Politeknik Bilim, Teknik, Kent ve Emek Söyleşileri’nin altıncısı “İstanbul’un Kaybolmayan Dereleri” başlığında gerçekleştirildi
Peyzaj Mimarı Dr. Hülya Dinç’in 2015 yılında İTÜ Şehir ve Bölge Planlama Programı’nda yaptığı “İstanbul Derelerinin Fiziki Değişimi ve Arazi Kullanım İlişkisi” doktora çalışması kapsamında yapılan söyleşi 28 Kasım 2018 tarihinde gerçekleştirildi.
Su ve sucul yaşamın ekolojik değerinin ve canlı yaşamı açısından neden önemli olduğu ile başlayan söyleşi, İstanbul’un içme suyu havza alanı dışında kalan derelerinin ve havzaların arazi kullanım kararları sonucunda ne durumda oldukları tartışıldı. Dünyadaki ve Türkiye’deki yasal çerçeveler değerlendirildi.
Söyleşinin videosuna ise Politeknik Youtube hesabından erişebilirsiniz.
Söyleşiden notlar*:
Dereler ve havzalar kentin doğal yaşam alanlarıdır, bu alanlar kaybedildiği vakit kuraklık, sel ve taşkınlar meydana geliyor
Su döngüsü ve hidrolojik döngü canlı yaşamının sürdürülmesinde en önemli kavramlardan ikisi. Yağan yağışın üçte biri toprakla, üçte biri buharlaşmayla ve üçte biri yüzey akışı ile tekrar atmosfere dönerek bir döngü oluşturuyor. Bu döngü sistemi ve sucul yaşam kıyı sistemi korunduğu zaman kente ve kentliye sunduğu faydalar suyun karaya dağıtılarak canlıların yaşantısının sürdürülmesine sağladığı olanak oluyor. Bu alanlar doğal drenaj kanalları olması itibari ile önemlidir. Aynı zamanda canlıların beslenme ortamı, su kaynağı ve kentler için fiziksel sağlık koridorlarıdır. Hava sirkülasyonunu düzenleyen dereler sistemi kentin akciğerleri, kuş göç yolları gibi fauna, flora ve kentin doğal yaşam alanlarının dengelendiği doğal ekolojik koridorlardır.
Sucul yaşam alanları kaybedildiği vakit kuraklık, sel, taşkınlar meydana geliyor ve bio-zincirde kopukluklar meydana geliyor.
Sucul yaşam alanlarının karakterinin değişmesi milyonlarca yıl oluşan dengeyi bozacaktır
Derelerin münferit değil sistematik bir yapıya sahiptir ve sucul yaşam alanı ile birlikte ele alınması gerekir. Sucul yaşam alanı yok sayıldığı vakit suyun karakteri değişiyor. Bunun anlamı ise bitki örtüsünün ve faunanın değişimi demektir. Bio-çeşitlilik değiştiğinde insanın yaşadığı coğrafyadaki epigenetiği (2) değişecektir. Yani yaşamsal anlamda yaptığımız her dokunuş, düşünmeden, sorgulamadan, doğa merkezli yaklaşmadan yaptığımız her müdahale insanın yaşamını etkileyecek. Bu nedenlerle bio-çeşitliliğin korunmasına ihtiyacımız var. Milyonlarca yıl oluşan bu dengeyi okumak ve sonrasında doğru politikalarla bir yaşam kurgulamamız gerekiyor.
Havza sistemi bir bütündür ancak yasal mevzuat sadece içme suyu havza alanlarını koruma altına alıyor
5400 km2’lik İstanbul’un bent, gölet, baraj gölü ve doğal gölleri yaklaşık 135 km2 yani toplam yüzölçümünün yüzde 2’sini kaplıyor. İçme suyu havza alanları ise 2417 km2 ve bu alanlar bir takım mevzuatlarla korunmaya çalışılıyor. Bu söyleşide incelenecek konu içme suyu havza alanları dışında kalan havzalardır. İçme suyu havza alanı ve bunun dışındaki havzaların farkını anlamak için bir sırt düşünün. İçme suyu havza alanları kapalı havza konumunda ve sırtın bir tarafında. Sırtın diğer tarafı da söyleşiye konu olan açık havzalar yani içme suyu havza alanları dışındaki havzalardır. Yani denizlere, göllere ve Haliç’e dökülen dereler açık havza alanlarını oluşturuyor.
Sistem aslında bir bütün ancak yasal mevzuatla sadece içme suyu havza alanları koruma altına alınıyor. İçme suyu havza alanı dışındaki havza alanlarındaki dereler koruma altında değil. Ancak bu havza alanları da çok önemli. Bu havzalardaki kirlilik ve dönüşümler aynı zamanda denizleri de kirletiyor.
Derenin kuru olması dere vasfını yitirdiği anlamına gelmez
Açık havza konumundaki derelerin bir özelliği de derenin membası (çıkış noktası). Bir dere yer altı suyundan da beslenebilir, yağış suyundan da, kuru da olabilir. Belli periyotlarda kurak da geçirebilir ancak bu dere vasfını yitirdiği anlamına gelmez. Doğa 50, 100, 150 yıllık yağışlarda kurumuş olan dereyi kullanır. Milyonlarca yılda oluşturduğu morfolojik yapısını öyle dengelemiştir zaten. Açık havzaların membası yanında mansabı (çıkışı) da kaynaktır. Derenin döküldüğü nokta aynı zamanda deniz için bir kaynaktır. Herhangi bir noktadaki müdahale dere boyunun tamamında da olsa küçük bir alanda da olsa dere sistemi komple etkileniyor.
Riva deresi en yakın zamanda drenaj sıkıntısı çekecek, yani sel ve taşkın olacak
Dere havzası aynı zamanda drenaj yoğunluğunu etkiler. Derenin uzunluğu, derenin dallanma şekli, havzanın konumu, havzanın derelerle olan ilişkisi drenaj yoğunluğunu etkiliyor. İstanbul Avrupa yakasında en geniş yüzeye sahip olan havza Kula Dere havzası 194 km2, Haliç’e dökülen Kağıthane, Cendere, Kemerdere deresi de 167 km’dir. Anadolu Yakası’nda ise en geniş yüzeye sahip havza Riva Deresi Havzası 247 km2’dir. Dere uzunluğunun havza büyüklüğüne oranı drenaj yoğunluğunu veriyor. Anadolu Yakası’nın en büyük olan deresi olan ve uzunluğu 247 km olan Riva deresi en yakın zamanda drenaj sıkıntısı çekecek, yani sel ve taşkın olacak. Yeri ve konumu itibari ile boğaz girişinde ve Boğaziçi’ne açılıyor. Oradaki herhangi bir kirlilik ve taşkın direkt Karadeniz ağzından o bölgedeki sirkülasyonu ve kirliliği etkileyecek. Özel bir durumu var. Yapılaşmaya dikkat edilmediği durumda orada problemler yaşanmaya başlanacak. O bölgede çok ciddi bir yapılaşma da hakim.
İstanbul önemli bir havza sistematiği var ve etkisi kendiyle sınırlı değil
İstanbul incelenmeye başlandığında İstanbul’un önemli bir su havza alanı olduğunu görülüyor. Su havzası deyince sadece kapalı havzaları (Ömerli, Terkos, Durusu) anlaşılmamalı. İstanbul’da Karadeniz, Marmara, Boğaziçi, Haliç, Küçükçekmece ve Büyükçekmece gölüyle beraber sadece kendi coğrafyası ile değil kuzeyden güneye, batıdan doğuya birbirini bağlayan çok önemli bir havza sistemi var. Bu havzalardaki herhangi bir kirlilik sadece İstanbul’daki suları, karayı ve canlıları değil Tuna vasıtasıyla Avrupa’nın içine ve kuzey bölgelere kadar bir etkiye sahip olacaktır.
Havzaların da bir sistematiği vardır. Bir dere havzası tek başına da bir üst dere havzası olabilir, birden fazla dere havzası ile birleşerek üst zirve kotuna da bağlanarak üst dere havzasını oluşturabilir. Bunlar toplanıp bir arada çıkış noktasında dere havza birliğini oluşturur. İstanbul’da 5 dere havza birliği var. Bunlar Karadeniz, Marmara, Boğaziçi, Haliç ve göller havza birlikleridir. Bu sistemin tamamı denizi, Haliç’i ve gölleri besliyor. Aynı zamanda büyük makro ölçekteki iklimi de yönetir ve yönlendirirler. Örneğin, Arnavutköy, Bebek ve Küçük Bebek dereleri aslında yan yana bitişik havzalardır. Bunların bir de Kağıthane deresiyle sırt olan üst zirve kotu vardır. O kot da esas üst tepe kotunu oluşturuyor. İstanbul’un bir dere-havza sistematiği var. Yani üst havza birimleri var ve İstanbul, bu üst havza birimlerinin diğer içme suyu havzaları ve jeolojik oluşumlarla birleştiği vakit büyük su sistemleriyle entegre bir yapıya dönen özel bir duruma sahip. İstanbul’un 23 adet üst dere havzası var ve bunlar da daha önce bahsettiğimiz 5 dere havza birliğini oluşturuyor.
İçme suyu havza alanı dışındaki havzaların yüzde 80’i yerleşim yeri içinde
Doktora çalışması kapsamında içme suyu havza alanı dışında kalan alanlarda 2007 halihazır haritalarında yapılan analizlere göre 168 adet akar dere havzası ve 3344 adet dere tespit edildi. Dere havzalarının 33 adeti yerleşim yeri dışında yer alırken %80’lik bir kısmı yerleşim yeri içerisinde kalmıştır.
3344 adet derenin ise %73’ü doğal yapısını koruyan derelerken “ıslah edilmiş” dereler %27’lik bir orana sahip. Bir derenin “ıslah edilmesi” demek mühendislik uygulaması görmüş, kapalı ya da açık kesit sistemli dereler olduğu anlamına geliyor.
Derelerin doğal vasfını yitirmesi İstanbul’da sel, taşkın, kuraklık ve sağlık problemlerine yol açacak
Bir derenin herhangi bir yerindeki değişim tüm havzaya yayılır ve biyolojik çeşitliliği etkileyerek ekolojik koridorları da etkiler. Yapılan araştırmada içme suyu havza alanı dışındaki havzalardaki derelerin %64’ü doğal vasfını kaybetmiş durumda. Yani 107 dere havzasında muhakkak bir kayboluş var ve bu halen daha devam etmekte. Bu derelerin doğal vasfını yitirmesi o alanların sel ve taşkın riski taşıması; havzalarda kuraklık ve sağlık problemlerinin yaşanması anlamına geliyor.
Arazi kullanım kararları ve politikaları derelerin fiziki yapısını önemli bir oranda etkiliyor
Dere havzalarının canlılara ve kente en önemli katkılarından biri de hava koridorlarıdır. Dere tabanı kadar derenin tepeleri de çok kıymetlidir. Büyük makro iklimleri yöneten ve yönlendiren vadi tabanlarına dereleri atan sistem o koridorlardan gelir. Tepelerdeki yapılaşmalar da hava koridorlarını keserek vadi tabanlarından havzanın kara iç kısımlarına havanın sirkülasyonunu kesiyor ve bugün kentler hava almıyor. Dere kendi doğal sisteminde akmadığından dolayı bio-çeşitlilik değişmeye başlıyor. Bu değişim büyük zarar getirecek.
Derelerin arazi kullanımı kararları ile ilişkisine baktığımız zaman ise kuzeyde orman alanları, güneye doğru indikçe konut ve ticaret artıyor. Avrupa yakasının güney batısına baktığımızda tarım alanları başlıyor ve kıyılarda konut alanları görülüyor. Derenin fiziki yapısı ve arazi kullanım ilişkisini değerlendirdiğimizde doğal dereler kırsal alanda yer alırken fiziksel değişime uğramış derelerin kentsel alanlarda olduğu tespit edildi. Bu durum arazi kullanım politikalarının derelerin fiziki yapısı üzerindeki etkisini açıkça ortaya koyuyor.
Türkiye’de derelerin korunmasına yönelik bütüncül bir yasa yok
Türkiye’de yasal uygulama araçları değerlendirildiğinde dereleri koruma içerisine alan, planlayan, işletilmesini sağlayan, yetki ve içerik ayırmaksızın bir bütünü içeren bir yasası bulunmamaktadır. Uygulamalar dere havza sistemini parçalayan özel amaca yönelik çıkarılmış yasa, yönetmeliklerden göndermeler şeklinde yapılmaktadır. Planlama sürecinde ise 1/100.000 Çevre Düzeni Planı’nda derelerin korunmasına ilişkin plan ve yönetim planı bulunmamaktadır.
Dere koruma bantlarının 10 metre çekilmesi kararı bir yok etme projesidir
İdari işleyişteki yetki alanlarında da çeşitlilik vardır. Derenin birden fazla idari bölgeden geçmesi, öncelikli yasaların bütünlüğü, imar afları, yap-sat’lar, İSKİ’de yapılan değişiklikler gibi birçok etken dereleri yok saymakta ve yok etmektedir.
2011 yılında dere koruma bantlarının yoğunluk hesabına katılması ile birlikte yapılaşmanın önü açıldı. Daha sonra İSKİ 2013 yılında dere koruma bant genişliklerini 100 metreden 10 metreye çekti. Bunun yanında kuru dereler de dere statüsünden çıkarıldı. Dere koruma bantları dere su kıyısında yer alan; sucul yaşam ve biyolojik çeşitliliğin yaşandığı, erozyonunun önlendiği sucul yaşam tabakasıdır. Bio-çeşitlilik rezerv alanıdır. Boğaziçi’ne dökülen dereler İSKİ’nin dere koruma bandıyla yani 10 metre ile sınırlı. Marmara, Haliç, Karadeniz ve göllere dökülen derelerin koruma bantları ise DSİ tarafından belirlenir ve 35 metredir.
Her dere havzası kendi doğasının fiziğini, taleplerini ve bio-çeşitliliğini oluşturur. Bu nedenden dolayı 100 metre koruma bandı bile tartışmalıdır. Derenin durumuna göre bu bantlar belirlenmelidir. Dere koruma bantlarının 10 metre çekilmesi kararı bir yok etme projesidir.
Dereler için acil önlem planlarının yapılması gerekiyor
2007 yılında yapılan çalışmalarla tespit edilen %64 oranında doğal vasfını yitirmiş derelerin oranının bugün itibari ile artan nüfusla oranlandığında %76’ya çıktığı tahmin ediliyor. Bu duruma karşı acil önlem planları yapılması gerekiyor. Veri tabanlarının güncellemesi ve yaşam odaklı makro ve mikro ölçeklerde birçok disiplinin yer aldığı bir planlama çalışması yapılmalı. Dere sistemlerini su ekosisteminden ayırmadan ulusal ve uluslararası su hukuku yasasında havza ölçeğinde bir eylem programına ihtiyaç var. Planlama ile dere havza ilişkisinin sağlanması gerekiyor. Fiziksel değişime uğrayan derelerin ve koruma bantlarının hayata yeniden kazandırılması ile 234 km2’lik bir alan bugün İstanbul akciğerlerine, biyolojik çeşitliliğine, ekolojik koridorlarına bağlanan ekosistemlerine kavuşmuş olacaktır.
*Notlar; söyleşi videosunun çevrilmesi ve düzenlenmesi ile oluşturulmuştur.
politeknik.org.tr