Nasıl Bir Mühendislik Eğitimi tartışması, mühendislik fakültelerinin bilginin metalaşma sürecinin en yoğun yaşandığı eğitim alanı olmasından kaynaklı olarak Demokratik Üniversite Mücadelesi açısından özel bir önem taşıyor. Doğrudan meta üretiminin bir parçası olmayan bilginin üniversiter alan içinde yerinin giderek azaldığı gözönüne alındığında, mühendislik eğitimi meta üretimi ile doğrudan ilişkisi nedeni ile daha ayrıntılı bir tartışma konusu olarak karşımıza çıkıyor. Kapitalizmin üretim süreçlerinde yaptığı her değişiklik mühendislik eğitiminin içeriğini ve doğal olarak mühendislik bölümlerindeki öğrencilerin kimliğini derinden etkiliyor.
“Bilimin üretimdeki uygulayıcıları” olan mühendislerin “bilgi”sini doğrudan üretim süreçleri ve üretim teknikleri içinde değişen rolleri belirlemektedir.
Dergimizin daha önceki sayılarında da yapılan tartışmalarda 70’li yıllardan sonra bilginin bir üretim girdisi olmaktan öteye geçerek artı değer kaynağı olmaya başladığı, bunun sonucunda bilgi yoğun sektörlerin (enformasyon, micro-chip teknolojisi, gen mühendisliği vs..) hegomonik sektörler haline geldiği, teknolojik bilginin ön plana çıkması ile üniversitenin ve üniversiteli kimliğinin çok derin değişimler geçirdiğini belirtmiştik.
Bu doğrultuda sermayenin bilgi üretiminde girdiği yönelimlerden bir tanesi kendi AR-GE laboratuarlarında teknolojik üretim merkezli çalışmalar yapmak ve bilgiyi doğrudan kendisi üretmekti. Teknolojik bilgi tekellerinin oluşmasına yol açan bu yönelim, sermayenin kendi üniversitelerini (özel vakıf üniversiteleri) daha ileri bir boyuta sıçrattı.
Bu sürecin üniversitelerimize yansımasını kavrayabilmek için emperyalist sistemin uluslararası iş bölümüne ve yeni üretim stratejilerine gözatmak gerekir. Teknolojik bilgi tekelini oluşturan emperyalist metropollerin çok uluslu şirketleri ağırlıkla bilgi yoğun sektörlere hakimken, bağımlı, yeni sömürge kapitalistlerinin payına düşen emek yoğun sektörler ve genellikle tüketim ürünleri üretimi oluyor. Teknolojik gelişmenin etkisi ile sermaye kendi içinde bir işbölümüne gidiyor. KOBİ denilen Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmeler kendi başlarına varlıklarını sürdürüp doğrudan tüketiciye ulaşmaktan daha çok tekeller ile organik bir bütünleşme sürecine giriyor ve büyük tekellerin taşeronu haline dönüşüyor.
Üretimdeki bu parçalanma ve uzmanlaşmanın mühendislik eğitimine yansıması departmanlaşma ve iki farklı düzeyde verilen eğitim oluyor. “Elit Üniversiteler”de üretimdeki bu uzmanlaşma ve parçalanmadan kaynaklı olarak üretim süreçlerine hakim, koordinasyon görevini gerçekleştirecek “yönetici mühendisler” yetiştirilirken, Endüstri Mühendisliği ve İşletme Mühendisliği gibi “Yönetim ve Organizasyon” bilgisi ağırlıklı bölümler kapitalistlerin gözdesi oluyor. “Kitlesel Üniversiteler”deki eğitimin programları ağırlıklı olarak teknik bilgiye dayanıyor. Tekellerin emek yoğun ara ürünlerini üretmek gibi ağırlıklı bir görevi üstlenen KOBİ’lerin sayılarındaki artışla yükselen mühendis ihtiyaçlarına yönelik eğitim alan mühendisler üretim sürecindeki merkezi karar alma konumlarını kaybediyorlar. Aldıkları teknik bilgi doğrultusunda işin küçük bir parçasında (montaj hattında, stok kontrol departmanında, yazılım şirketinde ekran tasarımı konusunda, binanın elektrik tesisatı çiziminde) uzmanlaşarak, teknik anlamda küçük bir alana hapsedilmiş insiyatifleri ile “vasıfsızlaştırılıyorlar”.
Bütün bu gelişmelerin doğal sonucu mühendislik alanlarındaki departmanlaşmanın hızlanması oluyor. Departmanlaşma sonucunda sadece kendi dar alanlarında sorumlu “uzman”lar yaratırken, mühendisleri aydın kimliğinden uzaklaştırıyor. Hedefi sadece üretilen maden miktarını arttırmak olan Maden Mühendisi için “siyanür” kullanmak normalleşiyor, halk sağlığı ve doğanın tahribatı önemsizleşiyor.
Verimliliği arttırmak gibi temel bir hedefi olan Endüstri Mühendisi işçi sınıfına yeni bir saldırı biçimi olan esnek üretimi uygulamaktan kaçınmıyor. Bütünü kavramadan parçayı öğrenen mühendislik bölümü öğrencileri kendilerine kazandırılan tek yönlü bakış açısı ile bilim felsefesinden ve bilimsel etikten gittikçe uzaklaştırılıyorlar. “Amaç”taki darlaşma öğrencilerin ufkunun daralmasına ve bilim insanı kimliklerinin erozyona uğramasına yol açıyor. Örneğin son dönemde İTÜ’de matematik ve lineer cebir dersleri “İş hayatında ne işe yarar?” denilerek kaldırılıyor veya ders saatlerinin azaltılması yoluna gidiliyor.
Popülist siyasetle, artan eğitilmiş insan ihtiyacının karşılanması için neredeyse her ile açılan üniversiteler her alanda olduğu gibi mühendislik alanında da zaten çok az olan bilimselliği tamamen ortadan kaldırdı. Teknik Bölümlerde ciddi bir nitelik kaybına yol açtı.
Bugün sermaye üretimin her aşamasındaki teknik elemanlarının “üniversiteli” olmasını istiyor. Koç ve Sabancı yöneticilerini kendi üniversitelerinden yetiştirirken TOFAŞ ve Arçelik Ege Üniversitesi’nde açtığı bölümlerde kendi ürünlerinin “tamircileri”ni yetiştiriyor. Yine Kamil Koç firmasının desteğiyle Dumlupınar Üniversitesi’nde açtırdığı “Uzun Yol Şöförlüğü Bölümü” gözönüne alındığında tekellerin bu tercihi pek “lüks” olmuyor.
Demokratik Üniversite Mücadelesi açısından mühendislik bölümlerine dair üretilecek politikaların merkezinde sermayenin üniversitelerdeki varlığına dair radikal bir duruşun bulunması zorunludur. Kimin için ne ürettiğinin bilincinde, ürettiğine yabancılaşmayan insanlar yetiştirilmesi talep edilmelidir. Bunun anlamı eğitimin sermayenin ihtiyaçlarına göre şekillendirilmesinin karşısında bir cephe örmektir.
Üniversitelerde sermayenin doğrudan uzantıları olan KOSGEB, TEKNOKENT gibi kurumların kapatılması, Kariyer Günleri gibi üniversiteli kimliğinin parçalanmasına, öğrencilerin kişiliksizleştirilmesine yol açan etkinliklerin protesto edilmesi, ders programlarının öğrencilerin de katılımıyla belirlenmesinin talep edilmesi gibi bir dizi faaliyet alanı gençlik mücadelesince henüz denenmemiştir. Ancak tüm bunların yapılabilmesine temel teşkil edecek ideolojik hegamonyanın kurulması sabırlı bir şekilde yürütülerek akademik mücadeleyi gerekli kılıyor. Mühendislik fakültelerinde “Halk İçin Eğitim” talebinin altını bugünden alternatif üretim biçimlerini tartışarak, üretim için kapitalistlere mahkum olmadığımızı anlatarak doldurabiliriz.
‘Emperyalizme ve Faşizme karşı Devrimci Gençlik’ dergisinin Mart 1999 tarihli 30. Sayısında yayınlanmıştır.
Kaynak: www.devrimcigenclik.org