Gündelik yaşam, şehircilik, kentsel politika: Gözle görülemeyenin güncesi – Ayhan Erdoğan (kenthali.org)
Spread the love

Adım Hüseyin. İşletme okudum, hem de dört yıllık. Okurken çalıştım inşaatlarda, inşaat deneyimim de ordan gelir. Dört yıllık dediğime bakmayın, altı yılda bitirdim. Mezun oldum 2018’de. Geçen Şubat ayına kadar sürekli iş aradım ama memleketteki İşletme mezunu sayısının inşaat işçisi sayısından fazla olduğunu görünce inşaat işine geri dönmeye karar verdim. Biraz da zorunluluk tabii yoksa kim ister inşaatı, tozu, pisi, pasağı? Ama buna da şükür.

2 kardeşiz. Memed abim Kızılay’da bir lokantada kasaya bakıyor. Masa başı iş, mis. Bense, bilen bilir Merkez Ankara Projesi’nde çalışıyorum. Kocaman binalar yapıyoruz, içinde bir sürü ev, iş yeri olacak, millet bahçesi bile olacak. Çok büyük proje, çok. Ben de oranın inşaatında sıvacıyım ama hızlıyımdır ha! Mustafa Usta da geçmişten bildiği için beni, aracı oldu işe alınmama, sağolsun. Mezuniyetten sonra iki seneye yakın evdeydim. Babam sabahın altısında kalkıp işportaya çıkarken ben evdeydim, astım hastası abim hafta sonu dahil sürekli işteyken ben yine evdeydim. Evdeydim dediğime bakmayın. Gündüzleyin üniversite mezunu sıfatımla iş arayıp durdum, akşamları da eve gelip sınavlara çalıştım. Evde olmaktan sıkılsam da sınavlara hazırlanmak, kazanıp hayatımı kurtarmak için hep evdeydim ama olmadı, kurtaramadım hayatımı. Ne sınavlardan geçebildim ne de üniversite mezununa yakışan fiyakalı bir masa başı işi bulabildim. Dedim ya, inşaata döndüm sonunda. Mustafa Usta sağolsun yardımcı oldu alışmama. Epey bilgili, alim bir insan. Namazında, niyazında. Dört çocuğu var: Biri işletme okuyor üniversitede, biri lise, ikizler ise ilkokula gidiyorlar. Okusunlar, hayatlarını kurtarsınlar diye memleketten çıkıp gelmiş yıllar önce. Şimdi şantiyede kalıyor. Ne kazansa gönderiyor evdekilere. Bir harcaması da yok zaten pek. Tek sosyal etkinliği Cuma namazları. Cuma günleri sabah heyecanla kalkar, herkesten önce işe koyulur. Saat on bir buçuk oldu mu ilk vardiya biter, Mustafa Usta heyecanla iner yatakhaneye. Üstünü değişir, abdestini alır, çıkar inşaat sahasından. Heyecanla yürümeye başlar Hipodrom Caddesi’nden camiye doğru. Gündüz vakti iş yapmadan uzun uzun oturur, herkesin üstü başı temiz, kirsiz, tozsuz. Tadını çıkarır ortamın. Namazını kılar ve yine aynı caddeden döner inşaata yavaş adımlarla. Girer inşaat sahasına tekrardan, giyer iş elbiselerini ve bir sonraki Cuma’yı bekler. Cuma günlerini çok sever. Herkesten çok onun için mübarektir o gün. Nasıl olmasın, kendini tek insan gibi hissettiği, temiz giyimli insanlarla tek birlikte olabildiği, dışarı tek çıkabildiği tek zaman Cuma zamanları onun için. Beş vakit ile arası pek yok ama Cuma başka!

Bugün de Cuma ama nedense pek durgun Mustafa Usta. Sorup öğrendim, namaz kılınmayacakmış şu virüs belası yüzünden, büyüklerimiz yasaklamış. Mustafa Usta üzgün, bitkin, halsiz. Vardiya bitiminde aşağı heyecanla koşan ustam oturmuş şantiyedeki radyonun başına haberleri dinliyor. Yetkililer, namazı yasaklamaları yetmiyormuş gibi sokağa da çıkmayın diyorlar. Usta zaten çıkmıyor da ben ne yapacağım? Yıllardır evdeydim, daha yeni yeni çıkmaya başlamıştım. Eve ekmek götürmenin, onlara yük olmamanın keyfine daha yeni varmıştım ki şimdi yine “Eve dön, dışarı çıkma” diyorlar diye sessizce düşünürken kötü hastalığı olanlar ile yaşlılar hele hiç çıkmasın diyor radyodaki ses. Memed abim, babam, işsizlik, ev geçimi, borç… Düşünceler hızlıca kafamda akmaya başladığında hemen kesip attım, olur mu öyle şey, olmaz, hiç olmaz! Ne yaparız, ne yeriz, ne içeriz, olur mu hiç öyle şey, olmaz tabii! Görürler bizleri, ahvalimizi. Yemeğimizi yedik, mola bitti. Çalışmaya başladık. Mustafa Usta bitkin, sessiz. Hızlıca sıvaya giriştim.

Keyifsiz bir Cuma mesaisi bitti. Üstümü değiştim, biraz yürüyüp bindim dolmuşa. Sıhhiye Köprüsü’nde iyice kalabalıklaştı içerisi, yeni binenlerle birlikte. Yine radyo açık, yine aynı konu: “Bilim Kurulu’ndan yapılan öneriler doğrultusunda sosyal mesafenin korunması, vatandaşlarımızın kalabalık ortamlarda bulunmamaları…” denildiği anda, nefesini boynumda hissettiğim yaşlı amcanın kendine yer bulmaya çalışırken ayağıma basmasıyla lanet virüse de haberlerine de öfkem iyice artmaya başladı. Sonraki haber toplu taşıma araçlarının kullanım oranlarının düşmesiyle ilgiliydi. Ya bizim dolmuş toplu taşıma aracı değil ya da… Öyle ya, toplu ter kokumuzla birleşen toplu nefeslerimizin dansı, dolu dolu olan dolmuşun camından, topak topak aşağı süzülüp son buluyorken bundan ala toplu taşıma mı olur? O halde görünmeziz biz. Evet evet bu daha akla yatkın, görünmeziz biz. Eve yakınlaşınca doluşanların arasındaki küçük boşluklardan süzülerek indim dolmuştan. Kahvehanedekileri selamlayıp, bitişiğindeki dükkândan bir şeyler aldım. Az ilerdeki nöbetçi eczaneden, evimizin sultanının ilaçlarını temin ettim. Ne büyük mutluluk, alın terimle kazandığım para anama derman oluyor. Daha dik yürüyor insan böyle anlarda. Eve yürümeye başladım. Her şey normal görünüyor mahallede. Kapıyı çaldım, Memed abim açtı her zamanki gibi ama bu kez gülümsemedi. İşten atılmış, nasıl gülümseyebilir ki? Yalan yok, içten içe sevindim, astım hastalarını daha çok hedef alıyormuş bu şeytan, en azından sağ salim evde kalır. Zaten öyle akıl vermiyorlar mıydı? Yemeğe oturduk. Soframız her zamankinden sessiz, herkes başını öne eğip önündeki katıkla dertleşiyor gibi. Yemek bittikten sonra uzandı kanepesine, televizyonun sesini açtı babam. Sessiz sakin bir insandır, işportada bile bağırmaz. Sessiz sessiz kısmetinin gelmesini bekler, hakkı yenmedikçe de hiç hiddetlenmez, bulunduğu ortamı terk eder en fazla. Bir kış günü soba borusu çekmeyince çıkarıp karların üstünde, zemheri soğukta iki saat temizlediğini hatırlıyorum. Sonra gelip boruları taktığında ev yine duman altı olunca, onun emeğine haksızlık eden borularla kavga etmişti. Tek tanık olduğum kavgası da odur zaten. Televizyondakiler evde kalın diyor yine, Memed abim derin bir nefes aldı, babam kumanda tuşuna sert bir şekilde basarak yine TRT Türkü’yü açtı ve kanepede sırt üstü uzanıp tavana bakmaya başladı. Arkada Neşet’in, Karadır Bu Bahtım Kara türküsü… Ağırlık çöktü içime, yavaş yavaş kalktım televizyon başından. Kimse fark etmedi kalktığımı. Yatağa uzandım, çok sonra Memed abim de geldi yatağına uzandı. O da hiç onu fark etmediğimi düşündü muhtemelen, evdeki herkes görünmez sanıyordu kendini o anlarda. Tek kelime konuşmadan uyuduk.

Sabah erkenden uyanıp yine dolmuş durağına yürüdüm. Neyse ki dolmuş şoförü gördü de durdu. Bindim dolmuşa, daha az insan vardı ama yine de herkesin bir şekilde bir diğerini fiziksel olarak hissettiği bir dolmuşluk vardı. Pek kimse dinlemiyor herhalde büyüklerimizi diye düşündüm sonra abimi düşündüm, içimi susturdum. İnşaatın önüne gelince dolmuştan indim. Mustafa Usta yokmuş bugün, gece ateşi çıkmış hastaneye götürmüşler. Dün, Cuma vakti sonrası bitkinliği ondanmış demek ki. Biliyorum aklınızdan geçeni ve evet yanılmadınız. İnşaatta bir tedirginlik havası… Vardiya başladı, bir kişi eksik ama her zamanki gibi çalışmaya devam ettik, hayat durur ama inşaatta iş durmaz çünkü. Akşama doğru haber geldi, karantinaya almışlar ustamı. İnşaat durduruldu. Sigortasız çalıştığımız için yetkililer gelmeden hemen apar topar eve gönderdiler hepimizi. Paramızı da vermediler. Çıktım dışarı, uzaklaştım biraz. Bir taş buldum yüksekçe, oturdum. Aklımdan geçenleri söylesem size saatler alır. Karanlığa büründü içim. Ne kadar oturdum orda hiç bilmiyorum. Kalktım, daha az dolu bir dolmuşa bindim. İçerinin sıcaklığıyla, pencereleri kaplayan buhardan dışarıyı görmek imkânsızdı. Küçük çocuk pencereye ismini yazdı, okur bu çocuk belli. Kafasını dayadı ismini yazdığı yere, damlalar ardı ardına aşağı doğru kaymaya başladı, vazgeçtim okumaz bu. Bulaşıkçılık yapan şu arkadaş, bugün yağ-çöp-yemek kokmuyor, ilginç. Lokantada kalan yemeklerden, sebzeden vermişler, paket yapmış, güzel de koktu. Et döner herhalde. İş yoktu bugün pek demek ki. Et döner verilmez çünkü, yarına bırakılır, tekrar kullanılır. Tavuk olsa neyse de et döner zor, verilmez. Boyacı dayı da tezgâhını yanına almış, kötü. Herkes de pek sessiz. Radyodaki cılız ses yine girmeye başladı kulağımdan o an. Bu kez babama sokağa çıkma yasağını haber etti. Mahalleye varınca indim dolmuştan. Aşağıdan babam geliyordu. Yardım etmek için koştum ona doğru, tavlayı kaptım sıkı sıkı tutmuştu ama bıraktı sonra. Yine sessiz ve sakindi. İnşaatın durdurulduğunu öğrendi, daha da sessizleşti. Kahvehanenin önünden geçtik, kapalıydı. Dükkâna da girmedik. Eve vardık, tavlayı bahçedeki ağaca bağlayıp, yukarı çıktım. Memed abim bir tarafta mahzun şekilde oturuyor, başı öne eğik. Babam kanepeye uzanmış, sultanımız her zamanki yerinde, cam kenarında. Haberler açık, başka da ses yok evde. Yine “evde kal” çağrıları yapılıyor, virüs daha çok yayılırmış yoksa. Abim de evde, babam da evde, çok şükür ben de artık evdeyim. Biz dinleriz büyüklerimizi de büyüklerimiz neden görmez bizleri, küçücük bir virüsü gördükleri kadar. Neden olmayacak şeyler yaparlar? Kumanda yine babamda, yine sert bir şekilde tutuyor. Yine TRT Türkü’ye geçiş yapacak diye düşünürken, kumandayı alıp fırlattı televizyona. Eski televizyon, taş gibi, bir şey olmadı tabii.

Herkes birbirine baktı, ortalık buz kesti. O sessizlikte televizyondakiler konuşmaya devam etti. Huzursuzluk… Sessiz, sakin babam bir hışımla kalktı televizyonu kaldırdı ve anamızın önünde oturduğu pencereden aşağı attı. Olmayacak bir şey daha oldu. Herkes rahat ve derin bir nefes aldı. Huzur verici bir sessizlik bu kez. Babamın ikinci büyük kavgasına tanık oldum: bu kez televizyondu, televizyondakilerdi haksızlığı yapan. O yüzden kimse durdurmaya çalışmadı babamı, kimse yerinden kalkmadı. Babam Mustafa Ustanın, Memed abimin, benim, dolmuştakilerin, hepimizin öcünü aldı. Bir süre daha sessiz kaldık. Sonra herkes görünmez oldu, yine. Şimdi hepimiz evdeyiz, abim, babam, ben, biz evdeyiz, evde kalıyoruz, görünmeyiz.

Biz. Neden. Bu. Kadar. Görünmeziz.

Küçücük bir virüs kadar neden görünmeyiz?


Spread the love