AKP’nin İkiyüzlü Politikası; ‘İş Güvenliği ve Sağlığı’ – Nuran Gülenç (Sendika.Org)

İş cinayetleri seri katliama dönüştü. Her geçen gün daha fazla can sermayenin kâr hırsına kurban veriliyor. Sendikasız, güvencesiz, esnek, taşeron çalışma ölümlere davetiye çıkarıyor. Ölümlerin durdurulmasından sorumlu hükümet yetkilileri ve yandaş medya, iş cinayetlerini “sıradanlaştırılıyor” ve her bir ölüm “sayıdan” ibaret hale getirilip, çalışma hayatının önlenemez, doğal sonuçlarıymış gibi göstermeye devam ediyor.

AKP döneminde işçi ölümleri bilançosu çok ağır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verilerine göre, ki bunlar sadece kayıtlara geçen ölümler; 2001-2011 arasında 12 bin 418 işçi öldü. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’ne göre bu ölümler 2012′de tüm iş kollarında en az 878’ye ulaşmakta.

‘Denetledik, İki Kere İdari Para Cezası Kestik’

Çalışanların sağlıklarını ve can güvenliklerini merkeze alarak iş organizasyonu yapmak, işçiye gerekli eğitimleri vermek işverene ait bir yükümlülüktür. Bunun yapılıp yapılmadığını denetlemek de, devlet kurumlarının görevidir. Yani işçilerin çalışma ortamından kaynaklı meslek hastalığı, yaralanmalara ya da ölümlere neden olacak kazalardan korunması işveren ve devletin sorumluluğu altındadır. Yani ne işverenin işçiler “söz dinlemiyor” demesi, ne de en son Gaziantep’teki galvaniz fabrikasındaki işçilerin katlinden sonra Çalışma Bakanı Faruk Çelik’in “2011 yılında iki kez teftiş görmüş, idari para cezasına çarptırılmış. Belli ki iş sağlığı ve güvenliği konusunda eksikleri olan bir iş yerimiz” demesi,  facianın sorumlularını  aklamıyor. Çünkü işveren tedbir almak, devlette tedbirleri aldırtmakla yükümlü. Devlet kurumları yetkililerinin tahsilata çıkmış, tahsildarlar gibi hareket etme lüksü yoktur. O nedenle “üst üste iki defa para cezası kestik” diyen hükümet yetkilisine, asıl sorumluluklarını hatırlatmak gerekiyor.

Bakan benzer bir açıklamayı da, Zonguldak’ta Kozlu maden ocağında faaliyet gösteren Star isimli taşeron firmasında 8 işçinin ölümünün ardından da yapmıştı. Bundan sonra Bakanlık kendini aklamak adına bu tür açıklamaları sıkça yapacak gibi görünüyor.

Yasa, Yönetmelik İşverenin Hizmetinde
İşçi sağlığı ve güvenliği  konusu  hem hükümetin hem de sermayenin ikiyüzlü politikasının açıkça ortaya çıktığı alanlardan biridir. Türkiye’nin AB’ye tam üyelik başvurusunu yapmış olduğu 2005 yılından bugüne işçi sağlığı ve güvenliği konusu “uyum” adı altında ILO ve AB normlarına uygun hale getirmek için bir dizi değişikliklerden geçti. Taslak, işverenlerle tartışıldı. Nihayetinde, AB üyeliğinin rafa kaldırılmasına rağmen, AKP hükümetinin yasa üzerindeki çalışmaları sonuç verdi. TMMOB ve Türk Tabipleri Birliği gibi kurumların yasaya ilişkin dile getirdikleri kaygıları dikkate alınmadan, haziran ayında 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası yürürlüğe girdi.

Maliyet nedeni ile yükümlülüklerini yapmaktan kaçınan işverenlerin imdadına, yasa ve yönetmeliklerle hükümet yetişiyor. Çıkartılan torba yasalar ve teşvikler, sürekli ötelenen yasanın uygulama tarihleri işverenlerin işçi sağlığı ve güvenliği yükümlülükleri hafifletiliyor. Pek çok işyerine, denetimlerin dışında kalması için yol yöntem gösteren yönetmelikler ve yasalar yürürlüğe konuluyor.

Örneğin; İşyerlerinde iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi bulundurma zorunluluğuna 50 çalışan sınırı getiren hükümet, yüzlerce işçi çalıştıran işyerlerinde 50 işçinin altında birden çok firma oluşturulmasına ve taşeron firmaların artmasına neden oldu. 6331 sayılı yasa ile iş tehlike sınırına göre aşamalı olarak en son 2014 Haziran ayına kadar, 50 işçi sınırını kaldırılacağı açıklanmıştı. Ancak, şimdiden yapılan açıklamalarda, uzmanlık konusu olan iş güvenliği eğitimlerinin kolaylaştırılacağı ve isteyen herkesin sertifika alması sağlanacağı açıklanıyor. Bu da, alınan hizmetin kalitesinin ve maliyetinin düşeceği ve iş kazalarının ve ölümlerin durdurulamayacağı anlamına geliyor. Benzer şekilde, İş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimlerinin işverenle işçi-işveren ilişkisi kurması, bu kişilerin özgürlüğünü ve yaptırım gücünü ortadan kaldırıyor.

Sendikasız Çalışma Ölüme Davetiyedir
İşçi ölümlerinin sadece yasanın yetersizliği ile açıklamak eksik bir açıklama olacaktır. Çalışma yaşamının bir süredir geçirmiş olduğu değişim ve dönüşümle birlikte değerlendirmek gerekiyor. Esnek, güvencesiz, sendikasız, taşeron çalışma işçi ölümlerinin artmasına neden oluyor. İşverenlerin yükümlülüklerinden kaçındığı, hükümetin görevini yerine getirmediği koşullarda, sendikaların yokluğu, çalışma yaşamını işçi tarafının da denetiminden ve yaptırımından uzaklaştırmış oluyor. Geçtiğimiz günlerde açıklanan pek çok açıdan yoruma ve değerlendirmeye açık olan sendikal istatistikler, işçilerin hayati tehlike altında çalışmaya devam ettiklerini gösteriyor.

İstatistiklere göre; 10 milyon 882 bin çalışandan, 1 milyon 2 bin işçi sendika üyesi. Ancak, istatistiklerde işçilerinden kaçının toplu sözleşme kapsamında olduğu yer almıyor. İşçilerin, işçi sağlığı ve güvenliği ile ilgili taleplerinin bir yaptırım gücüne kavuşması toplu iş sözleşmeleriyle mümkündür. İstatistiklerde bunlar yer almamış olmasına rağmen; toplu sözleşme kapsamında olan işçi sayısı 600 bin civarındadır. Bu sayı işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri konusunda yaptırım gücünün sınırlı sayıda işçi için geçerli olduğunu milyonlarca işçinin hayatının tehlikede olduğunu göstermektedir.

Buradan yola çıkarak, AKP hükümetinin ikiyüzlü işçi sağlığı ve güvenliği politikaları nedeniyle kayıt dışı işçiler hariç, 10 milyonu aşkın işçinin hayati tehlike altında çalışmaya devam ettiğini söyleyebiliriz.

İşçi ölümlerinin önüne geçmenin yolu, işçiyi merkeze alan, denetim ve yaptırım gücü olan politikaların hayata geçirilmesi ve işçilerin sendikal örgütlülüğünün önündeki tüm engellerin kaldırılması ile mümkündür. Ancak, AKP’nin iktidarının 10 yıllık pratiği, bunu yapmaya niyetlerinin olmadığını açıkça ortaya sermektedir.