İnşaat depremi: Türkiye enkaz altında kaldı – Bahadır Özgür (Gazete Duvar)

İnşaatla iktidar arasındaki bağ, salgın günlerinde dahi ne derece sarsılmaz olduğunu kanıtladı. Her şey durma noktasına gelmişken, ihaleler ve şantiyeler olanca azmiyle işliyor. Servislere istiflenip zorla çalıştırılmaya götürülenler, virüs önlemlerinden azade tutuluyor; itirazları işsizlikle veya tutuklama tehdidiyle yanıt buluyor. Müsebbibi olmadıkları bir ekonomik enkazı sırtlamaları isteniyor onlardan. Bağış kampanyası ile tahkim edilmiş ‘milli beraberlik’ retoriği, sonuçta bir inşaatın demir ve çimentosunda vücut buluyor.

Henüz iki ay önce damat Bakan Berat Albayrak; “Kurla, faizle saldırdılar. Türkiye’ye diz çöktüreceklerini sanıyorlardı. Hepsini boşa çıkardık” diyordu. İki ay sonra ise ücretsiz izne çıkarılanlara, asgari ücretin yarısını bulmayan bir ödemeyi, müjde diye sunuyor. Ortada bir tuhaflık olduğu muhakkak. Zira 2018’in Ağustos’unda, doların 7 liraları gördüğü akşamdan bir gün sonra, Bayburt meydanında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ilan ettiği ‘kurtuluş savaşı’ ya kaybedildi; ya da ortada savaş filan yoktu. Dolar, bugün de o günkü seviyelerinde seyrediyor çünkü. Ama kimse de çıkıp kurşunu kim sıkıyor, cephe neresi, düşman kim söylemiyor. Dönüp dolaşıp Freud’un ünlü sözünü söylediği yerdeyiz yine: “Nevrotik hatırlamaz, tekrarlar.” Tek adamın zihni de başka türlü işlemiyor.

Nitekim iktidar, elle tutulur, gözle görülür bir şey olsa kolayca yakalayıp, ‘dış düşman-iç hain’ tezgahında lince yatıracağı virüsü, her musibetin gerekçesine dönüştürmeye çalışıyor şimdi. “Ekonomide tam güzel günler geliyordu ki, virüs denen illet musallat olmuş” gibi yapıyor. İş güvenliğini, izinleri, mesai saatini ve nihayetinde ücretleri; salgının ‘istenmeyen hasarı’ hanesine yazıyor. Yıllardır türlü yollardan yağmalanmış devlet hazinesinden çıkardığı ve üzerine Cumhurbaşkanlığı forsunu yapıştırdığı bir avuç kırıntıyı, yüce gönüllülük seremonileriyle kafamıza fırlatıyor. Sonra da dayanışma diye bir liste koyuyor önümüze.

İşte o listeye iyi bakın, iyice ezberleyin. Vergiden düşecekleri bağışları yazın bir kenara. Ücretleri kesen, işsiz bırakan, hasta eden, tedavi ettirmeyen, kolonyaya mahkum eden, tazminatını isteyene sopayla saldıran elleri göreceksiniz. Virüsle başlamamış ve virüsle de bitmeyecek bir yıkımın failleri, matbu kağıda alt alta dizilmiş vaziyetteler.

Türkiye’nin beraberliğini dinamitleyen toplumsal fay hatları aranıyorsa eğer, tam da buradadır aslında. Yakın zamanda şiddetli bir depreme de neden oldular zaten. O depremde yaşam olanaklarını büyük oranda yitirenler, virüsten daha fazla etkileniyor bugün.

Gelin salgından hemen önce yaşanmış bu afeti bir kez daha hatırlayalım. Bakın Türkiye, korona salgınına nasıl ağır bir enkazda yakalandı…

***

Aşağıdaki grafik, kamuoyunda çok sık konu edilen Kamu İhale Kanunu’na göre dağıtılan inşaat ihaleleri sözleşme tutarlarının tek bir grafiğe dökülmüş hali. Neye benziyor bu manzara? Bir sismografın çizdiği sarsıntıyı andırmıyor mu?

Adlarına fazlasıyla aşina olduğumuz yedi şirket, en fazla inşaat ihalesi alanlar. Tarih çizelgesine dikkat edin. Erdoğan’ın sürekli milat olarak işaret ettiği Gezi protestoları sonrasında başlayan kaynak transferi dalgası, bombalamalarla terörize edilen 7 Haziran 2015 seçiminin tekrarı 1 Kasım’dan sonra hızlandı. Milliyetçi-İslamcı koalisyonun bütünleştiği ve Allah’ın bir lütfu sayılan günlerin ardından, başkanlık referandumuyla zirveye ulaştı. Başkanlık rejimiyle beraber şirket mantığıyla yönetme devrinin kusursuz bir tablosu çıkıyor ortaya.

Sadece yedi şirketi değil, bütün ihaleleri topladığımızda da görüntü değişmiyor esasında. Onu da verelim:

Grafiklerin üzerinde; ülkede keşke olmasaydı dediğiniz, hayatınızı kötü etkileyen, bugün sizi daha korumasız, güvencesiz ve umutsuz hale getiren her olayı işaretleyebilirsiniz. Emin olun çoğunlukla hazinenin yağmalanması ile eşzamanlı bir seyir izleyecektir. Dalganın başladığı ve ekonomik kriz nedeniyle sönümlendiği aralıkta kimlerin ‘dış düşman-iç hain’ tezgahına yatırıldığı da anımsanınca, milli birlik ve beraberlik tiradlarının esbab-ı mucibesi, beka tezviratları daha bir berraklaşıyor kuşkusuz.

***

Dolayısıyla korona bir afet değil, bizatihi bir afetin ardında bıraktığı yıkıntılardan güç alarak yayılan hastalıktır. İşsizliğin ve yoksulluğun sebebinden ziyade, onlarla beraber güçlenen toplumsal bir sonuçtur. Eskiyen şeyleri hükümsüz kılacak bir vesile değil, aksine; finansman olanakları daraldıkça popülist apoletleri dökülen otoriterliğin sığınağına dönüşebilecek bir potansiyeldir. Nihai ilacı da milyonlarca insanın sağlığını bile servetlerini artırmanın fırsatı görenlere konulacak siyasal mesafedir.