Açıklama Notu
Büyük Anadolu Yürüyüşü’nün organizatörlerine ve sponsorlarına…
Bir yürüyüşün veya hareketin zaman içinde kimin çıkarına hizmet edeceği o yürüyüşü gerçekleştirenlerin kişisel niyetlerinden tamamen bağımsızdır, çünkü bunu belirleyen yürüyüşü örgütleyen, bireyleri kendi çıkarlarının doğrultusuna çeken, yürüyenlerin sırtını dayadığı “güçlerdir”. Bu nedenle Büyük Anadolu Yürüyüşüne, bu hareketin başat unsurlarının suyu metalaştıran güçler olduğunu bilmeden ve tertemiz amaçlarla katılan hareket ve bireyleri tenzih ederiz. Ancak, gerçekliğin bütün bilgisine sahip olduğu halde yürüyüşe katılmakta hiçbir sakınca görmeyenler istedikleri kadar reddetsin kapitalizmde çıkarları sürekli olarak çatışan iki sınıf vardır ve bu toplumsal sınıfları biz yaratmadık… Dolayısıyla siz ne kadar “biz doğa için yürüyoruz” derseniz deyin sizlerin yürüyüşünüz ile bizim yürüyüşümüz arasındaki farklar açıktır: biz emekçiler olarak sırtımızı birbirimize, bizim gibi olan kitlelere ve emek için yaptığı mücadeleyi doğa için yaptığı mücadeleden ayırt etmeyen örgütlerimize dayadık. Aramızdaki bir diğer farkı da siz söylüyorsunuz zaten: “DOĞA DERNEĞİ , gerek hizmetleri, gerekse sağladığı başarı açısından ÖRNEK ALINACAK BİR STK’dır” Çok haklısınız, Doğa Derneği’nin bir “STK” olarak örnek alınacak özelliklere sahip olduğundan hiç kuşku duymuyoruz. Ama bu durum sizi rahatlattığı gibi bizi rahatlatmıyor, tam da tersi bizim hem Doğa Derneği’ne hem de onun içinde bulunduğu yapılanmalara kuşku duymamıza neden oluyor. Çünkü sınıflı toplumlarda bu tarz “sivil” toplum kuruluşlarının hangi amaçlarla kurulduğunu, sınıfsal gerçekliklerin üzerini nasıl örttüklerini gayet iyi biliyoruz. Çünkü bizler emekçileriz, emek örgütleriyiz, tarafız, tarafsız birer STK değiliz. Aramızdaki üçüncü fark ise karşıtlıklarımızı ifade ediş biçimimizde kendini ele veriyor. Biz gerek bilgi notumuzda gerekse konuyla ilgili olarak kendi içimizde yaptığımız yazışmalarda kişilerle uğraşmadık, kimseye hakarette etmedik. Savlarımızın tamamı yürüyüşün geri planında bütün gerçekliği ile duran STK’lar ve sponsor şirketlerin kendi web sitelerinden alınan bilgilere dayanıyordu, ilgili linkleri de verdik. Böyle bir çalışmayı “saldırı” olarak nitelendirdiniz. Eğer saldırı olarak görüyorsanız, bizim yaptığımızı yapın ve söylediklerimizin doğru olmadığını ya da Doğa Derneği’nin bu yürüyüşe katılmadığını veya TEMA ve Doğa Derneği’nin arkasında yerli ve yabancı sermaye gruplarının, doğayı metalaştıran yasal düzenekleri bir bir uygulamaya koyan AB’nin, Çevre ve Orman Bakanlığının bulunmadığını ispatlayın. Bunu yapmak yerine sizler, birbuçuk yıldır yapmaya çabaladığımız bütün uyarılara kulak tıkayıp; bir yandan şirketlerin doğa için ne hayırlı işler yaptığını anlatıp bir yandan da “emperyalizm ve kapitalizmi hepimizin ortak düşmanı” olarak tanımlamaya devam ettiniz. Aynı şeye aynı anda hem kötü, hem iyi demenin; düşman ilan ettiğiniz sistemin yapıcı unsurlarıyla birlikte hareket etmenin ne yaman bir çelişki olduğunu görmezden geldiniz, bu çelişkiyi size göstermeye çalışanlara hakaretler yağdırdınız.
Sizin “fakirden alıp zenginle savaşma” şeklinde tahrif ettiğiniz şeye bizler “dayanışma” diyoruz ve evet, sınıf ve doğa mücadelesi vermek için karşısında mücadele ettiğimiz sermaye sınıfı tarafından fonlanmayı hiçbir koşulda kabul etmiyoruz. Tıpkı, işçi sınıfının da patronlarından alacağı fonlarla greve gitmeyeceği gibi… Bizim gariban köylülerden yol parası alarak köylere gittiğimizi iddia ediyorsunuz, bunu Karadeniz derelerinin yılmaz bekçilerine sormalıydınız… Onlar defalarca Karadeniz köylerine gittiğimiz halde bir tek kez bile otel ya da yol parası almadığımızı; dostlarımızın evlerinde konakladığımızı; üstelik aramızda organize ettiğimiz “dayanışma” üzerinden yol parasına gücü yetmeyen diğer bölgelerde mücadele veren dostlarımızı da bu sıcak buluşmalardan mahrum etmediğimizi, özetle “dayanışmanın gücünü” size anlatırlardı. Doğrudur, yol paramızın karşılandığı durumlar da oldu. Çünkü aksi taktirde bu emeklerin maddi yükü örneğin yereldeki 60-70 mücadele dostumuz arasında bölünerek küçüleceği yerde tek kişinin omuzlarına yüklenerek katlanması ve tekrarı mümkün olmayan bir duruma yol açacaktı. Hem böyle yaparak bizler, Anadolu kültürünün temel taşı olan dayanışmayı, yardımlaşmayı, paylaşmayı yok eden sermaye desteklerine de meydan okumuş, Anadolu insanına kendi kültürünü unutturmamış, mahçup etmemiş olduk. Tıpkı 2008 yılında12 ülkeden 18 uluslar arası aktivistle birlikte düzenlediğimiz “Kapitalizmin Kıskacında Su” başlıklı, uluslar arası konferansımızın mali yükünün de Su Politik’i oluşturan kişi, kurum ve örgütlerin aralarında yine dayanışma ile paylaşıldığı gibi.
“ANADOLU YÜRÜYÜŞÜ’nün bir geliri de yok. Destekçisi, sponsoru şusu busu yok. İçindekiler, kendi işlerini kendi paraları ile hallediyor.” Diyorsunuz. İyi güzel de, şirketlerin parasıyla iş yapmak iyimidir yoksa kötümü burasını anlayamadık! Çünkü bir üst paragrafta da “fakirden alıp zenginle savaşmayı” eleştiriyor ve “bu zaferler, o hiç sevmediğiniz STK lar tarafından, ve hiç sevmediğiniz kaynaklardan gelen paralarla kazanılmaya devam ediyor. Sizin düşman ilan ettiğiniz sanayici ve sermayedarların , (size göre firavun ya onlar) bazılarının da içinde olduğu HES’lere karşı dava kazanıyorlar. Yani bir nevi, adamların parasıyla adamlara savaş açıyorlar ve kazanıyorlar.” diyorsunuz… Rotası belli olmamak ya da omurgasız olmak ta tam böyle bir şeydir zaten. İnsan ne dediğini, ne yaptığını şaşırıverir. Bir söylediği bir diğerini tutmaz. Netliğini kaybeder, neyi savunduğu neye karşı olduğu belli değildir. “Doğa anamızı koruyoruz” derken bunu doğa anasını satışa çıkaran Birleşmiş Milletler’le; Avrupa Birliği ile, Çevre ve Orman Bakanlığı ile; yerli ve yabancı şirketlerle birlikte yapmaya başlar. Gelinen son noktada ise ortada ne uğruna mücadele edilecek bir doğa, ne de “toplumsal muhalefet” denilebilecek bir dinamik kalmamıştır. Çünkü egemenlerin işi bittiğinde bu “garip ittifak” pek çok ülkeyi kuşatan “turuncu devrimler” gibi, bir saman alevi misali sönümlenip kaybolur.
Yeri gelmişken size, göklere çıkardığınız vakıflar ve şirketlerle ilgili küçük bir bilgi daha aktarmak isteriz. Dünya Sosyal Forumu fikri 1999 Seattle eylemlerinden hemen sonra Mart 2000’de Paris’te yapılan bir gizli toplantıda ve ilk kez Brezilya işveren örgütlerince ortaya atılmıştır. Ve 2001 yılından bu yana DSF’lerde Ford Vakfı, Rockefeller Vakfı vd. gibi sermaye örgütleri fonları da kullanılmaktadır. Dünya Sermayesinin bir “sosyal forum” kurma isteğinin arkasında ise, Seattle’da ve Davos’ta yaşanan özgün, demokratik halk tepkilerinin susturulması, uluslar arası toplantıların protestolar nedeniyle kesintiye uğramasının önüne geçilmesi hedefi vardır. Gerçekten de Sosyal Forumlar sayesinde Davos eylemleri zayıflatılmış, G7, G8 ve WTO protestoları da giderek sembolikleşmiştir. Başka bir deyişle bir “toplum mühendisliği” yapılmış ve sermaye sınıfı açısından büyük ölçüde başarılı olmuştur. Bugün tartıştığımız mesele de bu devasa toplum mühendisliği projesinin bir parçasıdır. Bu konular hakkında birazcık merak etmiş ve okuma yapmış olsaydınız kimlerle birlikte yol arkadaşlığı yaptığınızı anlardınız. Bu yüzden eğer bir şeyler yazmak ve suçüstü yakalanma psikolojisinden samimi olarak kurtulmak istiyorsanız yapılanmanızın bütün bileşen ve destekçilerini tekrar tekrar gözden geçirmelisiniz. Yoksa şimdi yaptığınız gibi bu işin en kolay ve düşünen insana yakışmayan yolunu seçmekten kurtulamazsınız. Öte yandan atı alanlar da Üsküdar’ı çoktan geçmiş olurlar.
SUPOLİTİK Çalışma Grubu