Hypatia’nın o korkunç sonunu öğrendiğimde, yüzleşeceğimiz gerçeklerin hiç öyle basit olmadığını anlamıştım.
Her güne onlarca kadın cinayetinin, tecavüzünün, şiddetinin, ayrımcılığının sığdığı böyle bir zamanda nasıl olurda Hypatia ile anlamış olabilirim gibi bir soru elbette haklıdır. Katledilen, şiddet gören kadınların her biri birbiriyle kıyaslanamayacak kadar kıymete sahip elbette!
Din ile harmanlanmış bir organize kötülük tarafından dünyanın en kıymetli eserlerinin toplandığı İskenderiye Kütüphanesi yakılırken, kütüphane müdürünün kızı olan döneminin astronomi ve matematik dersleri veren tek bilim kadını Hypatia, diğerlerinin uğramadığı bir hakarete uğradı; soyuldu, çıplak bedeni taşlandı, kadın olduğu için hakaret ve aşağılama boyutuna taşınmıştı katli. Tek başına fazlasıyla ağır olan öldürme eylemini, bağnaz kafalardaki kadın algısıyla oluşan, bir kaç defa öldürme eylemiyle ‘taçlandırmayı’ koymuşlardı bir kere aynı kafalarına!
O kadar da uzağa gitmeden Einstein’in bilim kadını olan karısı Mileva’yı asistanı olarak kullandığı, Mivela’ya hiçbir eserinde tek teşekkürü dahi layık görmediği, onun esas işini çocuk bakmak olarak gördüğü de bir gerçekti. Fakat aynı dönemde kocası da bir bilim insanı olan Marie Curie’nin çalışmaları Nobel’e layık görülmüş olmasına rağmen Pierre’e ödül davetiyesi gitmişti. Çünkü bir kadının harcı değildi bilimle uğraşmak. Hele böyle bir ödül nasıl bir kadına verilebilirdi? Pierre ise şöyle bir cevap verdi, bu ödülün sahibi benim kadar Marie’dir.
Herkesin gayet iyi bildiği örneklerle başlamak meramımı anlatmakta büyük bir kılavuz olacaktı ve oldu kanaatimce. Dünya tarihinde kadınların bilinçli ve gayet iradi olarak erkeklerin “alanı” olan matematik, mühendislik, fizik gibi alanlardan uzak tutulmasının esas nedeni “kullanışlı kölelerini” kaybetmemekti. Elbette sadece bu alanlarda değil, her alanda bu doğrudur. Bu isteği zamanla toplumsal hafızada bütün kültürel ve ahlaki öğeleriyle çok başarılı bir şekilde işlemenin yanı sıra aynı isteğe, kullanışlı kölelere sahip olma isteğine çok kullanışlı bir araç olarak dini unsurların hizmet etmesini de büyük hoşnutlukla karşılamışlardı.
Bu zaten cepte dururken, endüstrileşmeyle ve hizmet sektörünün artık sınırsız alanlara erişmesiyle kadınların önlenemez çalışma isteği ile ihtiyaçlar üzerinden yeniden şekillenen çalışma alanları kadınlarla ilgili güncellenmiş bir dil oluşturmuştu ve kadınlar bu dili çok iyi biliyordu.
Kendi kişisel örneğimden yola çıkarak, hayatımın son 22 yılını, yani makina mühendisliği fakültesi kapısından girdiğim günden bugüne “Yaa, sizin bölümde kaç kız vardı?” sorusunun hala bugün sorulması karşısında donuk gözlerle bakıp “Hiç mi bir şey değişmez?” sorusunu sorduğum yerden, aklımın ücralarında dinlenmeye çekildiği yerden cüret edip çıkarıyorum.
Kadın makina mühendisi! Bir kere süslü değil! Amacına uygun değil! Burjuvazinin hanımefendisi olman için iyi para kazanan doktor, mühendis, avukatla evlenip eğitimli anne olursun, yoksa fabrikada ayağında botla hanımefendilik olmaz efenim! Amacının dışına çıkmışsın bir kere! Ya kaybol ya biat et!
Kullanışlı köle değilsen, biat etmiyorsan, soruların, isteklerin ve arzuların varsa, Lilith anamız çok yaşasın, cadı süpürgeleri atılıveriyor üzerimize.
Mesleki alanlarda derinleşiyor gibi görünen ayrımcılığı görünür kılan esasen artık kadının sesini duyurabildiği bir frekansa geçişidir. Haykırmak politik bir konuşma biçimine dönüşür bu frekansta. Çünkü artık evlere hapsolmuş kadın kimliği sadece koca erkine değil patron, meslektaş ve hatta hemcinslerine karşı yelpazesi geniş bir savunma hattına taşınmıştır.
Kullanışlı köleler olarak gayet sorunsuz bir köşede erkeğin, ailenin ve devletin işini sessiz sedasız kolaylaştıran kadın, artık sorun çıkarmaya başlamıştır çünkü!
“Hadi çalışmasına da izin verdik, şimdi de aynı parayı istiyor hadsiz! Hemşire ol, öğretmen, doktor ol, fakat senin ne işin var iş makinasının hidrolik hesabıyla ama değil mi?”
Değil, geçti o işler efendi! Elimizin hamuruna hidrolik yağ, zihnimizin derinliklerine kuantum bulaştı bir kere!
Özellikle bizim mesleğimizde derinleşen konu ise işçileşme ve güvencesiz, erkek egemen, ilkel sanayileşme sürecinde iki kere daha fazla kanıtlamak zorunda bırakılmak, “iyi” bir mühendis, mimar oluşumuzu! “İyi” ise üzerine günlerce konuşulacak bir sıfat olarak dursun kenarda.
Bunun ötesinde gerçekten zor, güvencesiz çalışılan şantiyelerde, atölyelerde ve merdiven altı üretim yapılan küçük işletmelerde erkekleşmeden var olabilme sanatını yerine getirmek. Ciddi bir mücadele işi.
Kadına yönelik ayrımcılığın üzerimize saldığı gündelik sıradanlaşmış şiddet sözlü, yazılı, sesli, sessiz biçimleriyle yüzlerce pratik alan buldu. Üstelik, kültürel dokunun çıkmazlarını derinleştirdiği zihinlerin ulaşılmaz dehlizlerindeki gizli kodlar, gündelik pratik ve kültürel dokudan güç alarak beslenen devlet politikaları ile pekişerek bir savaş alanı yaratmaktalar.
Hayatta kalmak için değil sadece insanca yaşayabilmek için de yapabildiğimiz tek şey savaşmak!
Mor baretini tak, haydi barikatlara!
Nihal Tanbay / Makina Mühendisi