarak ele aldık. Ve ilk olarak bölgedeki dönüşümden etkilenen birkaç kitabevinin kapısını çaldık.
Kentsel dönüşüm projeleri ile birlikte İstiklal Caddesi’nde kira bedelleri giderek artıyor; esnaf zor durumda kalıyor. Öyle ki bazı sinemalar, tiyatrolar, kitapçılar, tarihi mekânlar birer birer kepenk indiriyor. Örneğin; 1900’lü yılların başında kurulan kitabevi Librairie de Péra… Galata’daki 93 yıllık kitapçı ve aynı zamanda Türkiye’nin ilk müzayede mekânı olan Librairie de Péra, 2 Eylül 2013 tarihinde resmen kapandı. Hemen hemen aynı tarihlerde 19 yıllık kitabevi Robinson Crusoe 389 da giderek artan kira bedelleri nedeniyle ekonomik sıkıntıya düştü. Ve Pandora… Bu kitabevinin İngilizce Yayınlar dükkânı da Beyoğlu’ndaki bir binada yer alıyor. İkinci derece tarihi eser olan bu bina, otele dönüştürülmek üzere bir turizm gurubu tarafından satın alındı. Kimi kitabevleri kapanırken kimi de caddedeki fahiş kira bedelleri nedeniyle ekonomik zorluklarla boğuşuyor. Kapanan sadece kitabevleri değil; öncesinde İnci Pastanesi, 1944 yılından beri hizmet verdiği Cercle d’orient binasından 7 Aralık 2012’de restorasyon gerekçesiyle tahliye edildi. Cumhuriyet tarihinin en eski sinema salonu Emek, Kamer İnşaat’ın “Grand Pera” projesi kapsamında tamamen yıkıldı.
Kentsel dönüşümün İstiklal Caddesi üzerindeki yoğun etkisi ve kitabevlerinin kapanması arasında bir ilişki söz konusu olabilir mi? Kitabevi, sinema, tiyatro gibi kültürel fonksiyonlu mekânlar birer birer Beyoğlu’ndan çıkarılıyor ve bölgede otel ve AVM inşaatı projeleri hüküm sürüyor… Peki, İstiklal’de tam olarak neler oluyor? Kitapçılar, sinemalar, tiyatrolar, tarihi mekânlar neden kapanıyor? Kültür ve sanat merkezi Beyoğlu nasıl bir değişime zorlanıyor?
Konuyla ilgili sorularımıza cevap bulmak amacıyla yola koyulduk ve Arkeoloji ve Sanat Yayınları’nın kurucusu Nezih Başgelen, Pandora’nın kurucusu Hüseyin Sönmez ve Robinson’un kurucusu Burçin Kimmet’in kapısını çaldık. Arkeolog-Yazar Nezih Başgelen, Beyoğlu’nun en eski kitapçılarından biri olan Pandora’nın kurucusu Hüseyin Sönmez ve 19 yıllık kitabevi Robinson Crouse 389’un kurucusu Burçin Kimmet ile Beyoğlu’nda neler olduğunu, kentsel dönüşüm ve kitabevlerinin kapanması arasındaki ilişkiyi konuştuk…
Arkeoloji ve Sanat Yayınları
Arkeoloji ve Sanat Yayınları’nın kurucusu, Arkeolog-Yazar Nezih Başgelen; uzun yıllardan bu yana Beyoğlu ile iç içe yaşıyor. Başgelen; bir kültür sanat merkezi olan Beyoğlu’nun bugün ye-iç-yat kültürünün etkisi altına girdiğini söylüyor.
Arkeoloji ve Sanat Yayınları’nın kurucusu, Arkeolog-Yazar Nezih Başgelen; uzun yıllardan bu yana iç içe yaşadığı Beyoğlu’nun 24 saatine tanıklık ediyor. Bir kültür sanat merkezi olan Beyoğlu’nun bugün ye-iç-yat kültürünün etkisi altına girdiğini vurgulayan Başgelen, burada planlamanın değil İstanbul’u hızla değiştiren, “azmanlaştıran” rantsal olguların etkin olduğunu dile getiriyor. Başgelen; “Bugün “azmanlaşan”, git gide kangrenleşen ve çözülemez bir hale doğru hızla evrilen bir süreci yaşıyoruz. Ve bundan İstanbul’un en az Tarihsel Yarımada’sı kadar önemli Galata Pera bölgesi de etkileniyor” diyor…
Beyoğlu ile birlikte İstanbul’un çeşitli semtlerinde devam etmekte olan kentsel dönüşüm projelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Nezih Başgelen: Özellikle 1870 yangınından sonra Beyoğlu, İstanbul’un Batı’ya dönük yüzü olarak Avrupa metropolleri (Paris, Berlin, Viyana gibi) ve biçimlenen diğer merkezler gibi görkemli binalar, mağazalar ve onlara eşlik eden pek çok kültür mekânlarıyla adeta İstanbul’un bir kültür sanat akropolisi gibi biçimlenmiş ve bunu hem Osmanlı döneminde hem de erken Cumhuriyet döneminde, tüm görkemiyle tüm etkinlikleriyle sürdürmüş olan bir İstanbul markası… Hem marka hem de marka semti. Fakat özellikle 1950’lerden itibaren İstanbul’un yaşadığı hem demografik değişim hem de yapısal imar değişiklikleri nedeniyle, kent bütün ölçeğiyle varoşlarından merkezine ve Tarihsel Yarımada’ya kadar çok sancılı süreçlerle, bir sürü sorunu da birbiri ardına takarak bugünlere geldi. Bugün “azmanlaşan”, git gide kangrenleşen ve çözülemez bir hale doğru hızla evrilen bir süreci yaşıyoruz. Ve bundan İstanbul’un en az Tarihsel Yarımada’sı kadar önemli Galata Pera bölgesi de etkileniyor. Tarlabaşı’nın Dalan dönemindeki yırtılmasıyla başlayan süreç, bugün “kentsel dönüşüm” adı altında Galata Port’la birleşen bir vizyonda, çok kaygı verici dönüşümler ya da dönüşümlere paralel değişimlerle karşımızda yavaş yavaş biçimlenmeye başlıyor. Dönüşüm, İstanbul’un dünyadaki diğer tarihsel merkezler gibi değişmemesi gereken özelliklerinin tümünü adeta ruhunu da yok ederek karşımızda biçimleniyor. En son bunu Beyoğlu’nda biz de yaşadık, gördük. Kentsel dönüşüm furyası ‘rantsal dönüşüm’e dönüşüyor
Yakın gelecekte Beyoğlu neye dönüşecek sizce; nasıl bir Beyoğlu öngörüyorsunuz?
N.B: Ben Beyoğlu’nu Güzelleştirme Derneği’nin bir dönem genel sekreterliğini yapmış bir insanım. Beyoğlu’nun dönüşümü için fiziki ve demografik olarak bir şeyler yapmamız gerektiğini söylediğim anda başı çekip 1989-1990’da iş yerimi hatta evimi buraya taşıdım. O tarihten bu yana, yaklaşık 25 yıllık süre içerisinde Beyoğlu ile iç içe yaşadım. Gecesine gündüzüne, Beyoğlu’nun 24 saatine tanıklık ettim. Kültür sanatın en çok yoğunlaştığı Beyoğlu bugün ye-iç-yat kültürünün hızla etkisi altına girmiş durumda. Burada planlamanın değil de İstanbul’u hızla değiştiren, azmanlaştıran rantsal olguların etkin olduğunu görüyoruz. Herhangi bir plan yok; “şuranın metrekaresi oldukça değerli, burası otel olabilir” diyorlar. İçinde ne var önemli değil; sergi mekanı, sinema, tiyatro, kitapevi, önemli bir el sanatkarının atölyesi, bir piyanocu, tünelde gördüğümüz gibi müzisyenlerin asırlık yerleri hiç dikkate alınmadan; 100-150 yıllık yerler hiç düşünmeden kapı önüne konuluyor. Böylece bu kentsel dönüşüm furyası “rantsal dönüşüm”e dönüşüyor. Her yer otel olmak üzere. Yemek yeme mekanları bile caddede barınamaz hale geliyor. Düşünün, küçük esnaf buradan dışlanıyor. Çünkü metrekarelerin fiyatları birdenbire inanılmaz derecede arttı ve buna hiç kimse dayanamaz. Hele kültür hiç dayanamaz. Çünkü kültür destekli bir olay. Sahaf Turkuaz, Bengi Kitapevi, Simurg’un eski yeri, sinemalar, tiyatrolar, pasaj içindeki bir sürü esnaf, Hacopulo Pasajı’ndaki yerler, hatta ve hatta Dilek Pastanesi bile zor durumda. Hepimizin çok keyifle gittiği, sohbetler yaptığı yer bile otel olmak üzere gitmiş. En son 1960’lardan bu yana İstanbul’un hatta Türkiye’nin en güzel kültür sergilerine mekânlık etmiş olan Yapı Kredi’nin de bir bölümü Zara oldu. O bile birdenbire bu dönüşüm içinde başka bir renk aldı. Batı’da işler böyle yürümüyor. En son İtalya’ya gittim. İlk kez 1979 yılında genç bir arkeoloji öğrencisi olarak gitmiştim ve Kuzey İtalya’dan Sicilya’ya kadar her yerini görmüştüm. Daha sonra üçer beşer yıllık periyotlarla daha lokalize yerlere, daha belirli konuları incelemek için gittim. Kuzey İtalya özellikle Toscana bölgesi çok sevdiğim bir yer. Burada yaklaşık 35 yıldır, esnaf gene aynı yerde, kültür kurumları aynı yerde, bizim benzerimiz kitapevleri aynı yerde… Durmuş oturmuş bir Avrupa kültürü var. Bizim gibi Avrupa Birliği’ne üye olma vizyonu olan bir ülkede ise üç-beş yıl içinde her şey değişebiliyor. Böyle bir kent azmanlaşması yok. Tabii değişim olacak gelişmeye karşı değiliz ama Tarihsel Yarımada’nı korursun, Galata Pera’nı korursun… Zaten bunlar korunması gereken yerler.
Pandora Kitabevi
Beyoğlu’nun en eski kitapçılarından biri olan Pandora’nın, buradaki İngilizce Yayınlar dükkânı, kentsel dönüşüm süreci içinde otele dönüştürülmek üzere bir turizm gurubu tarafından satın alındı. Pandora’nın kurucusu Hüseyin Sönmez ile kentsel dönüşüm ve kitapçıların kapanması arasındaki ilişkiyi konuştuk…
Beyoğlu’nun en eski kitapçılarından biri olan Pandora’nın, buradaki İngilizce Yayınlar dükkânı, kentsel dönüşüm süreci içinde otele dönüştürülmek üzere bir turizm gurubu tarafından satın alındı. Pandora’nın kurucusu Hüseyin Sönmez ile Beyoğlu’nda neler olduğunu, kentsel dönüşüm ve kimi kitapçıların kapanması, kimilerininse artan kira bedelleri nedeniyle kapanma tehlikesiyle karşı karşıya kalması arasındaki ilişkiyi konuştuk… Sönmez; “İstiklal bölgesi tamamen bir oteller bölgesine dönüşüyor. Gerek İstanbul Büyükşehir Belediyesi gerekse Beyoğlu yerel yönetimleri bunu arzuluyor. Kentsel dönüşüm yapılırken beraberinde kültürel mekânların da tasarlanması lazım. Bunu da ancak otorite yapabilir” diyor.
“Kültürel Mekânlar Kapanmak Zorunda Bırakılıyor”
Hüseyin Sönmez: Pandora, 1991 yılında bir kitapçılık faaliyetine başlamak istediğinde önce İstanbul’un bütün bölgelerini önüne serdi; Ortaköy’ü, Kadıköy’ü, Nişantaşı’nı ve bir de Beyoğlu’nu düşündük. Sonuçta bu dört bölgeden bize en uygun olanın Beyoğlu olduğuna karar verdik ve yüzlerce yıllık bir kültür merkezi olmasının avantajlarıyla Beyoğlu bölgesinde kitabevimizi açtık. Açtığımız dönemde Büyükşehir Belediyesi ve Beyoğlu Belediyesi, CHP’li belediye başkanları tarafından yönetiliyordu. Ve Nurettin Sözen Büyükşehir Belediye Başkanı olarak Beyoğlu bölgesinde yeni bir değişim yapmak istedi. Bunun en somut örneklerinden bir tanesi de Tünel-Taksim arasına yapılan tramvaydı. Biz kitabevimizi açtığımızda bu tramvay daha açılmamış, faaliyete başlamamış, Beyoğlu’nun ara sokaklarında kaldırımlar sökülmüştü ve tüm Beyoğlu inşaat halindeydi. Bunun geçici bir durum olduğunu bilerek burada kitabevini açtık. Açtığımız sırada Tünel’de İnkılâp Kitabevi, Fransız Kültür Merkezi’nin yanında da Cumhuriyet Kitap Kulübü vardı. O tarihte yeni kitabevi açılmıyor aksine kapanıyordu. Yani kitapçılık sektörü için bir çöküş dönemiydi. Biz o çöküş döneminde bir cesaretle Pandora’yı açtık. Bizden iki yıl sonra, 1993’te Beyoğlu’nda birçok kitabevi açılmaya başlandı. Zirve 30 kitabevi oldu, şu anda 8 kitabevine düştü. Bizden önce açılan iki kitabevi ve bizden sonra açılan 22 kitabevi kapandı.
Pandora’nın öncesinde bir yayınevi vardı; Hil Yayınları.1985 yılında Cağaloğlu’nda bir binada faaliyetine devam ederken ne kadar gariptir ki Sultanahmet bölgesinin de o sıralarda turizm bölgesi haline getirilme çabaları nedeniyle bulunduğu bina satılıp otel olmuştur -bu bina şu an da otel olarak devam ediyor-. Hil Yayın da Beyoğlu bölgesine taşınmak zorunda kalmıştı. Hil Yayın, 1987’de bu bölgeye ilk gelen yayınevlerinden bir tanesidir. Sultanahmet artık bir turizm bölgesi diyebiliriz; yayınevleri, gazeteler ve matbaalar orada değil. Aynı kader tecelli ediyor şimdi; aynı durum Beyoğlu bölgesinde yaşanıyor.
“İstiklal bölgesi, oteller bölgesine dönüşüyor”
Beyoğlu bölgesinin üstüne yapılan birtakım plan ve uygulamalar var; Tarlabaşı bölgesinin değiştirilme, dönüştürülme planları var, İstanbul’u bir finans merkezi haline getirme arzuları var. Bir de 2020 olimpiyatları söz konusu; bu nedenlerle Beyoğlu’nda bir sürü eski bina otel haline getirilmeye başlandı. Dolayısıyla kitapçıların kapanmasının nedenlerinden bir tanesi, kitabevlerinin AVM’lerin içinde yer almasının isteniyor olması. Sinema salonlarındaki dönüşüm kitapçılarda da yaşanıyor. Tüketici profilinin artık AVM’lerden alışveriş yapmak istemesi, Beyoğlu bölgesinin bir turizm bölgesi haline getirilmesi kitapçıları orada yaşayamaz hale getirdi. Bizim bulunduğumuz bina da bir otel firması tarafından satın alındı. Sonuç itibariyle biz de bulunduğumuz yerden çıkıp başka bir yere geçme çabası içindeyiz.
2000 yılı Beyoğlu’ndan bir fotoğraf verirsek; burada 30 kitabevi, 10’a yakın sinema, 7-8 tiyatro vardı. Bugünse sekiz kitabevi, iki-üç sinema, bir-iki tiyatro dışında bir şey kalmadı. Kapanan Emek Sineması ve İnci Pastanesi çok simgesel ve tarihi mekânlardı. Biz de 22 yıllık kitapçılığımızla İstanbul’un en eski ilk beş kitabevinden bir tanesiyiz. Belki de Türkiye’nin en eski 10-15 kitabevinden bir tanesiyiz. Kitabevlerinin kapanma gerekçesi, ekonomik durum. Ekonomik durumumuz iyi olsaydı biz bulunduğumuz binanın tamamını satın alıp bir kitabevi haline getirebilirdik. Kitap sektöründe bir yeri satın alarak mülkiyetinize geçirmeniz ve kitabevi açmanız mümkün değil. Kentsel dönüşüm projeleri de esasında ekonomik projeler. Bugünkü mevcut iktidar diyor ki İstanbul’a üçüncü havaalanını yapacağım, üçüncü köprüyü yapacağım; İstanbul dar geliyor, kuzeye doğru ormanları yok edeceğim ve orada 2-3 milyon insan yaşatacağım. Bütün bunların arkasında tek gerekçe var; ekonomik. Ama bu ekonomik gerekçenin yanında kültürü yok saymak hatta yok etmek mümkün. Bu arada kimse bu kitabevleri, bu sinemalar kapansın demiyor. Proje kapsamında buralar kapanmak zorunda bırakılıyor.
Beyoğlu, Cumhuriyet öncesinde oluşturulmuş, o dönemin planlamasıyla yapılmış bir cadde. Avrupa’daki büyük şehirlerde İstiklal benzeri caddeler vardır. Oralara baktığımızda şunu görürüz: 2000’li yıllarda Beyoğlu’nda olduğu gibi bol kitabevi, bol tiyatro, bol sinema vardır o caddelerde. Gidişat, Beyoğlu’nun bol miktarda otelin yer alacağı bir caddeye dönüşeceğini gösteriyor. İstiklal bölgesi tamamen bir oteller bölgesine dönüşüyor. Gerek İstanbul Büyükşehir Belediyesi gerek Beyoğlu yerel yönetimleri bunu arzuluyor. Kentsel dönüşüm yapılırken beraberinde kültürel mekânların da tasarlanması lazım. Bunu da ancak otorite yapabilir.
Kitapçılar bundan sonra nerede yer alacak?
Merkezi otoritenin veya yerel yönetimin kitapçılara herhangi bir yer göstermesi olası değil. Böyle bir vizyon yok; gerek Ankara’da gerek İstanbul’da. Böyle bir şey yapması da gerekmez. Ama bambaşka bir projeyle yol gösterebilir. Örneğin vergi muafiyeti yapabilir. Böylece kitap sektörünün Ankara’ya ödediği para bir miktar azalabilir. Bu da daha yüksek kirayla yine o bölgede kalmamızı sağlayabilir. Çünkü aynı vergi muafiyetlerini zaman zaman pek çok sektöre yapabiliyorlar. İlk ve acil olarak yapılabilecek bir şey önermek istiyorum: Kitaptaki KDV yüzde 8’den yüzde 1’e düşürülebilir. Bu da Bakanlar Kurulu’nun bu akşam toplanıp alabileceği bir karar.
Merkezi yönetimden ya da yerel yönetimlerden özel bir şey beklemiyoruz. Biz Türkiye’de Kültür Bakanlığı’na kitap satmayan tek yayıneviyiz. Çünkü bu tür faaliyetlerin objektif, açık şekilde ve belli bir kuralla yapılması lazım. İktidarlar her zaman kendine daha yandaş olanların kitaplarını yoğun olarak alıyor. Dolayısıyla buna itiraz ederek 1982 yılından bu yana Kültür Bakanlığı’na hiç kitap satmıyoruz. Beyoğlu’ndaki en eski kitapçı olarak bizim yer konusunda özel bir talebimiz yok, sektörel taleplerimiz var.
Bizim bir girişimimiz var. Bazı mekânların içine bizim verebileceğimiz kirayla, o binalarda alt kiracı haline gelmemiz. Bu girişimimizi çok açmak istemiyorum şimdilik. Büyük bir holdingle oturduk ve bizim verebileceğimiz kira budur dedik. Eğer bu kiranın üç-dört katı fiyata kiraya verilebilecek yeri bize bu kirayla verirseniz biz burada Pandora’yı sürdürürüz dedik. Onlar da düşünelim dediler ve düşünüyorlar. Çare tükenmez. Büyük mülk sahipleri büyük bir heyecan ve iştahla AVM açmaya devam ediyor. Oralarda da sadece kitap satan yerler yok. Kitapçılar, kitabın yanı sıra başka ürünler de satarak ayakta kalabiliyor. Bir de kitapçılık yapmıyorlar zaten; 50 tane çok satan kitabı koyarak kitapçılık yaptıklarını zannediyorlar. Bu olaydan önce biz bir AVM’nin içine girmek istedik. Çünkü müşterilerimiz arabayla gidip gelebilecekleri bir yer istediler bizden. Sonra düşündük ve AVM’nin içindeki kirayı da karşılayamayacağımızı gördük. Daha küçük metrekare istedik; burada sizin gibilere yer yok dediler.
“Bilginin tekelleştiği bir dünyaya doğru gidiliyor”
Maalesef o bildiğimiz, tanıdığımız kültür ve sanat merkezi Beyoğlu yok oluyor. Beyoğlu’nda keşke Beşiktaş’taki YEM Kitabevi gibi sadece mimarlık kitapları satan, Pan Kitabevi gibi sadece müzik kitapları satan, Tarihçi Kitabevi gibi sadece tarih kitapları satan kitabevleri de olabilse. Yani daha özelleşmiş kitabevleri; çünkü bunlar ayrı bir renk. Bir mimarın veya müzikle ilgilenen birisinin başka kitabevlerine gitmek yerine sadece mimarlık kitaplarının ya da sadece müzik kitaplarının bulunduğu bir yere gitmesi bence hoş bir şey. Ama tabii bu kitabevleri de Beşiktaş, Kadıköy gibi yerlerde ne kadar yaşayabilirler; bir soru işareti. Dolayısıyla otoritenin, Ankara’daki merkezi iktidarın vergi muafiyetleri konusunda acil davranması lazım. Beyoğlu bölgesi, İstanbul ve Türkiye’nin de ötesinde daha korkunç olan şu ki, bilgi toplumu bitiyor. Bilginin tekelleştiği bir dünyaya doğru gidiliyor. İnsanlar bir güzel kandırılıyor; internetle birlikte bilgi yayıldı, gelişiyor gibi. Dolayısıyla esas problem, kentsel dönüşümün de ötesinde; bilgi toplumu, bilgi dünyası tekelleşiyor.
Robinson Crusoe Kitabevi
Beyoğlu’ndaki 19 yıllık kitabevi Robinson Crusoe 389 da caddedeki fahiş kira bedelleri nedeniyle ekonomik sıkıntıya düşen kitabevlerinden biri. Robinson’un kurucusu Burçin Kimmet, kentsel dönüşümle birlikte İstiklal Caddesi’nde artan kira bedelleri nedeniyle esnafın caddede yaşama şansının kalmadığına dikkat çekiyor…
Robinson’un kurucusu Burçin Kimmet, kentsel dönüşümle birlikte İstiklal Caddesi’nde artan sirkülasyonun, işletmeler için burayı çok cazip kıldığına ve bazı büyük markaların sırf bu caddede olabilmek için hiç de makul olmayan kira bedellerini ödemeyi göze alabildiklere dikkat çekiyor. Fahiş kira bedellerinin esnafın caddede yaşamasına izin vermeğini belirten Kimmet, “Bizim kiramız yedi sene öncekine göre üç kat arttı. İstiklal değerleniyor diyelim ama caddeye gelen insan sayısı ya da başka hiçbir şey üç kat artmadı” diyor.
Burçin Kimmet: Beyoğlu’nu Beyoğlu Yapan Bağımsız Mekânlar Siliniyor, Robinson kapanmadı, direniyor!
Robinson kapandı şeklinde haberler yapıldı. Ama şu an için böyle bir durum yok. Genel olarak ekonomik bir sıkıntı vardı. Bu sıkıntıyı aşmak için çıkış yolu arıyorduk. Uzun zamandır beklettiğimiz bir kampanyamız vardı; bir kart olsun ve insanlar bu kartla Robinson ile kolay iletişim kurabilsin, indirim yapılabiliyorsa yapılsın, birtakım şeyleri bu kartla halledebilsin istiyorduk. Bunu ekonomik sıkıntıyla birleştirip “önce öde sonra al” gibi bir kampanya başlattık. Ayrıca 19 yıldır burayı var etmiş insanlarla bu ekonomik sıkıntıyı söylem olarak paylaşmak lazımdı. O insanlar sayesinde burası 19 yıl yaşayabildi çünkü. Bizim ilk kampanya metnimizde de “kapanıyoruz” şeklinde bir ifade yoktu. Zaten kapanma notasında olsaydık böyle bir kampanyaya girişmeye de cesaret edemezdik. Çünkü bu durumda bir kampanyayla ayağa kalkmak mümkün olamaz.
RobKart kampanyasının sonucunda ciddi bir sirkülasyon oldu, insanlar sahiplendiler; bu bizi biraz rahatlattı, moralimiz yükseldi ve biraz daha hareket edebilir duruma geldik. Başlangıçtaki iyimser tahminlerimize çok yakın şeyler oldu. Kapmayanın yapısal sorunlara çözüm bulması mümkün değil elbette. Kira bedellerinin artması, caddenin sirkülasyonuyla çok yakından ilgili.
Robinson’un içinde bulunduğu binanın kentsel dönüşüm projesi bağlamında satılması gibi bir durum söz konusu değil. Binanın böyle bir sorunu yok. Burayla ilgili bir proje ya da mal sahibinin de burayı satmak gibi bir düşüncesi de yok şu anda. Ama kentsel dönüşümün başka bir yanı bizi zorluyor. Caddedeki sirkülasyon, işletmeler için burayı çok cazip kılıyor. Dolayısıyla bazı çok büyük markalar sırf bu caddede olabilmek için hiç makul olmayan kiraları ödemeyi göze alabiliyorlar. Ekonomik gücü olan bir firma için bu sorun değil. Ekonomik gücü olmayan firma ise makul olmayan kiralar karşısında mahkemeye gidebiliyor. Çok fahiş fiyatlar var ve mal sahibi daha fazla kira istiyor. Bunun üzerine de kira tespit davası açılması için mahkemeye başvuruluyor. Bu kira tespit davalarında da biraz daha makul kira ödeyen, eski kiracı olan insanların ödediği kiraları örnek gösteriyorsunuz; karşı ise taraf yeni yeni caddeye girmiş ve sırf caddede olmak için çok ciddi kiralara evet demiş yerleri örnek gösteriyor. Mahkemenin yaptığı ise bir orta yol bulma bile değil; madem orda öyle bir emsal var, ona yakın bir fiyata karar kılıyor. Bu davanın süresi de üç sene. Biz son yedi sene içerisinde iki defa böyle bir mahkeme süreci yaşadık. Bizim kiramız yedi sene öncekine göre üç kat arttı. İstiklal değerleniyor diyelim ama caddeye gelen insan sayısı ya da başka hiçbir şey üç kat artmadı. Kiramız arttı ve bununla baş etmek çok zor hale geldi. Ayrıca yerel yönetimlerde; İstiklal, Beyoğlu ve Taksim Meydanı’yla ilgili projeler konusunda “yaptım, oldu” gibi buyurgan bir tavır söz konusu. Tarlabaşı’ndaki dönüşüm de caddede birtakım sıkıntılara yol açıyor –çok etkilemezmiş gibi görünmesine rağmen-. Daha önce caddede taşların sökülüp yenilenmesi süreci ve lokanta, bar gibi mekânların dışarıya masa-sandalye atmasının yasaklanması da buradaki insan yoğunluğunun azalmasına neden oldu ve bizi de etkiledi bu durum. Hem caddeye giriş çıkış yapan insan sayısını ciddi oranda azalttı hem de esnafın zor durumda kalmasına neden oldu. Masa-sandalye meselesinin ardından Taksim Meydanı’nın trafiğe kapanması meselesi geldi. Bunun da bizi ve caddedeki esnafı etkileyeceğini biliyordum ama bu kadar çok etkileyeceğini tahmin etmiyordum.
“İstiklal Caddesi AVM’ye dönüşüyor”
19 sene önceki, özellikle Galatasaray ile Tünel arasındaki dükkânları gözümün önüne getirmeye çalışıyorum. Bir de şimdiki haline bakıyorum ve İstiklal’i olduğu gibi bir AVM haline getirmeye çalıştıklarını görüyorum. Buraya ilk AVM yapıldığı zaman da şöyle düşünmüştüm: Burası yapısı itibariyle uzun bir cadde ve istediğin her şeyi farklı mağazalarda bulabiliyorsun. Neden insanlar bir binanın içine girip, orada kat kat dolaşıp alışveriş yapsınlar ki? Ama tabii buna alışan insanlar var. Bu AVM’lerin içinde kitapçılar da var mesela; zincir kitapçılar. Fakat bunlar başka bir yerde, biz başka bir yerdeyiz aslında. Bu arada onların yaptığı işten memnun olan okur yok mudur? Vardır. O hafta en çok konuşulan kitapları o mekâna girdiğinde en önde yığılmış vaziyette görmek, fazla uğraşmadan erişmek isteyebilir kimileri. Tabii ki metrekare açısından hepsi bize göre daha avantajlılar, insanlar daha rahat alışveriş yapabiliyorlar. İnsanların tüketim alışkanlıkları değişiyor ve her üründe bir süpermarketleşmeye doğru gidiliyor. Ancak başka her yerde bulunabilecek alışveriş mekânlarının üçer beşer tane burada da yer açmasıyla, burası da diğerlerine benzemeye başladıkça, Beyoğlu’nu Beyoğlu yapan bağımsız mekânlar silindikçe ya da arka sokaklara kaçtıkça, sırf o mekânlar için buraya gelen insanlar, caddeye eskisi gibi uğramayacak. Bir zincir olmayan, bir benzeri olmayan yerlerin müşterisi olan insanların gidecekleri yer sayısı giderek azalıyor. Buranın bir cazibe merkezi olmasını sağlayan insanlar azalıyor; hem caddeyi ve mekânları kullanan insanlar olarak azalıyor hem de bu caddede mekânı olan insanlar azalıyor.
“Bir soylulaştırma projesi”
Geçmişte soylulaştırma projesi kapsamında içkili mekânlar, İstanbul’un diğer semtlerinden uzaklaştırılarak Beyoğlu’na tıkılmıştı. Şimdi yine aynı mantıkla buraları yine o mekânlardan temizleme çalışması var. Tarlabaşı, merkezde kendi kültürünü yaratmış bir mahalle; evet sorunları var, evet daha kentli hale getirilmesi için bir şeyler yapılması lazım. Tarlabaşı ile ilgili bu sorunlarla ilgilenen bir sivil toplum kuruluşu da var zaten. Böyle çalışmalar yapmak yerine toplum mühendisliğinin bir başka versiyonu olarak oradaki insanları alıp başka yerlere sevk ederek burayı sil baştan yeniden yapmaya çalışıyorlar. Baştan kurallara uyup birtakım şeyleri adım adım yaparak yol alınmaz, birçok şey önemsenmez; işler içinden çıkılmaz bir hal alınca da sil baştan yapmaya girişilir. Hâlbuki bir kentin hafızası öyle kurulmuyor. Orlando Figes, “Nataşa’nın Dansı-Rusya’nın Kültürel Tarihi” adlı kitabında St. Petersburg’un ana caddesinin neden yamuk olduğundan bahseder. Aradan yüzlerce yıl geçmiş olmasına rağmen cadde bugün hala yamuk. Bugün birisi oturmuş bu cadde neden yamuk diye kafa yoruyor. Bir kentin hafızası, tarihi böyle oluşuyor. İstiklal Caddesi’nde kapı numaralarını değiştirdiler mesela. Robinson Crouse, kurulduğu günden bu yana aynı yerde ve kapı numarası 389. Ama sonradan numaramız değişti. İstiklal Caddesi’nde numara değişir mi, niye değişiyor? Böyle bir caddede numaraların değişmesini yabancılara anlatmak çok zor. Bizim ismimizde eski numaramız 389 hala yer alıyor ve yabancılar 389’un ne olduğunu soruyor bize. Eskiden kapı numaramız diyorduk, şimdi diyemiyoruz. Düşündürücü olan şu: Neden değişmek zorunda kaldı kapı numaraları? En başından yanlış yapılmış olamaz herhalde. Demek ki arada bazı yeni binalar yapıldı, yeni yollar açıldı vs. Sonuçta işin içinden çıkılamaz bir noktaya gelindi ve bütün numaraları sıfırlayıp yeniden numaralandırdılar. Şimdi Tarlabaşı’ndaki insanlara yeni bir yaşam tarzı dayatılacak. Sulukule’deki insanların mutsuzluğu ve oraya alışamamaları ile ilgili haberleri okuyoruz. Tarlabaşı’nda da aynı şey olacak; burası yeniden kullanıma açılmış bir alan olacak. Biz buranın 20 sene önceki halini biliyoruz, şimdiki halini de göreceğiz. Burada yaşayan insanlara şunu söylüyorlar: “Şehrin merkezinden şöyle kenara çekil sen. Çok güzel metrolar yapıyorum, çalışmak için gelirsin merkeze.” Tüm mesele bu…
Kaynak: yapi.com.tr