Toplumcu Belediyecilik Anlayışı – Dr. Ethem Torunoğlu*

29 Mart 2009 Yerel Yönetim Seçimlerine Doğru

TOPLUMCU BELEDİYECİLİK ANLAYIŞI

DR.ETHEM TORUNOĞLU

 

Giriş

Bugün içinde yaşadığımız kentlerin,mekansal ve çevresel bağlamda, sağlıksız büyümesinin ardında birçok etken ve neden bulunmaktadır. Bunlar, en genel hatları ile, toplumsal alanda yaşanan sosyal ve kültürel yozlaşma, kentlerde üretim ilişkilerinin yeniden örgütlenememesi, piyasa güçlerinin kent ölçeğinde de egemen olduğu siyasal bir zemin, yıllardır başat olan kapitalist,”kalkınmacı” anlayış ve rant ekonomisi, plansız sanayileşme ve çarpık kentleşme olarak özetlenebilir.

Türkiye’de kentleşme süreçlerini tarif ederken iki önemli kırılma noktasından söz etmek yanlış olmasa gerekir:

Birincisi, 1950’li yıllarda, Demokrat Parti iktidarı ile birlikte, ABD ile yapılan anlaşmalar, yardımlar, iktisadi anlamda “ithal ikameci modele“ geçiş, tüm bunların bir tezahürü olarak kırdan kentlere doğru göç olayının yaşanmasıdır. Böylece, gerçek anlamda, sosyal, iktisadi dönüşümlere yol açmayan bu göç dalgası, kentlerde nüfus yığılması ve kentlerin büyümesi ile sonuçlanmıştır. Bir anlamda, çarpık kentleşme ve plansız sanayileşmenin iç içe geçtiği bir dönem ortaya çıkmıştır. Bu olgu, modern bir kentleşme pratiği olmamasının yanında, “kentlileşme” olarak da görülemez.

İkincisi, Türkiye kentleri, yukarıda ifade edilen sorunsalın yanında,24 Ocak 1980 ekonomik kararları ve ardından 12 Eylül 1980 faşist darbesi ile birlikte yeni liberal politikaların ve serbest piyasa ilişkilerinin yeniden tesis edildiği alanlar haline gelmiştir. Bu arada, kürt sorunundan kaynaklı “zorunlu göç” olayı, kırdan kentlere, kentlerden daha büyük kentlere doğru yeni bir göç dalgasını da ortaya çıkarmıştır.  
 
Sonuç olarak, bu ikinci kırılma ile birlikte, siyasal, sosyal ve iktisadi anlamda “yeni bir dönem” başlamıştır. Bu dönemin yansımalarını ise somut olarak kentlerde ve kentsel yaşam kalitesinde görmek mümkündür!

Bu arada, yerel yönetimler alanı “yeniden düzenlenmiş”, Özal, Dalan ve Erdoğan, Gökçek isimleri ile anılan dönemlerde, kentler yeni pazarlar haline gelirken, kentsel hizmetler de piyasalaştırma, ticarileştirme, özelleştirme ve yabancılaştırma sarmalına sürüklenmiştir. Bu sürecin belirleyici unsurlarından biri de kent mekanın, kentteki kamusal alanların özelleştirme programının temel araçlarından birisi olmasıdır. Böylece,yurtdaşların “müşteri” olduğu, toplum yararı yerine “yönetişimin” kabul gördüğü bir süreç toplumun tüm kesimlerine dayatılmıştır.

Bugün artık,kentsel hizmet ve ihtiyaçların tıkandığı her alanda, ya hizmetlerin özelleştirilmesi bir “çözüm” olarak ortaya koyulmakta ya da mafyalaşmış yapılar kanalı ile bir takım “çözümler” üretilmektedir. Türkiye kentleri, belediyelerdeki, neo liberal politikaların, yağma ve talan uygulamalarının sonucunda, sağlıksız yaşam alanlarına ve kitlesel nüfus yoğunluklarının buluştuğu ortamlara dönüşmüştür.

Tüm bu sorunlara ve geri gidişe rağmen, Türkiye yeni bir yerel yönetim seçimi “arifesinde” yerel hizmetlerin, halk için ve halkla birlikte oluşturulmasına ve uygulanmasına örnek teşkil edecek bir çok deneyime ve potansiyele sahiptir.

Ankara’da Vedat Dalokay ve Ali Dinçer’in belediyecilik tarihine düştükleri notlar, dün Fatsa’da yaratılan yerel yönetim deneyimi ve bize bırakılan miras, bugün Dikili’de, Hopa’da, Şanlıurfa Viranşehir’de yeniden inşa edilen sosyal ve toplumcu belediyecilik anlayışı bir anlamda üzerinde durulması gereken özgün deneyimlerdir.

Yolsuzluğun,yoksulluğun derinleştiği kent ortamlarında, kapitalist güç ve dinamikler ile emekçi sınıfların karşı karşıya bulunduğu yeni bir süreç yaşanmaktadır. Kentler ya sermayenin biçimlendirdiği, kendini yeniden var ettiği alanlara “dönüşecek”, ya da  eşitliğin, özgürlüğün başat olduğu, rant ve spekülasyonun kırıldığı alanlar olacaktır.

Bu noktada, kentlerimizin ve kentte yaşayan insanların önümüzdeki dönem, yerel seçimlerde ihtiyaçları olan temel yaklaşım, toplumcu ve halkçı belediyecilik anlayışıdır. Böyle bir yaklaşım ve anlayış ise katılımcılığın önünü açan, kentsel demokrasiyi temel alan, toplumun değişik kesimlerine karar alma süreçlerinde söz ve karar hakkı tanıyan bir politika olarak   tarif edilebilir.

 

Kent Yönetimlerinin ,Belediyelerin Bugün İçinde Bulunduğu Durum

Bugün dünyamız, küreselleşme olarak tarif edilen, bilim ve teknolojide hızlı değişimlerin yaşandığı, ulus devletlerin yok olduğu/ yok edildiği, sermayenin tek güç olarak egemenliğini ilan ettiği bir dönemin içinden geçmektedir.

Uluslar arası sermayenin, Dünya Bankası ve IMF gibi emperyalist örgüt ve yapıların, ülkemizde uygulamaya çalıştıkları ve büyük oranda da uyguladıkları politikalar, uluslar arası yeni iş bölümü çerçevesinde, örneğin Türkiye kentlerini, emperyalist pazarların talepleri doğrultusunda biçimlendirmektedir.

Türkiye’de yıllar içinde, Sosyal ve Toplumcu Belediyecilik Anlayışı’nın ortaya sunduğu örnekler, kentsel deneyim ve başarılar, önce ANAP döneminde, bugün de AKP Belediyeleri eli ile hızla yok edilmiştir.

Uluslararası sermayenin, Dünya Bankası ve IMF gibi emperyalist örgüt ve yapıların, ülkemizde uygulamaya çalıştıkları ve büyük oranda da uyguladıkları politikalar, uluslararası yeni iş bölümü çerçevesinde, örneğin Türkiye kentlerini, emperyalist pazarların talepleri doğrultusunda biçimlendirmektedir.

Ülkemizde, ne yazık ki, yerel ölçekte de gündeme gelen “kamu yönetimi reformu” ve “özelleştirme”, belediyelerin sosyal görevlerinden arındırılmasından başka bir şey değildir.

Türkiye’de, AKP’ nin 6 yıllık politika ve uygulamaları, halkın katılımına ve denetimine kapalı, bir merkezi ve yerel yönetim anlayışını ortaya çıkarmıştır.  AKP’ li belediyelerde, halk karar alma süreçlerinden dışlanmıştır. Örneğin, kentlerdeki emekçi sınıflar, bir yandan “kentsel dönüşüm” adı altında yaşadıkları ortamlardan uzaklaştırılırken, bir yandan da “steril” hale getirilen bu alanlar, yani işçi ve emekçi mahalleleri uluslar arası sermaye için konut, iş merkezi, plaza alanları olarak pazarlanmaktadır. Bu arada, emekçi sınıflar için “reva” görülen ise, bir başka deyişle, onlara yönelik politikalar ise, bazen bir çuval kömürde, bazen de birer paket pirinç ya da fasulyede vücut bulmaktadır…

Bu arada, kamuda yeniden yapılanma adı altında gündeme gelen, “yönetişimci” devlet modeli yerel yönetimlerde, özellikle de belediyelerde merkez denetimini dışlayan, yozlaştırılmış ve ticarileşmiş belediye yönetimlerini ortaya çıkarmıştır. Böylece, “küreselleşmeci” belediyeler, doğrudan emperyalist merkezlere bağımlı, yabancı sermayenin yeni “pazar” alanlarına dönüşmüş kentler yaratılmıştır. 

 

Nasıl Bir Belediyecilik Anlayışı?

Yukarıda özetlenen tablo, değişmez ya da değiştirilemez değildir!

Yaşanabilir bir kent ortamı ve çağdaş bir belediye için, ilk koşul katılımcı bir yönetim anlayışının benimsenmesi olmalıdır.

Bu noktada,

Toplumcu Belediyeciliğin bir gereği olarak,

• Toplumsal çıkarların korunmasında,
• Kente karşı sorumluluk duyulmasında,
• Kentli bilincinin sağlanmasında,
• Doğaya karşı sorumlulukların yerine getirilmesinde,
• Bilginin paylaşılmasında,
• Kent yöneticilerinin denetlenmesinde,
• Kentsel hizmetlerin ihtiyaçlar ve haklar ekseninde ele alınmasında,

Etkin ve Üretken Bir Politikanın Hayata Geçirilmesi Gerekmektedir!

 

Toplumcu Belediyecilik ve Geleceğe Dair Öngörüler…

Toplumcu Belediyecilik Anlayışı,

• Yönetsel açıdan eşitlikçi, demokratik ve katılımcı bir yapıya ve anlayışa sahip olmalıdır.
• Öncelikle rantı değil, nitelikli, yeterli ve eşit hizmet üretimini amaçlamalıdır.
• Kente dair değerlere, kentsel tarihi dokuya ve çevreye yönelik zararları, kente karşı suç olarak görüp, gereğini yapmalıdır.
• Kamu yararı taşımayan yatırım ve harcamalar yapmamalıdır.
• Her aşamada, yönetimin her kademesinde açıklık ve denetimi esas almalıdır.
• Belediye Başkanları’nı geri çağırabilme mekanizmalarını yaratmalıdır.
• Kentte yaşayanları “müşteri” değil, yurttaş olarak gören bir bakış açısıyla, yerel kamusal hizmetlerden eşitlik ve hakçalık temelinde her kesimin yararlanmasını sağlamalıdır.
• Koruyucu sağlık hizmetlerini temel alan, parasız sağlık ve sosyal hizmet uygulamalarını hayata geçirmelidir.
• Özellikle emekçi sınıfların yaşadığı bölgelerde, kentsel dönüşümün siyasal ve sosyal bir dönüşüm olması gereğinden hareketle, bu bölgelerde kültür ve dayanışma evleri oluşturulmalıdır.
• Yaşlılar için özel programlar geliştirmeli, sağlıklı yaşlanmanın koşullarını yaratmalıdır.
• Engelliler için, sağlığın sosyal belirleyicilerinden hareketle, toplumcu bir bakış açısıyla sosyal hizmet uygulamalarını geliştirilmeli, bu noktada belediyeler ortamındaki proje, uygulama ve hizmetlerde engelliler için pozitif ayrımcılık yapmalıdır.
• Özelleştirme uygulamalarına karşı, planlı ve kamusal yararı öne çıkaran çalışmalara ağırlık vermelidir.
• Yerel ölçekte, çevre yönetimi ile ilgili, etkin ve güçlü bir idari ve teknik yapı oluşturulmalıdır.
• Sağlıklı bir kent ortamı için, uluslar arası dayanışmayı öngören proje ve uygulamaları temel almalıdır.
• Belediye Meclisleri ile eşgüdüm içinde çalışacak, kent konseyleri gibi yapıları oluşturulmalıdır.
• Kentsel alt yapı, planlama ve imar süreçlerine dair konularda, bilim insanları ve üniversitelerle ortak çalışmalar yapmalıdır.
• Meslek örgütleri ile eşgüdüm içinde bir çalışma tarzı benimsemelidir.

 

29 Mart 2009 Süreci

Sonuç olarak, yeni bir yerel seçim öncesinde, ülkemizin, çağdaş, toplumcu ve devrimci dinamikleri tarihi bir sorumlulukla karşı karşıya bulunmaktadır. Halkın öz yönetim alanlarını ve ortamlarını tesis etmek, bunun için de ilk etapta yerel iktidarları devrimci bir tarzda ve toplumcu bir anlayışla yeniden inşa etmek gerekmektedir.

Bu bağlamda, 29 Mart 2009 Yerel Yönetim Seçimleri, Türkiye siyaseti ve sol güçler açısından büyük bir önem ve öncelik taşır bir hal almıştır.

Kent havasının insanı ve insana dair her şeyi özgür kılabilmesinin yolu, kente yaşanabilir ortamların yaratılmasından geçmektedir. Bugün küresel sermayenin ve bunların “yerli” taşeronlarının elinde, kentlerimiz her türlü yağmanın yaşandığı, siyasi, sosyal, ahlaki çöküntü merkezlerine dönüşmüştür. Bu “dönüşümün” bizim anladığımız anlamda, kentsel dönüşüm olmadığı ise açıktır.

Son tahlilde, Mart 2009 sürecinin, ülkemiz kentleri için yeni bir milat olabilmesi için, Türkiye solunun birlikte mücadele etme ve birlikte yönetme süreçlerini sabırla, ısrarla oluşturması gereği tarihi bir görev olarak ortada durmaktadır.      

 

KAYNAKÇA

• Aksakal Pertev, Bir Yerel Yönetim Deneyimi, Simge Yayınevi, İstanbul,1989.

• Çevre Durum Raporu 2008, TMMOB Çevre Mühendisleri Odası, Haziran 2008.

• Erder Sema, “ Göç, Yerleşme ve Çok Kültürel Tanışma”, Kentte Yarılma, Birikim Dergisi, Temmuz 1999.

• Kartal Kemal, Ekonomik ve Sosyal Yönleriyle Türkiye’de Kentlileşme, Adım Yayıncılık, Ankara, Mart 1992.

• Keleş Ruşen, Kentleşme Politikası, 5.Baskı İmge Kitapevi Yayınları, Ankara 2000.

 

*Dr. Ethem Torunoğlu

Çevre Mühendisi – TMMOB Y.K. Üyesi