Yine bir yerel seçim dönemindeyiz. Kentlerin ihtiyaçlarının değil, proje fetişizminin egemen olduğu, kentte insanca yaşam hakkının değil rantın nasıl paylaşılacağının konuşulduğu bir ortamda İstanbul’un durumunu, neye ihtiyacı olduğunu, yerel yönetimin görevlerini ve neler yapıldığını özetlemek istedik.
1994 yılından bu yana İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve pek çok ilçe AKP’de. Erdoğan ile başlayan ve 25 yılına giren AKP’li belediyecilik anlayışı kente ne getirdi, kentten ne götürdü, daha yakından bakmak gerekiyor.
Madde madde yerel yönetimin görevleri, İstanbul’un hali ve İBB’nin icraatları:
Ulaşım: Ulaşım nasıl planlanır, ne yapıldı, İstanbul ne durumda?
İstanbul benzeri mega metropoller için ana ulaşım biçimi toplu taşımadır. Toplu ulaşım sistemini kentlilerin kullanabilmesi için sistemin ağ gibi, kılcal damar gibi yayılması, erişilebilir ve güvenli olması gerekir.
Kentsel ulașım planlarının temel amaçları ve öncelikleri, ulaşım hizmetinin konforlu, sağlıklı ve kaliteli sunulması, yolcu güvenliğinin sağlanmasıdır. Ulașım etüdü ve planları, bütüncül yerleşimi kapsayarak hazırlanır.İstanbul benzeri mega metropoller için ana ulaşım biçimi toplu ulaşımdır. Toplu ulaşım sistemini kentlilerin kullanabilmesi için sistemin ağ gibi, kılcal damar gibi yayılması, erişilebilir ve güvenli olması gerekir.
Kentsel ulaşımda raylı ulaşım ve deniz ulaşımı toplu ulaştırma araçları içinde verimliliği en yüksek, kente yükü ise en az olanlardır. Raylı ulaşım ve deniz ulaşımı ile daha çok kişi, daha kısa zamanda, trafik yükü oluşturmadan, kentin çeperlerine kadar ulaşabilir.
En büyüğünü, en derinini, en hızlısını değil, en erişilebilir olanı planlamak gerekir. Aksi takdirde birbirini tamamlamayan metro hatları projeleri verimli bir ulaşım projesine değil, bulunduğu aksta emlak rantını şekillendiren bir projeye dönüşüyor. Bütüncül bir kent ulaşım planı yoksa, hiçbir ulaşım projesi tek başına kent içi ulaşım sorununu çözemez.
2018 İETT verilerine göre günde toplu taşıma araçları kullanılarak 14.993.365 milyon yolculuğun yapıldığı İstanbul’da raylı sistemin payı %18,07, kara yolunun %78,15, deniz yolu ulaşımının ise %3,77’dir.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 2011 yılında yapılan özelleştirme ile İstanbul Deniz Otobüsleri (İDO) 861 milyon dolar bedelle Tepe-Akfen-Souter-Sera ortak girişimine verildi.
Özelleştirme sonrası İDO sefer sayılarını azaltarak ulaşımın erişilebilirliğini, verimliliğini yok etti. Sefer sayılarının azaltılmasının ise tek gerekçesi var kar odaklı ulaşım hizmeti, yani yolcu sayısı az olan ve kar getirmeyecek seferlerin iptal edilmesi.
İBB’ye ait Şehir Hatları, Boğaz ve Marmara hattında, iki yaka arası ya da kıyıya paralel hat şeklinde deniz ulaşımı sağlayabilecek seferleri, günlük kullanım alışkanlıklarını değiştirecek sıklığa getirmedi.
İskele ve Boğaz gerisi akslarında yapılabilecek ring seferleri ile ana ulaşım aksına trafiksiz dahil olabilecek yüzbinlerce İstanbullu sağlıklı bir ulaşım sistemine sahip olamadı.
Örneğin Sarıyer’den Kadıköy’e, Üsküdar’dan Bebek’e, Avcılar’dan Eminönü’ne, Kadıköy’den Tuzla’ya gitmek isteyen bir İstanbullu deniz yolunu kullanamıyor. Yük karayoluna aktarılıyor.
Üstelik Sarıyer’de, Bebek’te Kabataş’ta iskeleler kapatıldı. Deniz ulaşımı, günlük kullanım alışkanlığından silinmeye çalışıldı.
Toplu taşıma sistemi erişilebilir ve nitelikli hale getirilmedi, yolculuk süreleri uzadı, toplu taşımayı tercih edenler ‘cezalandırıldı’, özel araç kullanımı özendirildi. İstanbul’da trafikteki araç sayısı 2000 yılında 1,7 milyon iken 2018’de 4 milyon 167 bin 889’e ulaştı.
Toplu taşıma araçlarının, toplu ulaşım sistemlerinin verimliliğini arttırmak yerine maliyeti yüksek karayolu projeleri ile kamu zarar etti, trafik arttı.
Trafik sorununu çözmenin temel adımı sağlıklı, erişilebilir, hızlı ve konforlu toplu ulaşım sistemidir. Örneğin iki özel araç kadar yer kaplayan standart bir otobüsün yaklaşık 16-27 otomobil kadar yolcu kapasitesi vardır
İBB kamu varlıklarını çöpe attı
Dolmabahçe-Levazım arası karayolu tüneli inşaatı başladı. Toplam yatırım maliyeti 826 milyon lira. Trafik sorunu çözülmeyecek, daha yoğun bir trafik kentin kalbine çekilecek.
Haliç boyunca uzanan Eyüp Eminönü arası ulaşım kolayca deniz yoluyla sağlanabilecekken, bu güzergaha tramvay projesi yapıldı. Maliyeti 843,7 milyon TL.
Kabataş İskelesi tahrip edildi. 2016 yılında kapatılan ve beton Martı Projesi için harcanan milyonlardan sonra proje iptal edildi. Halihazırda transfer merkezi olan Kabataş hala kullanılamaz durumda.
Avrasya Tüneli inşa edildi. Tüneli ayrıca toplu taşıma araçları kullanamıyor. Yani Avrupa-Asya arası ulaşımda özel araç kullanımını özendiren projede ısrar edildi. Geçiş garantisi verilen ve günlük eksik kalan 20.524 araç için Hazine’den yani halkın cebinden şirketlere her gün 461 bin 790 TL aktarılıyor.
3. Köprü yapıldı. Trafiğe çözüm denilerek yapılan köprüyü zorunlu tutulan araçlar dışında diğer çok az araç kullanıyor. Köprü geçiş sayıları açıklanmıyor artık. 2017 yılında köprü için Hazine’den, yani halkın cebinden şirketlere aktarılan para 413 milyon TL.
Barınma: Kentin barınma sorunu nasıl çözülür, İstanbullular hangi koşullarda barınıyor, neler yapıldı?
Kent hakkı, kentte yaşayanların başta barınma olmak üzere, insanca koşullarda gündelik hayatlarını sürdürebilmesini kapsar.
Barınma alanları kentin makro ve mikro ölçekli planları ile ilerler. Barınmada çalışma mekanlarına, eğitim, sağlık vb. temel ihtiyaçlara ulaşmak için harcanan zamanı en aza indiren bir kentsel yerleşim planlaması gerekir.
Barınma imkanları daraltıldı, zorlaştırıldı
Barınma, ulaşım olanakları, altyapı olanakları, eğitim mekanları, sağlık hizmetine ulaşım ve sosyal alanlar ile birlikte planlanır. İstanbul kentinin böyle bir barınma planı yok. İstanbul’da çalışanlar her gün ortalama 1 saat 31 dakikayı ulaşıma harcıyor. Daha iyi bir planlama ile bu süre çok daha kısa tutulabilirdi.
İstanbul’da konut yoğunluğu yani barınma alanları, imar planları ve imar ayrıcalıkları, bölgenin kapasitesi, ulaşım olanakları, kentteki konumu ile değil, emlak değeri ile belirleniyor. İmar planları, barınma ihtiyaçları bir kenara bırakılarak ranta göre yapılıyor. Bu da yüksek kiralar anlamına geliyor.
Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre Türkiye’de bir kişi, Ocak 2019’da ortalama maaşının %23,86’sını kiraya verdi. İstanbul’da ise bu oran %35’lere tırmanıyor.
Kentte barınmak her geçen gün artan bir gider kalemine dönüşüyor. Kamu eliyle düzenlenen kira politikasıyla gelire uygun bir kira modeli yaratılabilir, kent merkezindeki dönüşüm nedeniyle kentin çeperlerine gerçekleşen sürgün engellenebilirdi.
Berlin’de kent merkezinde fahiş kira artışları barınma hakkından yoksun bırakmaya ve kentte sürgünlere yol açtı. Kiraların sınırlandırılması için çok sayıda mülk edinilmiş konutun kamulaştırılması ve kentteki büyük gayrimenkul şirketlerinin faaliyetinin yasaklanması kararı referandumla oylanacak.
Barınma için diğer sorun ise yapıların niteliği
2002 yılına göre yapı ruhsat izinleri 8 kat arttı. 16 yılda toplam 2 milyar 350 milyon metrekarelik alan betona dönüştürüldü.
Çevre Şehircilik Bakanlığı 2017 verilerine göre İstanbul’da 1 milyon 528 bin 782 yapı bulunuyor. ÇŞB verilerine göre İstanbul’da, Kartal’da yıkılan yapı benzeri 600 bin yapı var.
Türkiye genelindeki yapıların ise yüzde 60’ı kaçak, denetim olmaksızın inşa edilmiş durumda.
2012 yılında çıkarılan 6306 sayılı Afet Yasası sonrası deprem gerekçe gösterilerek riskli alan ilanları yapıldı. Riskli alan teknik olarak yapıların oturduğu zeminin dayanıklı olmadığı anlamına geliyor.
Ancak İstanbul’da alınan riskli alan kararları zemin yapısına göre değil, inşaat projesi yapılmak istenen ve rantı yüksek bölgenin dönüşümüne yasal gerekçe oluşturmak adına çıkarıldı.
2012-2014 yılları arasında 1106,25 hektar alan riskli ilan edildi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 2012’den sonra Gaziosmanpaşa, Beykoz, Sarıyer, Bağcılar, Esenler, Küçükçekmece, Kadıköy ve Beyoğlu gibi ilçelerde riskli alanlar belirledi. Riskli alan ilan edilen bölgede, barınma hakkı gözetilmeksizin, tüm yapılar için yıkım kararı verilmiş oluyor. Bölgede yaşayanlar ‘özel hukuk’ ile yaşadıkları bölgeden sürülüyor.
İBB bu dönüşüm sürecinde Bakanlığın en yakın destekçisi oldu.
Kent içindeki kamusal araziler, eski fabrika arazileri İBB ve şirketi KİPTAŞ tarafından lüks konut projelerine dönüştürüldü. İBB müteahhit gibi davrandı, Sarıyer’de, Kartal’da, Başakşehir’de, Beykoz’da, Kağıthane’de, Küçükçekmece’de yüksek gelirlilere yönelik lüks projeler yaptı. İstanbulluların, ülkenin ortak varlıkları çalındı.
Kentsel dönüşüm kapsamında yapılan yeni gayrimenkul projeleri vergi ve harçlardan muaf tutuldu. Vergi oranı yüzde 18’den yüzde 1’e indirildi. Barınma güvenliğini sağlamak adına sağlıklı yapılar yapılmadı, imar affı çıkarıldı. Sonuç Kartal’daki facia gibi oldu: kendiliğinden yıkılan binalar… Bu faciaların devamı gelecek!
İmar affı ile imar planlarına aykırı, usulsüz, bazıları hakkında yıkım kararı bulunan kaçak rezidanslar, AVM’ler, ormanlık alanlara, boğaza yapılan usulsüz oteller, tesisler affedildi. Yine özel hukuk yazıldı, talana kılıf hazırlandı.
İnşaat Mühendisleri Odası 2018 verilerine göre İstanbul’da afet toplanma alanı olarak belirlenen 493 bölgeden 416’sında AVM, rezidans ve gökdelenler inşa edildi. Toplanma alanlarına her geçen gün yeni imar planları da yapılıyor.
AVM çöplüğü oluşturuldu
2002’de AVM’ler 1,25 milyon metrekare alanı kaplarken, 2017’de bu alan yüzde 900’lük artışla 11.2 milyon metrekare oldu.
AFAD verileri ise İstanbul’da tüm küçük boşlukları, çocuk parklarını, cami avlularını ve hatta benzin istasyonlarını dahil ederek yani aslında afet toplanma alanı niteliği ve yeterliliğinde olmayan noktaların da seçildiği 2 bin 354 toplanma alanı olduğunu söylüyor.
Sağlıklı kent ve çevre hakkı: Hava, su, orman, altyapı nasıl sağlanır, istanbul ne durumda, ne yapıldı?
Sağlıklı bir kent için sağlıklı bir çevre gerekiyor. Halkın temiz hava soluduğu, temiz su varlıklarına ulaştığı, atıkların yönetildiği, farklı doğa koşullarına hazır olan kentlerde yaşaması mümkün.
Sağlıklı bir kent yaşamı, halk sağlığının gözetildiği, tüm canlılara yaşam imkanları sunan, doğal varlıklarını koruyan yerel yönetim politikasıyla ile kurulabilir.
Sağlıklı bir kent için altyapı, planlama ve temel ihtiyaçların sağlandığı bir toplam yaratılmalı. Kentsel yerleşim, topoğrafik ve coğrafi özelliklere uygun gerçekleştirilmeli. Yerel yönetim planlama, uygulama ve denetleme konusunda sorumlu durumda.
Su varlıkları, dereler, orman alanları sağlıklı bir kent için korunmalı. Musluktan su içilebilmeli, hava kirliliği nedeniyle ölümler yaşanmamalı, hafriyat kamyonu yaşamımızı ezip geçmemeli, her yağmurda sokaklar göle dönmemeli, yeşil alanlar, parklar, ormanlar, boş arazilermiş gibi şantiye sahası olarak görülmemeli.
Kentte nefes almak?
Temiz hava solunabilecek bir çevrede yaşamak en temel insan haklarından. İnsanlar, doğa ve tüm canlıların yaşam alanlarında temiz hava soluma hakkı var.
Kentlerde temiz hava soluyabilmek için havayı kirleten parametrelerin ölçülmesi, tespit edilmesi ve kirleticilerin engellenmesi gerekiyor.
Ama Türkiye’de durum böyle değil. Türkiye’de yılda yaklaşık 30 bin kişi (günde 83 kişi) hava kirliliğine bağlı olarak yaşamını yitiriyor. 81 ilin sadece 6’sı temiz havaya sahip.
İstanbul havası en kirli illerden birisi. İstanbul’un en kirli ilçesi ise Esenyurt.
Peki soluduğumuz hava neden kirli?
Türkiye havası kirli bir ülke. Türkiye’de özellikle inşaat faaliyetleri ve kent içi araç kullanımı nedeniyle oluşan hava kirleticilerinin değerleri Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlediği ve aşılmaması gereken sınır değerlerinin üstüne çıkıyor.
Hava kirleticileri: Partikül maddeler PM10 ve PM2,5, kükürt dioksit, azot dioksit, azot oksitleri, kurşun, benzen, karbon monoksit değerleri
Ayrıca Türkiye’de kirletici parametreler için belirlenen sınır değerler Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) belirlediği sınır değerlerin çok üzerinde. 2018 yılı PM10 için yıllık ortalama sınır değer Türkiye’de 44 mikrogram/m3 iken DSÖ’nün belirlediği değer 20 mikrogram/m3.
İstanbul’un kentsel dönüşüm adı altında inşaat şantiyesine dönüştürülmesi, 3. Köprü, 3. Havalimanı ve bağlantı yolları için Kuzey Ormanları’na verilen tahribat, kent içi trafiğe kadar giren hafriyat kamyonları, kent içi araç kullanımı hava kirletici sebepler arasında. İnşaat faaliyeti yürütülen yerlerde partikül maddelerin (PM10 ve PM2,5) artış göstermesi bu durumu gösteren bir örnek sadece.
Asbeste önlem yok
Asbest, havada asla bulunmaması gereken, maruz kalınması halinde akciğer kanseri başta olmak üzere birçok hastalığa neden olabilecek bir madde.
Asbest basınca, aşınmaya ve kimyasal maddelere dayanıklı olduğu için inşaat malzemelerine katıldı. Türkiye’de de pek çok malzemede ve yapıda kullanıldı.
Dünya Sağlık Örgütü Uluslararası Kanser Araştırma Merkezi’nin kesin kanserojen olarak tanımladığı asbest, 2010 yılında Türkiye’de yasaklandı. Ama 2010 öncesi yapılan binalarda asbest riski bulunuyor.
Asbest ile zehirleniyoruz
İlçe belediyelerinin, Hafriyat Toprağı, İnşaat ve Yıkıntı Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği ve Asbestle Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmelik gereğince yıkım öncesi binalarda asbest kontrolü yapması gerekiyor. Ancak TMMOB İKK Asbest Raporu’na göre, İstanbul’da 39 ilçeden 16’sı yıkım öncesi asbest denetimi yapıyor. Birçok kentte, ilçede, yerleşim alanında bu kontroller yapılmıyor.
23 Ocak 2018’de İstanbul’da yıkımı başlatılan Abdi İpekçi Spor Salonu’nda da asbest kontrolü yapılmadığı ortaya çıkmış ve salonun yıkımı 27 Şubat 2018’de durdurulmuştu.
Suya erişim hakkı
Yaşamın ve ekosistemin önemli bir parçası olan su temel bir insan hakkıdır. Su hakkı suya erişim hakkıyla birlikte değerlendirilir. Herkesin sağlıklı, güvenli, yeterli, fiziki olarak ulaşılabilir suya erişimi olmalıdır. Suya erişim hakkı, mevcut yeraltı ve yerüstü su varlıklarının yönetimi politikasının temelini oluşturur.
Suya fiziki olarak erişilebilirlik tanımı evlere, işyerlerine, kurumlara, kuruluşlara ve pek çok yere yeterli, güvenli ve sağlıklı suyun makul yakınlıkta su altyapılarıyla ulaştırılmasıdır. Sağlıklı suya erişim hakkı ise herkes için içilebilir ve sağlık açısından bir zarar oluşturmayacak suya erişim hakkıdır. Merkezi ve yerel yönetimler insanların yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli su teminini sağlamakla yükümlüdür.
Türkiye 8.333 km kıyı şeridine sahip ve 3 tarafı denizlerle çevrili bir ülke. Türkiye’de tatlı su varlıklarından olan göller ya kurudu ya da kuruma tehdidiyle karşı karşıya. Son 40 yılda 1 milyon 300 bin hektar alan, başka bir ifade ile 3 Van Gölü büyüklüğünde sulak alan kaybedildi. Son 50 yılda 36 göl kurudu, 14 göl ise kuruma tehlikesiyle karşı karşıya.
Peki İstanbul’da su varlıklarının durumu nasıl?
DSİ’nin güncel verilerine göre Türkiye’de kişi başına düşen su miktarı 1.519 m3.
İstanbul’un su varlıklarının yıllık toplam kapasitesi ise 1 milyar 660 milyon m3.
İSKİ verilerine göre, yaz ve kış dönemlerinde değişmek üzere İstanbul’a günde ortalama 2,49 milyon m3 temiz su temin ediliyor. Bu suyun yaklaşık %67’si Avrupa yakasına, %33’ü ise Anadolu yakasına iletiliyor.
Ormanlık ve sulak alanları kurutulan, kirletilen İstanbul’a kendi su varlıkları yetmiyor.
Kırklareli’nden Düzce’ye kadar Marmara bölgesinin kuzeyi boyunca neredeyse bütün su varlıkları İstanbul için kullanılıyor.
1990’lı yılların ortasında Küçükçekmece Gölü, ardından Elmalı Barajı içme suyu sağlama niteliğini kaybederek devre dışı bırakıldı.
Üçüncü Köprü ve ona bağlı Kuzey Marmara Otoyolu, Üçüncü Havalimanı gibi mega projeler İstanbul’un su varlıklarına zarar verdi. İnşa edilen mega projelere Kanal İstanbul projesi eklenirse, halen aktif temiz su varlığı olma özelliğine sahip, İstanbul’un %23’lik su ihtiyacını karşılayan Terkos, Sazlıdere Barajları ve bu barajları besleyen su havzaları kullanılmaz duruma gelecek.
Musluktan akan su neden içilebilir değil?
Musluktan akan su temiz olsa dahi sağlık açısından içilebilir değil. Binalara suyu getiren dış şebeke boruları, binaların içindeki şebeke boruları ve binaların su depolarındaki toprak, pas, kir ve parazit, mikrop, virüs gibi mikroorganizmalar suya bulaşabiliyor.
Bu etkenlerin yok edilmesi ya da azaltılması için dezenfeksiyon işlemi yapılıyor. Bu işlem için kullanılan klor içme suyunun lezzetine ve kalitesine yansıyor. Dezenfeksiyon için verilen aşırı klor musluktan akan suyu içilemez kılıyor.
Musluktan içilebilir su sağlamayan İBB’nin 2005 yılında kurduğu Hamidiye Su A.Ş. ise Belgrad Ormanı’nın içinden çıkan suyu ambalajlayıp 23 ülkeye ihraç ediyor. Temiz su hakkı yok sayılan İstanbullular damacana suya mahkum ediliyor.
İBB İstanbulluların su varlığını ya yok ediyor ya da satıyor!
Yeşil alanlar: İstanbullular nasıl nefes alacak?
Kent içi yeşil alanların ve kenti çevreleyen ormanların korunması halk sağlığı açısından önemli. Planlama ilkelerine göre kentsel yeşil alanlara ideal yürüme süresi 15 dakika olarak belirleniyor.
İstanbul ise bu verilerin çok gerisinde. İstanbul’da toplam 4 bin 850 park bulunuyor. Yüksek yapı yoğunluğu ve plansız kentleşme nedeniyle bazı mahallelerde park bulunmuyor. Kent parkları kapsamına girebilecek parklar her ilçede bulunmuyor.
İstanbul, 2018 yılında dünyadaki 50 büyük kent arasında kişi başına düşen 4.9 metrekarelik yeşil alanla 49. sırada yer aldı.
İBB ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na göre İstanbul’da kişi başına düşen yeşil alan miktarı 8 metrekare civarında. Ancak İBB, yol kenarları ve refüjlerdeki alanları da aktif yeşil alan olarak sayıyor. Kentin ormanları kesiliyor, yol kenarlarında beton istinatlar ‘dikey bahçelerle’ kapatılıyor. İBB ‘Ormanı kestik dikey bahçe verelim’ diyor, bilim kabul etmiyor!
Avrupa’da nüfusun fazla olduğu başkentlerde kişi başı en az 30 metrekare yeşil alan düşüyor. Türkiye’de yönetmeliklerde 15 metrekare yeşil alan öngörülüyor.
Millet bahçeleri
Her seçim döneminde milyonlarca fidan diktiğini iddia eden AKP iktidarı kendi deyimiyle çevreciliğini millet bahçeleri ile ’taçlandırdı’. Halihazırda doğal yeşil alan karakteri olan Nakkaştepe, Bakırköy Baruthane ‘bahçe’ yapıldı. İstanbul’a 5 millet bahçesi açıldı, İBB toplamda 11 millet bahçesi projesi olduğunu belirtiyor.
Orman varlıkları: İstanbul’un ciğerleri söküldü
İstanbul %44’ü ormanla kaplı. Bu yaklaşık 240 bin hektar orman demek. Orman varlığı açısından zengin durumda olan İstanbul, son 25 yıllık belediyecilikle milyonlarca ağacını kaybetti. Sadece 3. Köprü, 3. Havalimanı- Kuzey Marmara Otoyolu projeleri nedeniyle İstanbul’a su ve temiz hava koridoru oluşturan Kuzey Ormanları’nda 3 milyondan fazla ağaç katledildi. Kuzey Marmara Otoyolu için hala ağaç katliamı yapılıyor.
Global Orman Takip ve Uyarı Sistemi verilerine göre Türkiye, son 2001-2017 yılları arasında 425 kha ormanını kaybetti. İstanbul bu süre arasında orman varlıklarının %12’sini kaybetti.
Altyapı nedir?
Kentsel altyapı, kentin elektrik, su, kanalizasyon gibi temel ihtiyaçlarını karşılar ve kent planlaması ile doğrudan ilişkilidir. Altyapı bir kentte, halkın yaşamını kolaylaştırmak, sağlıklı hale getirmek amacıyla planlanır. Kanalizasyon, su, elektrik, telefon, doğalgaz vb. altyapı hizmetleri kamusal hizmettir ve bulunduğu kentin özelliklerine, yapı yoğunluğuna ve nüfusa göre kapasitesi belirlenir ve inşa edilir.
Kamusallık kalkarsa ki elektrik hizmetinde örnekleri bulunuyor, temel haklar gasp edilir, kentliler müşteriye dönüştürülür.
Her yağmurda su taşkını yaşayan İstanbul
İstanbul’un altyapısı ise yetersiz durumda. İstanbul’da son 20 yılda DSİ verilerine göre 59 su taşkını yaşandı.
İBB dere ıslahı adıyla başlattığı çalışmalarda doğal su akış yollarını tahrip etti, dereleri kanala hapsetti, daralttı. Yağmur sonrası yükselen sular sele neden oldu.
İBB, imar rantıyla dere taşkın sınırını ihlal etti, dere yapılaşma sınırını 10 metreye çekti. Yani dere taşkın sınırı içinde yapılaşmaya izin verdi. Su seviyesi yükseldiğinde, derenin doğal sınırı olan taşkın sınırına sular ulaştığında bu sınırın içinde yapılaşma izni verilen yapılar, yollar sular altında kalıyor.
Dere yataklarına inşaat projeleri yapıldı. Basın Ekspres yolu ve çevresi bu konudaki en dramatik örneklerden birisi. Dere taşkın sınırları içinde inşa edilen Basın Ekspres yolunda 2009 yılında yaşanan yağışla oluşan taşkında 32 insan yaşamını yitirdi.
İBB sağladığı imar ayrıcalıklarıyla altyapı planlanırken yeşil alan olarak ön görülen alanları konuta, yola dönüştürdü. Altyapı ise aynı kaldı. İBB, her yağmur sonrası yağışın ne denli büyük olduğunu açıklamaya girişiyor. Oysa kentsel arazi kullanımında yapılaşma, betonlaşma esas alındığı için yağmur sonrası yere düşen su damlaları toprakla buluşamıyor. Yüzey akışını 10 kata kadar hızlandıran beton yüzeyler yere düşen her damlayı sokaklara, caddelere taşıyor, İstanbulluların yaşamı tehlikeye atılıyor.
Övündükleri projeler her yağmurda sular altında
Temmuz 2017’de 1 saatlik yağış sonrası oluşan su taşkınında, İBB’nin övündüğü projeler sular altında kaldı. Toplu ulaşım durma noktasına geldi, Avrasya tüneli kapandı, deniz seferleri durduruldu. Beton hale getirilen Taksim Meydanı, Kabataş İskelesi, Üsküdar Meydanı sular altında kaldı. Temmuz 2018’de yarım saatten az yağan yağmur sonrası İstanbul’da, Fatih, Bayrampaşa, Beyoğlu, Beşiktaş, Üsküdar ilçeleri sular altında kaldı. Üsküdar Meydanı için su baskını alıştırılan bir hal aldı. İstanbul, neredeyse her yıl, birden fazla kez su taşkını yaşar hale getirildi.
Kent-tarım ilişkisi: Kentin gıda ihtiyacı nasıl karşılanır, üretim alanları ne durumda, İBB ne yaptı?
Sağlıklı kentin parametrelerinden biri de gıdaya ulaşım. Kentsel tarım ve kentte tarımsal üretim kentlilerin ucuz, sağlıklı gıdaya ulaşması anlamına gelir.
İstanbul kenti, sahip olduğu verimli tarımsal alanlarıyla gıda üretimine müsaittir. Kentte tarımsal üretim olanakları teşvik edilirse, kent tarım ilişkisi güçlendirilirse, kooperatif örnekleri ile kentlilerin sağlıklı beslenme hakkı sağlanabilir.
İstanbul’da durum ne, İBB ne yaptı?
Ülkede tarım alanları son 16 yıl içerisinde 26.5 milyon hektardan 23 milyon hektar alana düştü, bir başka deyişle, 3.5 milyon hektar tarım alanı betonlaştırıldı. İstanbul da bundan payını aldı. İstanbul 2007-2016 yılları arasında tarım alanlarının yüzde 1,5’ini yapılaşma ile kaybetti.
Kentin içindeki üretim alanlarının korunması önemli iken İBB, bostanları yok etti, yüzlerce yıldır var olan Yedikule Bostanları’na iş makinaları soktu. Kentin farklı noktalarında ortak üretim sağlayabilecek her türlü bostan girişimini engellemeye çalıştı. Kuzey köyleri mega proje kıskacına alındı. Tarımsal üretimleriyle İstanbul’u besleyen Yeniköy, Gümüşdere, Tayakadın’da tarım alanlarına Kuzey Marmara Otoyolu, 3. Havalimanı ile zarar verildi.
Kanal İstanbul projesi hazırlandı. Proje etki alanının %78,83’ü farklı niteliklere sahip tarım arazilerinden oluşuyor. Bu alan 101 milyon 973 bin 360 m2, yani 13 bin 243 futbol sahası büyüklüğünde bir alan.
Farklı bölgelerde üretilen gıda ürünleri kooperatifler aracılığıyla İstanbul’a taşınabilecekken ve üreticinin ürünü kentlilerle buluşabilecekken İBB kooperatif kurmadı, var olan kooperatiflere yer açmadı. Üreticinin ürünlerinin aracısız bir biçimde tüketiciyle buluşmasını sağlamadı.
Tarım alanlarının yok edilmesi, tarımsal teşviklerden kaçınma, tohum yasası gibi tarımsal üretimi doğrudan etkileyen politikaların yanı sıra üreticinin-çiftçinin ürünlerini halka doğrudan ulaştıramaması da gıda fiyatlarının artmasına, kentlilerin gıdaya ulaşamamasına neden oldu.
Şimdi ise İBB, seçim için göstermelik açılan tanzim satış noktaları için kentin tüm ana meydanlarına tanzim satış noktaları kurdu.
Sosyal ve kültürel alanlar, hizmetler: Kültüre, sanata düşman, gerici vakıflara dost İBB
Bir kentli için sosyal ve kültürel hizmetler önemlidir. Yerel yönetimler halkın sosyal ve kültürel ihtiyaçlarının karşılayacak çalışmalar ve mekanlarla hizmet sunabilir.
Mahalle kreşleri, sığınma evleri, yaşlı bakım hizmetleri, sağlık poliklinikleri, sanat üretim merkezleri, spor merkezleri, genel çalışma ve araştırma imkanı sağlayan ortak mekanlar gibi hizmetler halkın sağlıklı ve nitelikli yaşaması için erişmesi gereken hizmetlerdir.
Bu hizmetler kent hakkına dahildir. Yerel yönetimler bu hizmetleri her kentlinin eşit faydalanabileceği şekilde düzenleyebilir, planlayabilir.
İstanbul’da sadece Küçükçekmece, Kadıköy, Kağıthane, Pendik ve Eyüp ilçelerinde sığınma evi bulunuyor.
İBB, bırakalım kentte kreş olanaklarını geliştirmek, kendi bünyesindeki kreşi de 2018 yılında kapattı.
Kent merkezinde farklı sanatsal üretimlere ev sahipliği yapan yapılar, meydanlar, buluşma noktaları kenti oluşturan omurganın parçalarıdır.
Yerel yönetimler, kültür-sanat üretim mekanları kurma, varolan mekanları koruma konusunda doğrudan sorumludur. İstanbul bu sorumluluğun yerine getirilmediği verilerle dolu bir kent!
Paris, Londra gibi kentlerde 100-150 kişiye bir tiyatro koltuğu düşerken İstanbul’da bu rakam 350-400’e kadar yükseliyor. Yüzlerce yıllık kültür sanat fonksiyonlu yapıların korunması, kentin tamamına yayılan, erişilebilir kültür sanat üretimi için yerel yönetimler öncelikle kamusal alanları korumalıdır.
İstanbul’un tarihini, belleğini oluşturan yapılara zarar verildi.
İstanbul’da durum: Meydanlar, kamusal yapılar yok ediliyor, yasaklanıyor ya da gerici vakıflara emanet
İstanbul’da kamuya ait mekanlar yıkıldı, tahrip edildi.
Emek Sineması, Taksim Sahnesi, Hisar Açıkhava Sahnesi ve AKM yok edildi. Meydanın belleğini taşıyan AKM yıkılırken Taksim Meydanı’na cami inşa edildi.
Devlet Tiyatrosu ve şehir tiyatrolarında oyun içeriklerine sansür geldi. Tiyatrocular istifa ettirildi.
İstiklal Caddesi sistematik bir dönüştürme politikasıyla kitapçılardan, atölyelerden, buluşma mekanlarından ‘temizlendi’
Taksim Meydanı AKP iktidarı tarafından organize edilmeyen her türlü buluşmaya kapatıldı.
Şişli’de tarihi İnci Sineması yıkıldı, AVM yapıldı.
Beyoğlu’nun tarihi yapıları zarar gördü, Narmanlı Han tahrip edildi, AVM’leştirildi.
İBB bütçesinden Ensar, TÜRGEV, TÜGVA, T3, Okçular Vakfı, Aziz Mahmut Hüdai gibi vakıflara yapılan toplam destek 847 milyon 592 bin 858 lira.
İBB, 2015 yılında aralarında TÜRGEV ve Ensar Vakfı’nın da bulunduğu toplam 5 vakfa, 19 binayı bedelsiz olarak tahsis etti.
İBB 2017 yılında Türkiye Gençlik Vakfı’na Edirnekapı’da tarihi surların bitişiğinde bulunan binasını 25 yıllığına bedelsiz olarak verildi.
2018’de İBB Ensar Vakfı’na 7, TÜRGEV’e 4, TÜGVA’ya 10 bina kiraladı. Yönetim kurulunda AKP’li isimlerin yer aldığı Ensar, Erdoğan’ın oğlunun başında olduğu TÜRGEV ve TÜGVA gibi 8 vakıfa, ‘bakım-onarım’ gibi giderler için 114 milyon TL harcandı.
Politeknik