Neoliberal Sermaye Birikiminin Yeni Talan Alanları için yeni yasa
Tabiat ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı
Kavramlar hep kafa karıştırır. Bunların başında savunma ile başlayan kavramlar geliyor. Hemen bütün ülkelerde Savunma Bakanlığı vardır. Henüz Saldırı Bakanlığı olan ülke duymadım. Afganistan, Irak işgalleri hep ABD Savunma Bakanlığı tarafından yürütülmüştür. Filistin İşgali İsrail Savunma bakanlığı tarafından yürütülür. Diğer kavram barıştır. Tüm bu saldırılar barış için yapılır. Birde koruma kanunları vardır. Çevreyi koruma, kadını koruma, çocuğu koruma vb. gibi devam eder. Bu yazıyı uzatmak mümkün olmakla birlikte, kısaca yukarıdaki başlığa tekrar dönelim. Bu başlık şöyle okunabilir.
Tabiat ve Biyolojik Çeşitliliği Metalaştırma (Ticarileştirme) Kanun Tasarısı
AKP sıkıştığı her durumda kendini kurtarmak için Avrupa Birliği talebi var deyip, içeriği kapatmak istiyor. Böylece toplumu AB ile karşı karşıya gelmekle tehdit ediyor. Türban konusunda Avrupa ile dalaşırken, ülkenin satışı konusunda Avrupa ile ortak davranıyor. Yani işine nasıl gelirse, öyle yürüyor. Bu nedenle bu polemiklere girmeyeceğim. Bu kanun tasarısının kısa vadede ne anlama geldiğini irdelemeye çalışacağım.
Bu kanun ile Tabiat ve Kültür varlıklarını Koruma Kurulu ortadan kaldırılıp, Kültür Varlıklarını Koruma Kuruluna dönüştürülüyor. Ardından Çevre ve Orman Bakanlığına bağlı Tabiat ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kurulu kuruluyor. Bu kurulun 14 üyesi Bakanlık çalışanlarından, 4 üyesi akademisyen, 2 üyesi ise STK temsilcilerinden oluşacaktır. Bu durumda kurumun siyasi iradenin tam denetiminde olacağını öngörmek hatalı olmayacaktır.
Kısa vadede 4 ana başlıkta toplanabilecek olan hedefleri ve sonuçlarını irdelemeye çalışalım.
1. Hava ve Su Ticaretinin Önündeki Yasal Engellerin Kaldırılması
Kyoto protokolü olarak bilinen ve esas amacı Hava Ticareti olan anlaşmalar sonucu, her ülke Karbon salınımı kadar para ödeyecek, karbonsuz üretim kadar da para alacak. Bu sistem şirketlere doğru yayılacak ve her şirket buna göre ödeme yapacak. Bu nedenle enerji şirketleri tüm dünyada karbon salınımı yapmayan yatırımların peşindedir. HES, Nükleer, Güneş, Rüzgar vb tesislerinin bu kadar artmasındaki gerçek neden, Hava Ticaretidir. HES ve Nükleer Tesisler iki su kaynağını ve bu kaynakların yarattığı yaşamı tehdit etmektedir. SİT alanı ilan edilen bölgelerdeki HES tesislerinin yapımı yasal engellere takılmaktadır. Bu ise, hem Hava ticaretini ve hem de Su ticaretini olumsuz etkilemektedir. Rize İkizdere vadisinde yaşanan gelişme, bunun tipik bir örneğidir. İptal edilen 22 barajın yapımı, örnek oluşturması tehlikesiyle AKP’yi harekete geçirmiştir. Diğer yandan bu şirketlere su kullanım haklarının devredilmesi, gelecekteki tüm tarımsal ve yaşamsal faaliyetlerde kullanılan suyun, ticari bir meta olarak karşımıza çıkacağını göstermektedir. Su ticareti Türkiye’de gelişimi en hızlı olan sektörlerin başında gelmektedir. Özellikle Bursa Uludağ, tam bir felakete dönüşmüştür. Şebeke suyu kullanımı azaltılmakta ve yerini pet şişeler ve damacanalar almaktadır.
2. Kentsel Dönüşümün Önündeki Yasal Engellerin Kaldırılması
3.Köprü Marmara’nın en büyük kentsel dönüşüm projesidir. Aynı zamanda kentsel dönüşüm projeleri içinde en büyük lokmayı oluşturmaktadır. Öngörülen tahmini mali boyut 100 Milyar $ mertebesindedir. Bu boyut, AKP’nin hem sırtını dayadığ,ı hem de TOKİ aracılığıyla büyütüp beslediği sermayenin geleceğini garanti altına almak için vazgeçmek istemediği bir mali kaynaktır. Bu projenin önündeki yegâne yasal engel ise bölgenin SİT kararları ile korunuyor olmasıdır. Karadeniz kıyı kuşağında bulunan alanlar, başta Sarıyer ve Beykoz olmak üzere koruma altındadır. Bu nedenle İstanbul Metropolitan Planlama dahi, 3. Köprüye karşı çıkmıştır. Ulaştırma Şurası 3. Köprüye karşı karar almıştır. Karayolları olumsuz görüş bildirmiştir. Çünkü gerekçe ile amaç uyumsuzdur. Gerekçe taşımacılık, amaç yağma olunca ortaya bu ucube karar çıkmaktadır. Ayrıca yıllardır tartışılan 2B Orman yağma yasasının çıkarılmasına gerek olmayacaktır.
Diğer yandan kararı alınan Haydarpaşa – Sarayburnu karayolu tüp geçidi ise, diğer bir koruma alanı olan Tarihi Yarımadanın tam merkezini işgal altına sokacaktır. Şu anki koruma yasaları ile bunların yapılabilmesi hukuki olarak mümkün değildir.
3. İstanbul İzmir Yağma Projesinin Önündeki Engellerin Kaldırılması
Topluma İstanbul İzmir arası 3,5 saat olacak denilerek sunulan bu proje, esas olarak Körfez Köprü geçişi, Adapazarı bağlantı yolları, Yalova Tersane yatırımlarının yasalaşması ve nihai olarak İstanbul İzmir arsındaki esas olarak tarım alanı olarak koruma altında olan bölgelerin yağmasını hedeflemektedir. Özellikle Yalova Tersanesi yatırımı halen yasadışıdır ve bu alan doğrudan Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın koordinatörlüğünde yürütülen bir projedir. Açılan dava sonucu Danıştay buradaki Tersane yatırımını iptal etmiştir. İptal gerekçesinin esası ise, bölgenin 1. Derece deprem bölgesi olması ve yan sanayinin koruma altındaki tarım alanlarını tehdit etmesidir.
İzmit körfezine yapılması planlanan köprü ise, en az Boğaz Köprüsü kadar zararlı bir yapı olacaktır. Zira köprü tam tarım alanının ortasına gelmektedir.
İstanbul – İzmir kuşağı esas olarak besin deposu işlevi görmektedir. Tarımsal üretimlerin Türkiye’deki merkezi konumundadır. Bu proje sonraki kuşağı açlığa mahkûm edecek bir başlangıç oluşturacaktır.
4. Yerüstü Doğal Biyolojik Türlerin Metalaşması Önündeki Yasal Engellerin Kaldırılması
Meralar, ormanlar, su havzaları ve bu alanlarda bulunan biyolojik türlerin ticareti, işletilmesi, yurtdışına çıkarılması gibi kararlar bakan onayı ile birlikte rahatlıkla yürütülebilecektir. Anadolu, biyolojik çeşitlilik olarak kıta Avrupa’nın tamamına eşdeğer bir zenginliğe sahiptir. Bu zenginliğin ticari bir metaya dönüşmesi, bu yasayla mümkün hale gelecektir. Bu durum, tüm Anadolu zenginliklerimizin yok edilişine doğru atılacak adımın ilki olacaktır.
Yasa durdurulmalıdır. Durdurulamaz ise, her ağaç, her tarım arazisi, her dere korunmaya çalışılmalıdır.
Neoliberal saldırı, doğrudan yaşamı tehdit eder bir boyuta ulaşmıştır.
Gelecek ellerimizdedir. İstersek Engelleriz.
Hayati CAN
* Bu yazı Halkın Sesi Gazetesi’nde yayınlanmak üzere kaleme alınmıştır.