Marmara Denizi yüzeyinde yılın başında görülmeye başlayan, giderek yoğunlaşıp yayılan müsilaj yaz ortasında dibe çöküp gözlerden kayboldu. Suyun yüzeyi berraklaştı berraklaşmasına ama, yeni felaketlerin de kapısı açıldı. Şimdi müsilaj nedeniyle dramatik bir hızla çoğalan vibrio türü bakterilerle ve bir balık pandemisiyle karşı karşıyayız. Müsilajda son durumu, kirliliğin Marmara, Ege ve Karadeniz’de yol açtığı zincirleme felaketleri MAREM (Marmara Environmental Monitoring –Marmara Çevresel İzleme) projesi yürütücüsü hidrobiyolog Levent Artüz’den dinliyoruz.
Documentarist film festivali kapsamında düzenlenen bir panelde (7 Temmuz 2021) “Müsilaj çökmeye başladığında Marmara Denizi pırıl pırıl görünecek” demiştiniz. Gerçekten de bir süre sonra denizin yüzeyi “pırıl pırıl”dı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Marmara’da yaptığı yüzey temizliğinden sonra deniz temiz görünüyordu ve pek çok kişi denizin sağlığına kavuştuğunu düşünüp seviniyordu. Marmara’nın “pırıl pırıl” görünme nedeni neydi?
Levent Artüz: Filtre kahve yapanlar bilir, french press diye bir alet vardır. French press’e yukardan bastırdığınızda kahve partikülleri aşağıda birikir, kahve yukarıda kalır. Müsilaj Marmara Denizi’nde tıpkı french press gibi çalışıyor, deniz dibine çökerken ortamdaki irili ufaklı partikülleri içine hapsediyor. Denizde bulanıklığa sebep olan askıdaki katı madde ve planktonlar gibi unsurları ortadan kaldırarak dibe çöküyor. Marmara’da yaşanan tamamen buydu, yani bu geçici bir pırıl pırıllık.
Öyleyse müsilajın büyük bir bölümü deniz tabanına mı çöktü?
Evet. Müsilaj, ağustosta tıpkı french press örneğindeki gibi dibe çöktü. Müsilaj çöktükten sonra dalga hareketleriyle ve bakteriyolojik faaliyetten dolayı oluşan mikroskobik hava kabarcıkları yüzünden hareket ederek dağılmaya başladı. Kopan parçalara “bulut” deriz. Marmara’nın bazı yerlerindeki su katmanlarında 25 metre ile 100 metre arasındaki derinliklerde müsilaj “bulut” olarak gözüktü. Bazı bölümlerde müsilajın içine hapsettiği ağırlık daha fazla olduğu için erken çöken bölgeler oldu. Bu da müsilajın parçalanmasına sebebiyet verdi. Parçalanan kısımlar ayrıştı, “kar tanesi” veya “tül perde” dediğimiz yapılar oluştu. Yani müsilaj Marmara Denizi’nin her noktasında, kimi bölgede “tül perde”, kimi bölgede “kuşak”, kimi bölgede “yalancı taban” dediğimiz bir yapıya kavuştu. Denizin yüzeyinden toplananı kaale almıyorum. Çünkü o çok küçük bir parça…
Canlı ölümlerinin temel nedeni Ergene derin deniz deşarjı. Aklınızın almayacağı kadar kirletici unsur Marmara Denizi’ne veriliyor. 2013’te Ergene derin deniz deşarjının muhtemel etkilerini modellemiştik. Marmara Denizi’ndeki renk değişimleri ve canlı ölümleri o senaryoya tamamen uyuyor.
French press örneğinde, aletin süzgeçli kısmını dibe doğru bastırarak katı maddelerin çökmesi ve dipte kalması sağlanıyor. Marmara denizinde bu “bastırma” etkisini yaratan ve katı maddeleri dipte tutan etken neydi?
Müsilajın form değiştirmesi deniz suyunun fiziksel veya kimyasal değişimlerine bağlı. Denize girip baktığınızda müsilaj kütlesi tıpkı bir bulut gibi önünüzden geçer. Ortamın şartları müsilaj kütlesinin biçimini etkiler. Marmara Adası’nın kuzeyinde müsilaj çok hızlı bir şekilde çöktü ve deniz dibindeki sedimana karıştı. Çünkü o bölgede mermer ocakları var. Mermer ocaklarının ürettiği havadaki partiküller denize yağıyor. Müsilaj bu partiküllerle ağırlaşıyor, ağırlaşan müsilaj daha hızlı batıyor. Tekirdağ civarında, Ergene derin deniz deşarjının etkisiyle sudaki bazı parametrelerin değişmesi sonucu müsilaj kar tanesi dediğimiz bir hal aldı, suyun içinde asılı duruyor. Marmara’da bir süre önce altı-yedi gün süren ciddi bir fırtına yaşadık. Denizdeki çalkalanmadan dolayı Karabiga burnunun arkasındaki korunaklı bölgede ve Marmara Adası’nın rüzgârı engellediği yerlerde aşağı yukarı 25 metrelik derinlikte müsilaj yalancı taban oluşturdu. Bu durumu, bu durumun mekanizmasını bilim insanları olarak çözebilmiş değiliz.
Müsilaj kitlesi deniz tabanına çöktüğünde ne oluyor? MAREM olarak yaptığınız araştırmalarda bununla ilgili nasıl verilere ulaştınız?
Müsilaj dibe çöktüğünde deniz tabanını örtüyor. Balıkların ve diğer canlıların solunumunu engelliyor. Yaptığımız çalışmalarda ciddi miktarda yengeç ölümüne rastladık. Müsilaj yengeçlerin hareketini, solunumunu ve beslenmesini etkileyerek onları öldürdü. Müsilaj sedimana karıştığında çeşitli bakteriler müsilajı parçalamaya başlıyor. Bunun sonucunda hidrojen sülfür ve metan oluşuyor. Yani müsilaj deniz tabanını oksijensiz bir alana çevirmeye başlıyor. Deniz tabanındaki müsilajın parçalanması oksijenin fazla olduğu üst katmanlardaki gibi hızlı olmadığı için sedimanın içinde tabakalaşmaya neden olup, sedimanın içinde yaşayan canlılara da zarar vermeye başlıyor. Mesela yediğimiz derinsu pembe karidesi sedimanın hemen üzerinde, çamurun lapa gibi olduğu bölgelerde yaşar. Müsilajın etkileri çok yönlü. Çok uzun bir inci kolyenin ipinin kesildiğini düşünün. İp kesilince kolye dağılır, incilerin her biri başka bir tarafa gider. Marmara Denizi’ndeki oksijensizlik, renk değişimleri, kirlilik kopmuş bir kolyenin incileri gibi etrafa dağıldı. Marmara’daki durum böyle…
Müsilajın biyolojik etkisini görmek için balıkları inceledik. İstavriti açtık ve deforme olmuş üreme organlarını ve karaciğer dokusunu gördük. 200 istavriti inceledik, hepsinin sindirim sisteminde vibrio bakterisi vardı. Numune aldığımız istavritlerin hepsi hasta!
Geçtiğimiz günlerde yayınladığınız bilgilendirme metninin çalışmalarına ne zaman başladınız, nasıl bir çalışma yürüttünüz?
Şubatta MAREM’in kış seferini, temmuzda yaz seferini yaparız. 2021’de ocak başında, Tekirdağ Hoşköy’deki balıkçılar bana kıyıya vurmuş iskorpitlerin, kiklaların videolarını göndermeye başladı. Ocakın 6’sı olmadan Şarköy’den Gelibolu yönüne, Doğan Arslan Bankı civarında pelajik, yani su kolonunun içinde yaşayan balıkların kıyıya vurduğu videolar gelmeye başladı. Ölmüş gümüş balıkları ve istavritlerden dolayı kıyı bembeyazdı. “Ne oluyor?” dedik. MAREM’in Şubat seferini öne alıp balık ölümlerinin meydana geldiği bölgelerde 6 Ocak’ta ölçümlerimizi yapmaya başladık. Bazı parametrelerde anlam veremediğimiz sapmalar vardı. Mesela deniz suyundaki bakır miktarı çok yüksekti. Marmara Ereğlisi’yle Marmara Adası arasına bir hat çekin. Tam orta noktasında bir anomali olduğunu fark ettik. 15 Mart’ta çok büyük bir alg patlaması olayı tespit etmiştik. Proboscia alata denen bitkisel plankton türünde patlama oldu ve müsilaja neden olan olgu gelişti. Bir-iki günde neredeyse Marmara Denizi’nin üst su kütlesini dolduracak kadar çoğaldılar. Çalışmalarımıza devam ederken Ergene’den Marmara Denizi’ne derin deniz deşarjının faaliyete geçtiğini öğrendik. Eksik taşlar yerine oturmuştu. Ergene’nin kirleticilik unsuru çok yüksek. Marmara’da balık ölümlerine sebep olması gayet normaldi. 2007’de görülen müsilajın nedeni Marmaray hafriyatının Çınarcık çukuruna dökülmesiydi. Bu sene yaşadığımız müsilajın tetikleyici unsuru da Ergene deniz deşarjı oldu. Müsilajın yoğunluğundan dolayı ağustosun 15’ine kadar oşinografik ölçümler yapılamıyordu. Müsilaj ölçüm aletlerine bulaşıp farklı sonuçlar çıkmasına neden oluyordu. 27 Ağustos’ta müsilajın etkileriyle ilgili bir çalışma başlattık. 5 Eylül’de de çalışmamız sonuçlandı.
Yengeçlerin ve farklı su kütlelerinde yaşayan pelajik balıkların ölümü ne anlama geliyor?
Canlı ölümlerinin temel nedeni Ergene derin deniz deşarjı. Aklınızın almayacağı kadar kirletici unsur Marmara Denizi’ne veriliyor. 2013’te Ergene derin deniz deşarjının muhtemel etkilerini modellemiştik. Türkiye Barolar Birliği’nde sunumlar yaptık. Marmara Denizi’ndeki renk değişimleri ve canlı ölümleri o senaryoya tamamen uyuyor. 2013’te Çevre Bakanlığı’nın kendi hazırladığı senaryoda da açık açık “Ergene derin deniz deşarjı başladıktan sonra Marmara Denizi’ndeki kirlilik yükü üç buçuk kat artacak” deniyordu. O zamanlarda yapılan modellemelerde bugün yaşananlar öngörülmüştü. Ergene deniz deşarjının devreye girdiğinden haberimiz yoktu. Nelere yol açacağı bilindiğinden, 2020 kasım-aralık aylarında gizli saklı devreye sokuldu.
Palamut ve lüfer Karadeniz’den gelip Akdeniz’e göç ediyor. Göç zamanında istavrit yiyerek besleniyorlar. Orkinos veya kılıç balığı gibi daha büyük balıklar da palamutu veya lüferi yiyor. Enfekte olmuş istavriti yiyen palamut onu yiyen orkinosu da hastalandırma riskini taşıyor. Dolayısıyla hastalığın Ege ve Akdeniz’e yayılma riski var.
“Taşlar yerine oturdu” dediniz. Marmara’nın suyundaki bakır miktarının fazlalığı da Ergene derin deniz deşarjıyla mı ilgili?
Evet. Bakırın analizi yapılamadı. Dört kere sulandırdık, ama cihazlarımız algılayamadı. Sudaki bakır öyle fazla ki cihazlarımızın ölçebileceği düzeyin üzerinde. MAREM olarak 40’a yakın ağır metal üzerine çalışmalar yapıyoruz. Bakır ve tüm ağır metallerle ilgili ulaştığımız sonuçları 10-15 gün sonra açıklayacağız.
Müsilajın Marmara Denizi’nde yoğun olarak görünür olduğu mart ayından itibaren altı ay geçti. Bu süre içinde müsilaj suda varlığını sürdürdü. Müsilajın deniz ekosistemine etkilerini gözlemleyebildiniz mi?
Müsilajın etkilerini araştırırken basını da takip ediyorduk. Müsilajın insan sağlığına zararlı olabileceğine dair yazılar çıkıyordu. Bu yüzden Trakya Tabipler Birliği başkanı Gamze Vural’a “grubumuza doktorları da katalım, sağlıkla ilgili sorulara da cevap verelim” dedim. Bunun üzerine gemimizde bakteriyoloji çalışmaları için bir laboratuar kurduk. Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi’nden Prof. Dr. Dumrul Gülen ve Dr. Mine Aydın Kurç mikrobiyolojik analizleri yönettiler. Buna paralel olarak müsilajın biyolojik etkisini görmek için balıkları inceledik. Bu incelemelerde balığın yaşı, boyu ve cinsiyetine de bakıyoruz. Araştırmacı arkadaşlarımız “hocam balıkların cinsiyetini tayin edemiyoruz” dedi. Durumu anlayamadım, yanlarına gittim. İstavriti açtık ve deforme olmuş üreme organlarını ve karaciğer dokusunu gördük. Sahiden de balığın cinsiyeti tayin edilemiyordu. Balıkların karaciğerleri de çok kötüydü. 200 istavriti inceledik, hepsi bu durumdaydı. Anlam veremedik. Mikrobiyoloji grubumuz farklı derinliklerden alınan numunelerle çalışmalar yapıyordu. Vibrio grubu bakterilerin –ki epey patojen bir gruptur– özellikle yüzeye yakın kesimlerde, yani 0,5 ile 50 m. derinlik aralığında bütün besi yerlerinde ürediğini gördük. Panik halinde, yeni istavrit numunelerinin sindirim sistemini ayırıp testler yaptık. Gördük ki, numune aldığımız istavritlerin hepsi hasta! İstavritlerin sindirim sisteminde vibrio bakterisi vardı. Farklı balıklarda da aynı hastalık söz konusuydu. Balıkların karaciğerlerinde ve üreme organlarında ciddi anomaliler vardı. Bu yüzden istavrit ve berlam balıkları yaşlarına göre olması gereken boy ve kilonun çok altında. Çalışmalarımızın sonucunda Tekirdağ’da bir izleme laboratuarı kurma kararı aldık. Bir sene boyunca düzenli incelemeler yapacağız. Bu durum çok tehlikeli. Çünkü vibrio insanlarda ve hayvanlarda sindirim sistemini etkileyen ve ishal gibi hastalıklara neden olan bir bakteri türü.
Su öylesine kirlendi ki kılıç ve orkinos gibi atletik balıklar, tıpkı bir atlet gibi daha fazla oksijene ihtiyaç duyduklarından Marmara’ya giremiyor. Kontrol edemeyeceğimiz, odağında Marmara olan Akdeniz, Karadeniz ve Ege’yi etkileyebilecek bir balık pandemisi söz konusu.
Nasıl bir tehlikeden bahsediyorsunuz? Diğer balık türlerini ve insanları da etkileyecek bir salgın söz konusu olabilir mi?
Çalışmalarımızda Vibrio alginolyticus isimli vibrio ailesinden bakteriye baskın bir şekilde rastladık. Bu bakteri balıklara beslenme yoluyla bulaşıyor. Şu sıralar lüfer ve palamut göçü var. Bunlar hasta istavritleri yediklerinde hastalığı göç ettikleri bölgelere taşıyacaklar. Palamut ve lüfer Karadeniz’den gelip Akdeniz’e göç ediyor. Göç zamanında istavrit yiyerek besleniyorlar. Orkinos veya kılıç balığı gibi daha büyük balıklar da palamutu veya lüferi yiyor. Enfekte olmuş istavriti yiyen palamut onu yiyen orkinosu da hastalandırma riskini taşıyor. Dolayısıyla hastalığın Ege ve Akdeniz’e yayılma riski var. Hatta hastalık lüfer sayesinde Cebelitarık’a kadar yayılabilir, Marmara’dan diğer denizlere de sıçrayabilir. İlkbaharda Karadeniz yönünde gerçekleşmesi beklenen göç sırasında da hastalığın Karadeniz’deki balık popülasyonlarına bulaşma ihtimali var.
Genellikle balıklar çiğ olarak tüketilmediği için şu an itibarıyla insanda ciddi bir risk oluşturduğunu sanmıyorum, ancak ben insan sağlığı uzmanı değilim. Grubumuzdaki doktor arkadaşlarımızdan öğrendiğim kadarıyla enfekte balıkların ısıl işlem gördükten sonra insan sağlığına ciddi bir zararı yok. Ama dolaylı yoldan zararları var.[i] Esas sorun bu. Enfekte olan balıkların bir kısmı ölecek, bir kısmı da üreyemeyecek. Döllenmiş yumurta adedinde azalmalar olacak. Kıymetli bir protein kaynağı olan su ürünlerinden daha az faydalanabileceğiz.
Bu durum deniz biyolojisi açısından nasıl bir anlam taşıyor?
Ekonomik öneme sahip balıklar açısından bakarsak stoklarda bir azalma olacağını söylemek mümkün. Marmara Denizi’nde uzun av yasağı döneminden sonra, istihsal neredeyse yok denecek kadar az. Bu yüzden balıkçılar Ege’ye ya da Karadeniz’e gitti.
Bu balıklar denizlerde nasıl bir rota izliyor? Hastalığı hangi coğrafyalara taşıyabilirler?
Eskiden göç eden balıklar Çanakkale ve Boğaziçi’ni kullanıp Karadeniz’e geçiyordu. Orkinos ve kılıç gibi türler de Marmara Denizi’ni göç yolu olarak kullanırdı. Fakat su öylesine kirlendi ki, kılıç ve orkinos gibi atletik balıklar, tıpkı bir atlet gibi daha fazla oksijene ihtiyaç duyduklarından Marmara’ya giremiyor. Marmara’yı geçip Karadeniz’e çıkma olanakları yok. Çünkü Marmara Denizi’nde bu tür balıkların solunumuna yetecek oksijen yok. Girenlerin bir kısmı telef oluyor, bir kısmı da geri dönüyor. Daha küçük olan lüfer ve palamut gibi balıklar hâlâ bu göç yollarını kullanabiliyor. Yüzeye yakın su kütlelerindeki oksijenli suda hepsi olmasa bile büyük bir bölümü göçlerini tamamlıyor. İstavrit de göç eder, Karadeniz’e ve Ege’ye giderler. Yani kontrol edemeyeceğimiz, odağında Marmara Denizi olan Akdeniz, Karadeniz ve Ege’yi etkileyebilecek bir balık pandemisi söz konusu.
Deniz rengini kodlarken Forel isimli bir renk skalası kullanırız. Ama artık Forel skalasının yanına RGB skalasını da eklemek zorunda kalıyoruz, çünkü Forel skalasında gri yoktur. Marmara Ereğlisi ve Tekirdağ arasından Marmara Adası’na kadar olan Orta Marmara’da denizin rengi gri.
Yayınladığınız bilgilendirme metninde Ergene deşarjının denizin rengine etkilerinden bahsediyorsunuz? Denizin renginin değişmesi ne anlama geliyor?
Marmara’daki renk değişimi çok çarpıcı. Deniz rengini kodlarken Forel isimli bir renk skalası kullanırız. Ama artık Forel skalasının yanına RGB skalasını da eklemek zorunda kalıyoruz, çünkü Forel skalasında gri yoktur. Marmara Ereğlisi ve Tekirdağ arasından başlamak üzere Marmara Adası’na kadar olan Orta Marmara’da denizin rengi gri. Denizin gri olmasının nedeni tamamen boyar maddelerden kaynaklı. Ergene Marmara’yı boyuyor. Boyandığı zaman Marmara’nın ışık geçirgenliği azalıyor. Bu pigmentlerin ne olduğu da bilinmiyor. Belki de anilin gibi zehirli pigmentler. Renk değişimi tamamen Ergene deşarjından kaynaklanıyor. Eski Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu “Ergene’de her şeyi hallettik, suyun rengini ve tuzluluğu halledemedik” diyordu. Tuz bildiğimiz sofra tuzu değil, arsenik siyanür tuzları. Bu yüzden Marmara’daki balık ölümleri şaşırtıcı değil. Kumburgaz’da ciddi miktarda yengeç ölümü oldu. Çünkü o bölgede geri kalanlar sadece onlardı, balık bile kalmamıştı.
Farklı canlı türleri açısından durum nasıl?
Tür göremedik ki! Çanakkale Boğazı’nın Marmara’yla kavuştuğu noktada bir istasyonumuz var. 15-20 senedir bu alanda denizin biyoçeşitliliğini çalışıyoruz. Çanakkle Boğazı-Marmara girişindeki istasyonumuz biyoçeşitlilik bakımından en zengin istasyon diyebilirim. Daha doğrusu geçen seneye kadar öyleydi. Bu istasyonda önceki senelerde 250 civarı farklı cins ve türe rastlarken bu sene yaptığımız çalışmada 15-20 türe rastladık. Mevcut türleri de kaybetmişiz. Marmara Denizi’ni kaybetme sürecindeyiz. Ergene deşarjıyla da bunu ısrarla teşvik ediyoruz.
Eski Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu “Ergene’de her şeyi hallettik, suyun rengini ve tuzluluğu halledemedik” diyordu. Tuz bildiğimiz sofra tuzu değil, arsenik siyanür tuzları. Bu yüzden Marmara’daki balık ölümleri şaşırtıcı değil. Kumburgaz’da ciddi miktarda yengeç ölümü oldu.
Bilgilendirme metninizde Marmara Denizi’nin üst tabakalarında da çözünmüş oksijen seviyelerinde azalma olduğunu belirtiyorsunuz. Bu tam olarak ne anlama geliyor?
Oksijen okside eden, yakıcı bir gaz. Bir çiviyi açıkta bir yere bırakın, on sene sonra orada bulamazsınız. Çivi oksijen ve havadaki nemle reaksiyona girer, paslanır. Bu oksidasyondur, her şey okside olur. Denize atılan atıklar balıkların kullanması gereken oksijeni kullanarak okside olur. Atıklar okside olmak için denizdeki oksijeni çeker. Denize boşaltılan atık miktarında bir azalma olmadı, aksine arttı. Bu olumsuzlukların üzerine müsilaj ortaya çıktı. Müsilaj da parçalanırken oksijene ihtiyaç duyuyor. Bu yüzden Marmara’daki oksijen miktarı dibe vurdu. Eskiden denize deşarj edilen atıklar yüzünden denizin belirli tabakalarında oksijen seviyesi düşüktü. Marmara’nın üst su tabakaları havayla temas ve dalgalanmadan dolayı göreceli olarak oksijen kazanıyordu. Ama şimdi kirletici unsurlar o kadar büyük boyutlarda ki, havadan gelen oksijen de oksidasyonda kullanıldığı için, tüm su kütlesinde oksijen seviyesi çok düşük. Alt su kütlesinde oksijen olmayan bölgelere bile rastlıyoruz. Durum çok vahim.
Oksijensizliğin üst katmanlarda da görülmesi Marmara Denizi’nin ekosistemine nasıl etki edecektir?
Marmara Denizi’nde tür çeşitliliği erozyona uğruyor, türler arası rekabet unsurları ortadan kalkıyor. Az oksijenle yaşayabilen canlılar avantajlı duruma geliyor. Müsilajın başlangıcındaki alg patlamasında olduğu gibi bazı türler aşırı miktarda üreyebiliyor. Üredikten sonra yeterli oksijen olmadığından veya diğer kısıtlayıcı faktörler yüzünden ölüyorlar, yani sonraki felaketlere zemin hazırlayacak ortamı oluşturuyorlar. Oksijen azlığından dolayı kirleticiler okside olup zararsız hale gelemiyor. Şu anda üst su seviyesinde litrede 5 mg. oksijen olsa kirleticiler daha hızlı okside olabilecek, müsilaj bakteriyolojik olarak daha hızlı parçalanacak. Kirleticiler parçalanamadığı için denize eklenen yük kümülatif olarak artıyor. Mesela, amonyak deniz ortamında nitrat ve nitriti oluşturur. Ama bunu oluşturabilmesi için yeterli miktarda çözünmüş oksijene ihtiyaç duyar. Çözünmüş oksijen miktarı düşük olduğundan reaksiyon gerektiği gibi gerçekleşmiyor, amonyak çözünmeden kalıyor. Kısa vadede bunların çok ciddi sonuçları olacak. Her bir felaket diğerini aratacak. Balıklardaki hastalık müsilajı aratacak. İlerleyen zamanlarda balıklardaki hastalığı aratacak başka bir olgu meydana gelecek.
Oksijen azlığından dolayı kirleticiler okside olup zararsız hale gelemiyor. Kısa vadede bunların çok ciddi sonuçları olacak. Her bir felaket diğerini aratacak. Balıklardaki hastalık müsilajı aratacak. İlerleyen zamanlarda balıklardaki hastalığı aratacak başka bir olgu meydana gelecek.
Bu etkilere “inci kolyenin dağılması” dediniz… Denizde tespit ettiğiniz vibrio bakterisi yoğunluğunda müsilajın bir etkisi oldu mu?
Kolyenin incileri etrafa dağıldı. İnciler bazen birbirine vurup diğerini hareket ettiriyor. Yani iş çığırından çıktı. Evinizin salonu temiz görünse bile ortamda çok farklı bakteriler ve patojenler mevcuttur. Bir parça tavuk etini halının üzerine bırakırsanız vibrio veya başka patojenler salonunuzda üremeye başlar. Bu bakteriler düşük konsantrasyonlarda her ortamda mevcuttur. Bakteriler aslında faydalı canlılar. Bu bakteriler olmasa denizde çürüyememiş organik materyelden geçilmez. Bakteriler doğanın çalışkan neferleridir. Bakteriler olmasa müsilaj sonsuza kadar denizde kalır. Ama bu bakterilere bir besi yeri sağladığınızda bunlar çok büyük miktarlarda çoğalırlar. Müsilaj oluşumu bu tür bakterilere bir besi yeri gibi davrandı. Müsilajın bir şekilde parçalanması lâzım. Müsilajı bu bakteriler parçalayacak, parçalarken de çoğalacaklar. İleride bu besi yeri yok olacak, ama ortamda çok ciddi büyüklükte bir bakteri biyokütlesi kalacak. Yiyecek bir şey bulamayacakları için bu bakteriler de kırılacak. Çürümeye uğrayacaklar. Bu da başka bir felakete kapı açacak. Bu zincirleme bir etki.
Gıda mühendisi Bülent Şık müsilajın neden olabileceği muhtemel sağlık sorunlarıyla ilgili uyaran yazılar yazdı. Vibrio bakterisinin anormal artışının insan sağlığına nasıl etkileri olabilir?
Marmara Denizi’nde baskın olarak Vibrio alginolyticus isimli bakterinin olduğunu biliyoruz. Vibrio, içinde kolera bakterisini de barındıran bir bakteri grubu. Şu ana kadar koleraya rastlamadık. Vibrio belirli tuz konsantrasyonunu üzerinde yaşayan bir bakteri grubu. İnsanların endişelerinin olması gayet normal. Bize de mikrobiyoloji çalışma ilhamını veren Bülent Şık’ın yazılarıydı. Bülent Şık kolera bakterisiyle ilgili uyarılar yapıyordu. Bu endişelere acil olarak cevap verilmeli. Düzenli ölçümler yapılarak, belirli aralıklarla şeffaf bir şekilde kamuoyu aydınlatılmalı.
Marmara akıntılar yoluyla Karadeniz ve Ege’yle etkileşim halinde. Bu yüzden Ege ve Karadeniz’in bazı kıyılarında da müsilaj görülmüştü. Marmara’daki kirlilik bugün Ege’yi ve Karadeniz’i ne kadar etkiliyor?
Marmara’daki kirliliğin aşağı yukarı yüzde 10’u nehir gibi Karadeniz’e akıyor. Üst su kütlesinin yüzde 90’ı da Ege’ye akıyor. Durum artık bu iki su kütlesini aşmış vaziyette. Marmara’nın alt ve üst su kütlelerinde çok ciddi tahribat var. Bu kimyasal unsurlar Ege ve Karadeniz’e de yayılıyor. Çok büyük kirletici olan Ergene suyunu Akdeniz kökenli akıntıya deşarj ediyoruz. Marmara Denizi’ne ciddi miktarda mürekkep döktüğünüzü ve bunun yüzde 10’unun Karadeniz’e gittiğini düşünün. Karadeniz kapalı bir deniz. Belirli bir süre sonra Karadeniz’in “simsiyah”, yani suya koyduğumuz mürekkebin renginde olduğunu göreceğiz. Aynı su, yani Karadeniz’e gidemeyen yüzde 90, Boğaziçi’nde ve Marmara genelinde karışıma uğrayıp üst su akıntısıyla Marmara’ya dağılıp, daha da kirlenip Ege’ye gidiyor. Bunun sonucunda ne beklenebilir ki? Durum bu. Vahameti görmek için bilimsel bir yaklaşıma da gerek yok. Şu anda Marmara Denizi bir arıtma tesisinin çökertme havuzu olarak kullanılıyor ve boğazlar yoluyla buradan çevre denizlere deşarj yapılıyor.
Çanakkale Boğazı’nın Marmara’yla kavuştuğu noktadaki istasyonumuz biyoçeşitlilik bakımından en zengin istasyon. Daha doğrusu geçen seneye kadar öyleydi. Bu istasyonda 250 civarı farklı cins ve türe rastlarken bu sene yaptığımız çalışmada 15-20 türe rastladık. Mevcut türleri de kaybetmişiz.
Karadeniz’in durumunun şimdiden iyi olmadığı söyleniyor… Marmara’dan gelen kirlilik yükü yakın gelecekte Karadeniz’i nasıl etkiler?
Karadeniz’de ciddi anlamda tür kayıpları oldu. Karadeniz’de de geçmişte Mnemiopsis leidyi gibi istilacı türler görüldü. Yine geçmişte deniz salyangozları istiridye ve midye istihsal alanlarını yok etti. Karadeniz zaten Marmara’daki süreci yavaş yavaş yaşıyordu. Marmara’yı 32 senede nasıl kaybettiysek Karadeniz’i belirli bir süre sonra kaybedecektik. Ama yaptıklarımızla bu süreyi çok ama çok kısalttık, Ergene deniz deşarjının da katkısı ile Karadeniz’i çok kısa bir sürede kaybetmenin eşiğine geldik. Çok kısa bir zamanda Karadeniz’de radikal değişimleri görmeye başlayacağımızı tahmin ediyorum. Umarım yanılırım.
Ergene’nin Ege’ye deşarj edilmesine Yunanistan’ın tepki göstermesi üzerine Ergene Marmara’ya deşarj edilmeye başladı. Benzer bir kirlenme Karadeniz için de söz konusuysa Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerle sorun yaşamamız muhtemel değil mi? Ufukta uluslararası bir sorun görünüyor mu sizce?
Evet, görünüyor. Bu sorun büyüyecek. Marmara göl değil, diğer denizlerle bağlantısı olan bir su kütlesi. Kirletici unsurları toplayıp 50 kilometre yol kat ettirip denizin içinde 4,5 kilometre ileriye, 47 metre derine basacak tesisi kuracağınıza fabrikalar kendi içlerinde bu atıkları arıtsa ne uluslararası ne de yerel bir problem kalacak. Denizler sistemi birbiriyle bağlantılıdır. Bu sistemi insan vücudu gibi düşünürsek Marmara da vücudun bir koludur. Kol kangren olduğunda bütün vücut etkilenir. Politikacılardan bilim insanlarına kadar geniş bir kesim Marmara’ya yapılan deşarjların bu duruma yol açtığını sonunda kabul etti. Yapılması gereken Marmara Denizi’ni alıcı bir ortam olarak görmekten vazgeçmek. Bunu yapmadığımız gibi, Ergene’yi de Marmara’ya deşarj ediyoruz. İnsan sağlığı, ekonomik ve turistik açıdan kayıplarımız var. Bu durumda nasıl bu kadar vurdumduymaz olunabiliyor?
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 1 Haziran’da “Marmara Denizi’nde Müsilaj Problemi ve Çözüm Önerileri” isimli bir çalıştay düzenledi. Ardından bakanlık tarafından 22 maddelik bir eylem planı hazırlandı. Deniz yüzeyinden müsilajın toplanması görüntüleri basına yansıdı…
Yüzeyden temizlemenin faydası yok. Müsilajın mekanizması halk ve bilim insanları tarafından iyi bilinmiyor. Hiçbir temizleme yapılmasa da aynı sonuca varılırdı. Ama bu sefer de “hiçbir şey yapılmıyor” diye insanlar galeyana gelecekti. Bu bağlamda göstermelik bir temizleme işlemi yapıldı tamam, ama yanlış olan bu temizliğin çözüm olarak sunulmasıydı. Bir hokus pokus yapsak ve müsilaj tamamen ortadan kalksa ne değişecek? Aynı şeyleri tekrar oluşturma potansiyeli olan bir su kütlesi var elimizde. Müsilaj eninde sonunda bakteriyolojik olarak parçalanıp, yok olacak. Ancak tüm yaşananlara rağmen bu sürede sorunun nedenini çözmekle ilgili hiçbir girişimde bulunulmadı.
Müsilaj oluşumu bakterilere bir besi yeri gibi davrandı. Müsilajı bu bakteriler parçalayacak, parçalarken de çoğalacaklar. İleride bu besi yeri yok olacak, ama çok ciddi büyüklükte bir bakteri biyokütlesi kalacak. Yiyecek bulamayacakları için bu bakteriler de kırılacak. Çürümeye uğrayacaklar. Bu da başka bir felakete kapı açacak.
O dönem, “müsilaj yiyen balık” ve “denizin oksijenlendirilmesi” gibi bazı önlemlerden bahsediliyordu. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Müsilaj yiyen bir balık yok. Çöpçü balık var, ama o da tatlı suda yaşıyor. Pelajik ortamda müsilajı yiyecek bir balık yok. Denize oksijen verilmesi başka bir gariplik. Denize hava veriliyordu. Ama havanın yüzde 20’si oksijen. Bu süreç zarfınca bana yöneltilen sorulardan Marmara Denizi’nin tanınmadığını anlıyorum. Mesela, Marmara’yı “dalarak inceledik” deniyor. Marmara Denizi ortalama 400 metre derinliğe sahip. En derin yeri 1272 metre. Görüş mesafesi bir buçuk metre olan bir ortamda dalarak neyi incelediniz? Bunlar magazinel yaklaşımlar, ciddi değil. Denizde lüfer görmek Marmara’nın kurtulduğunu göstermez. Bunlar bir kriter değil. Gün batımında pespembe olan bir deniz romantik görünebilir, ama bu denizin sağlığıyla ilgili durumu göstermez.
Bakanlığın yayınladığı 22 maddelik Marmara Denizi Koruma Eylem Planı’nda olumlu maddeler yok muydu?
O plan yayınlanmamış bir kitap gibi. Maddelerin çoğuna itirazım yok. Ama uygulanmıyor. Mesele eylem planı hazırlamak değil. İdarenin yapması gereken planın altını doldurmak. Aylar geçti. Marmara Denizi’ndeki sorunla ilgili herhangi bir düzenleme yapıldı mı? Bu kadar hayati bir meselede meclisin toplanıp hukuki düzenlemeleri acilen yapması gerekirdi. 22 maddelik o plan kâğıt üzerinde kaldı. Çalıştaylarda müsilaj konusu konuşuldu, karşılıklı “vah vah” dendi, aynı düzen devam etti. Bu eylem planıyla ilgili bir yönetmelik çıktı mı? Eylem planının birinci maddesinde “Marmara Denizi koruma alanı olarak ilan edilecektir” deniyor. Ne oldu? Marmara Denizi’ndeki azot-fosfor dengesi yüzde 40 düşürülecekti. Ne oldu? Hiçbir şey yapılmadı. Karşılaştığımız balık pandemisi yeni bir felaket. Her seferinde eylem planı yapıp aynı şeyleri tekrar mı edeceğiz? Düzen aynı şekilde devam ediyor. Eskiden ne yapılıyorsa şu anda aynısı katlanarak yapılıyor. Geçmişte ölçümler bazında her yıl bir öncekinden kötüydü, şimdi her gün bir evvelkinden daha kötü. Önce Ergene deşarjı durdurulmalı, daha sonra diğer deşarjların ele alınması gerekiyor. Zaten Marmara Denizi’ni koruma alanı ilan ettiğinizde Ergene derin deniz deşarjını durdurmak zorundasınız. Hissettiğim kadarıyla Ergene sorunu eylem planının da uygulanmasına engel oluyor.
Marmara Denizi’ne ciddi miktarda mürekkep döktüğünüzü ve bunun yüzde 10’unun Karadeniz’e gittiğini düşünün. Bir süre sonra Karadeniz’in “simsiyah”, yani suya koyduğumuz mürekkebin renginde olduğunu göreceğiz. Karadeniz’e gidemeyen su üst su akıntısıyla Marmara’ya dağılıp, daha da kirlenip Ege’ye gidiyor. Bunun sonucunda ne beklenebilir ki?
Çalıştayın ve eylem planının ardından TBMM’de Müsilaj Araştırma Komisyonu kuruldu. Bu girişimin de mi faydası olmadı?
Müsilaj sorununun başından beri hatta Marmara Denizi’nde vibrio bakterisi bulunduğunu belirten son açıklamamızdan sonra, farklı partilerden birçok milletvekili beni arayıp görüşme talep etti ve görüştük de. Benimle konuşan milletvekilleri Ergene deniz deşarjının majör etkisini biliyor. Ama belirtmeden geçemeyeceğim, Ergene deniz deşarjını ve etkilerini örtbas etme çabası da var gibi gözüküyor. Komisyon üyelerinden bazılarının bana söylediğine göre müsilaj komisyonuna gidip sunum yapacaktım. Kararın çıktığı söylendi, ama henüz bana tebliğ edilmedi. Tebliğ edileceğini ve çağırılacağımı da sanmam. Gidersem ne diyeceğim? 40 senedir söylediklerimi. Bu da kimsenin işine gelmez. Söyleyeceklerimin TBMM komisyonunda kayıt altına alınması istenmez. Bakalım, yaşayıp göreceğiz. Komisyonun raporu önemli, sonunda ne diyecekler? Nasıl bir rapor, durum tespiti ortaya çıkacak göreceğiz. Tümüyle bize ait olan bir denizi taammüden yok ettik. Hep söylediğim gibi; geçmişle, yapılan hatalarla mutlaka yüzleşmemiz gerek. Hem aynı hataları tekrarlamamak için hem de bu zamana kadar benim cebimden harcanan paralar, hatta belki de çocuklarımı borç altına sokan yatırımlar sonucunda Marmara Denizi’ndeki sonunda konsensüs halinde kabul edilen bugünkü durumu yaratan sorumlulardan hesap sorulması için. Umarım komisyon görevini tam anlamıyla yerine getirir. Türkiye’deki çevre bilinci açısından da omuzlarındaki yükün ağırlığının bilincinde olurlar.
Marmara’yı “dalarak inceledik” deniyor. Marmara Denizi ortalama 400 metre derinliğe sahip. En derin yeri 1272 metre. Görüş mesafesi bir buçuk metre olan bir ortamda dalarak neyi incelediniz? Bunlar magazinel yaklaşımlar, ciddi değil.
Eldeki son veriler yakın geleceğe dair ne söylüyor?
Ciddi bir felakete doğru gidiyoruz. Görünen sadece bu. Doğa şiirlerde, şarkılarda göründüğü gibi değil, acımasız bir ortam. Müsilaj oluştu ve ardından bakteriler çıktı. Bakteriler kalacak ve onlara karşı başka bir şey çıkacak. Sönümler de olacaktır. Çok ciddi bir felaketten geçtik, tür çeşitliliği dibe vurdu. Hep yokuş aşağı. Bir davranış değişliği yapmamız lâzım. Yanlış bile olsa yeni bir şey yapmamız lâzım. Onu dahi yapmıyoruz. Aynı yanlışta ısrar ediyoruz. Bunun sonu belli. Felaket.
[i] Vibrio ailesinden bakterilerle enfekte olmuş balıkların yenmesinin insan sağlığına etkisini gıda mühendisi Bülen Şık’a danıştık. Bülent Şık’ın bu konudaki görüş ve uyarıları şöyle: “Gıda güvenliği açısından bu tip patojen bakterilerle kontamine olmuş balıkların ve kabuklu deniz ürünlerinin iyice pişirilmesi gerekir. Az ya da yetersiz pişirilmiş ürünler sağlık riski doğurabilir. Ancak, gıdalardaki patojenler yiyeceklerin temizlenmesi ve pişirilmeye hazırlanması aşamasında kullanılan araç gereçlere ve mutfak tezgâhlarına da bulaşır. Aynı araç gereç ya da tezgâhta bir temizlik işlemi yapılmadan başka gıdanın hazırlanmaması gerekir. Bu işlem yapılmazsa çapraz bulaşma dediğimiz bir yolla patojenler insanlara geçme ve hastalıklara yol açma fırsatı bulabilecektir. Dolayısıyla, hem çapraz bulaşmayı kontrol etmek ve hem de yiyecekleri iyi pişirmek gerekir. Ancak bu işlemleri yaparak deniz ürünlerindeki mikrobiyolojik riskleri elimine edebildiğimizi belirtmeliyim. Bu ürünlerde bulunabilecek, örneğin çevrenin kirletilmesinin bir sonucu olarak balıklara bulaşan ağır metaller gibi kimyasal kirlilik etkenlerini ise elimine edemeyiz. Buna ek olarak, vibrio alginolyticus deniz ürünlerinde bolca histamin üreten bir bakteridir. Uygun koşullarda muhafaza edilmeyen gıdalarda oluşan histamin bulantı, kusma, karın krampları, nörolojik bozukluklarla karakterize olan “scombroid zehirlenmesi” hastalığına yol açabilir”.