İnsan, Kent ve Barınma Hakkı Üzerine – Mesut Özçelik (Sendika.Org)

(Teoriyi varsın teorisyenler üretsin ben yaşanmışlıkları yazacağım)

Selçuklular dönemi de dâhil Osmanlı ve yakın tarihimizi de kapsayan dönemde Anadolu halkı tarım toplumu özelliğinden kaynaklanan barınma şartlarını, kıl çadırlardan kara örtü olarak tarif edilen toprak damlı kerpiç veya ahşap evlere taşıyabilmişti. Beton, çinko, tuğla ve kiremidin inşaat sanayine yeni girdiği düşünüldüğünde bunlar normal sayılmaktaydı.

Emperyalist paylaşım savaşları ve gelişen teknoloji, ülkemizde de kentleri çekim merkezi haline getirdiğinden özellikle 50′li yıllardan sonra köyler hızla boşalmış, kentlerde gecekondu köyler oluşmuştu. Sermayeye ucuz işgücü sağlanan bu süreçte, yerel yönetimler de bu çarpık kentleşmeye göz yummuş, görmezden gelmişti.

Elbette benim de çocukluğum köyde, kasabada toprak damlı evlerde geçti. Pozantı’da lise olmadığından, ağabeyim ile aileden ayrılıp sırtladığımız bir kat yer yatağıyla Niğde Lisesi’ne kayıt yaptırdığımızda kaldığımız bekâr evi de toprak damlı bir ev idi.

Öğrenciliğimiz boyunca evimizin diğer odası bellediğimiz, sahip çıktığımız Niğde İşçi Köylü Gençlik Kültür ve Dayanışma Derneği’nde toplumun muhtelif kesiminden insanlarla temas eder, tanışır, çok çok lezzetli sohbetler eder, hayatı paylaşmaya ve tanımaya çalışırdık. Cebinde parası olanlar Fertek Ekmek Fabrikası’nın ürettiği ekmeklerden bir kucak getirir zeytinle birlikte yerdik. Cebini paylaşmayan insan yoktu.  Ben aradığım beni ve bana benzeyenleri orada bulmuştum.

Niğde İşçi Köylü Gençlik Kültür ve Dayanışma Derneği faal bir dernekti. Tüm okul, fabrika ve köylerle temas halindeydi. Elmadan patates fiyatlarına, gübre ve mazot politikalarından fabrikalardaki hak ihlalleri ve greve kadar birçok toplumsal sorun sahiplenildiğinden değerlendirmeler yapılır ve politikalar üretilirdi.

Dernek birkaç kez ”Elmada Sömürüye Son, Patateste Sömürüye Son” yürüyüş ve mitingleri yapmıştı. O dönemde köylüler pankartları eşliğinde kendi imkânları ile kamyon kasalarında mitinge gelir, taleplerini haykırır, insanca bir yaşamı talep ederdi. Hatta 42. Ecevit Hükümeti döneminde derneğin düzenlediği ”Baskı Yasalarına Hayır” mitingine işçi, memur ve öğrencilerin yanı sıra köylülerin de kamyon kasalarında geldiğini hatırlıyorum.

Bu faaliyetlerin yanı sıra civar köylerde, özellikle de Hasan Dağı’nın kuzeyinde Melendiz yöresinde ve diğer köylerde ekonomik olarak barınma imkânı bulamayıp şehre göç eden köylülerin dernek yönetiminden talepleri de olurdu elbet. Bu talebin en önemli ayağını gecekondu yapımında ihtiyaç duyulan insan gücü oluştururdu. Bundan kolayı yoktu elbet dernek için. Ekipler 1-2 günde organize olur haber beklerdik.

O yıllarda Vali Konağını da içine alan Kayabaşı semtinin Kaya ardına bakan yamaçları hızla gecekondulaşmaktaydı.

Kondu yapacak vatandaş, yerini ve malzemesini temin edince haber verir, havanın kararmasıyla birlikte hummalı bir çalışma başlardı. Malzeme taşıyanlar, çamur karanlar, duvar örenler, dam ağaçlarını döşeyip üzerini topraklayanlar, şayet gelirse zabıtayı ve polisi taşlamakla görevliler emeklerini esirgemeden çalıştığında, şafakla birlikte iki odalı, pencereleri naylonla kaplı kondunun bacasının tüttüğü uyanan komşularca görülür ve bu kondu sahiplenilirdi. Güneş doğmadan komşuların getirdiği çörek-peynir yenilir, is içindeki alüminyum çaydanlıktan içilen çaydan sonra dağılırdık.

Hatta kondu yapımı için dayanışma yapılabilecek başka bir konducunun yanı başında ya da etrafında kondu olmayan boş bir alan seçilirdi ki dayanışma yapılabilecek yakınları için arsa temin edilirdi.

Kondusunu yaparken tanıştığımız henüz okula gitmeyen dört çocuk annesi bir hanım bizim kaç tane kondumuzun olduğunu sorduğunda arkadaşlarla birbirimize bakıp gülüştüğümüzü hatırlıyorum. Çünkü kondu inşaatına çalışanların tamamı köylerden lise ya da sanat okulunda okumak için gelip bekâr evlerinde kıt kanaat yaşayan köy çocuklarıydı. Kentte bir odalı konduları yoktu elbet ancak köyde var mıydı bilmiyorum.

Bu şekilde 8-10 kondu yapımında çalıştığımı hatılıyorum. Dün olduğu gibi bugün de bu kondu sahiplerinin kimler olduğunu bilmemekle birlikte bizi oraya çeken kuvvet barınmanın bir insan hakkı olduğunun tartışılıp karara bağlanmış olmasıydı elbet.

Kondu inşaatında gece boyunca çalışmamıza rağmen 17-18 yaş dinamizminin verdiği enerji ile kıyafetlerimizi değiştirip yorgunluk hissetmeden okula gittiğimizi hatırlıyorum.

Köydeki geçim darlığı veya kentlerdeki cezp edici yaşam koşulları nedeniyle 50-60 yıldır kentlerde (köylerde de ağırlıklı olarak hala kerpiç evler kullanılıyor) derme çatma kondularda yaşayanların varlığı gözü dönmüş rantçılar tarafından hiçe sayılmakla birlikte yoksullar hızla kent dışına atılmaya çalışılıyor.

Kapitalizm koşullarında ülkemizde barınma sorununun çözümünü paraya tahvil eden muktedirlerin sınırsız kar hırsı da düşünüldüğünde, kentlerden kovulmak istenen yoksulların direnerek barınma haklarına sahip çıkarak yaptıkları konduları savunması kadar doğal bir sonuç olamaz.

Bugün gelinen süreçte birçok kentte fiilen polis gücü ve teknik donanımlarının yanı sıra özel güvenliğin de hızla dönüştürülerek bu alanlarda kullanılması hatta bu alanların yoksullardan temizlenmesi işinin şirketlere havale edilmesi de düşünüldüğünde, bu gelişmelerin sonuçlarının yeni çatışma biçimlerini yaratacağı göz ardı edilemeyecek bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor.

İktidar sahiplerinin yeni düzenlediği imar ve yıkım yasaları da dikkate alındığında yoksullara mücadeleden başkaca bir şans bırakılmadığı ortadadır.

Halkımızın duygularını milliyetçilik ve dindarlık kisvesiyle sömüren bu kent yamyamı faşist iktidar sahiplerinin gerçek yüzünü barınma haklarını savunan kent yoksullarının örgütlü mücadelesinin açığa çıkaracağı muhakkaktır.

İktidar sahibi muktedirlerin rant uğruna ötekileştirdiği bu toprakların gerçek sahipleri kent yağmacıları geliyor taşları hazır edin.