Üniversitelerimizde sermaye varlığı giderek somut biçimlerine kavuşuyor.
Sermaye ile ilişkili akademisyenlerin ‘dışarıya iş yaptıkları’ gerekçesiyle eleştirildikleri üniversitelerden sermayenin şirketlerine kampüslerini açan üniversitelere… Yüksek öğretim sisteminin özellikle son 20 yıldır geçirdiği değişim sonucu üniversite sermaye ilişkisi dışsal bir destekleme ilişkisinden bir içiçe geçmişlik haline dönüşmüş durumda.
Eğitimin içeriği, piyasa ilişkilerinin maddi ve ideolojik yeniden üretimine uygun olarak belirleniyor. Bilgiyi ve eğitimi topluma yayma gibi kamusal içeriklerinden arındırılan üniversite hizmetleri satışa çıkarılıyor. Üniversitenin bilimle ilişkisinin temeli olan araştırma faaliyetleri sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda yürütülüyor. Tüm bunlar üniversitenin toplumla ve bilimle kurduğu ilişkide köklü bir yıpranmışlığa yol açarken, üniversitelerin pazar için bilgi üreten şirketlere dönüşmesinin zorlanması üniversite sisteminin içine sürüklendiği krizin temel nedenlerinden birini oluşturuyor.
AR-GE’lerden Teknoparklara Sermaye Üniversitelerde Kökleşiyor
Üniversitelerin bilginin toplumsallaştığı kurumlar olmaktan çıkarılmasının en temel adımları, bilimsel araştırmaların, evrensel bilgi birikimine katkı sunmak, insanlığın gereksinimlerini karşılamak için değil, piyasanın ihtiyaçlarına göre ‘işlevlendirilip’ AR-GE laboratuarlarına sıkıştırılmasıyla atıldı. Üniversitelerde ki bilimsel üretim süreçlerinin piyasa-merkezli yeniden yapılandırılması, bilimsel araştırmaların teknoloji geliştirmeye sıkıştırılmasına ve bu araştırmalarda ekonomik faydanın temel belirleyen olmasına yol açtı. Devlet -sermaye- üniversite yönetimleri üçlüsünün birlikte hazırladıkları girişimci üniversite modeli işlerlik kazanırken giderek bilimsel araştırma merkezleri, sermayenin projelerini yapan üniversite AR-GE’lerinden, üniversite içinde yer edinen sermaye gruplarının AR-GE’lerine dönüştü.
2001 yılında yürürlüğe giren Teknoloji Geliştirme Bölgeleri kanunu bu sürecin yasallaştırılması yolunda atılan temel adımlardan biriydi. Yasayla üniversite kampüslerinde kamu desteği ile sermaye için proje üretilmesinin önü açıldı. Üniversitelerdeki varolan AR-GE faaliyetlerinin ihiyacı karşılayamadığı noktada, çıkan yasayla devreye üniversite kampüslerinde kurulan teknopark anonim şirketleri girdi. Bir zamanlar üniversitedeki gençlik muhalefetinin sermaye işgalini sembolize etmek için kullandığı “ÜNİVERSİTE A.Ş.” tanımlaması gerçek oldu.
Bu süreçte ODTÜ, Hacettepe, Kocaeli, Ege, İTÜ, YTÜ, Selçuk ve Bilkent gibi birikim açısından en donanımlı ve sanayi bölgelerinde konumlanmış üniversiteler sermayenin ilk gözdeleri oldular. Teknopark A.Ş’ler bu üniversitelerde birer birer projelendirilirken bu projelerde üniversite kampüslerinin teknokentlere dönüştürülmesi planlandı. Üniversite kampüslerinde teknoparklar için ayrılan arazilerde en yeni teknoloji ile donatılmış şirket binaları boy göstermeye başladı. İlk teknopark, ülkenin en gelişmiş üniversitelerinden birinde ODTÜ’de kuruldu. ODTÜ teknoparkının bugününe bakmak benzer girişimlerin sürdüğü diğer üniversitelerin yarınını öngörmek açısından önemli. Burjuva medyanın başarı öyküleri köşelerinde boy gösteren; ODTÜ teknokentinin içerdiği 104 firma ODTÜ’nün imkanlarını, arazisini, bilgi birikimini, yetişmiş insan gücünü kullandıktan sonra Avrupa, Asya, Japonya pazarlarına açılmayı, 2 milyon dolar olan ihraacat potansiyelini 10 milyon dolara çıkarmayı planlıyormuş! Sermaye üniversitelerin tüm değerlerinin üzerine basıp yükseliyor. Bilgi bir kez piyasa taleplerine göre üretilmeye başlandı mı ‘Pentagon’a lazerli atış eğitim simülatörü üretmek’ üniversite için övünülecek bir gelişme halini alıyor. Gerçekte üniversite için emperyalizmin silahlı gücü, silah tekellerinin mabedi Pentagon’a hizmet eden ETA şirketini bünyesinde barındırmaktan daha utanç verici ne olabilir?
Sermayenin Üniversiteye Girişi Emek Sömürüsünü Yükseltiyor
Teknokentleri üniversitelerin başarısı olarak manşetlerine taşıyan medya bu alanlarda akademisyenlerin ve öğrencilerin bilimsel üretime ortak katılımının önünün açıldığı vurgusunu yapıyor. Oysa üniversiteliler AR-GE’lerde sonuçları sermayeye daha fazla kar getirmekten başka birşey olmayan projelerde ‘ortak üretimin’ parçaları olarak değil ’emek sömürüsünün’ muhattapları olarak yer alıyorlar. Beyaz yakalı işçilerin üniversite içinde edindikleri tüm bilgi birikimini üniversiteden dışarıya adımlarını atmadan, ancak hiç bir toplumsal fayda da gözetmeksizin sermaye için kullanacakları mekanlar olarak projelendirilen teknoparkların gelecekte varacağı sonuç bellidir. Kapitalist sistemin bekaası için çalışan üniversiteler, sermayenin kölesi üniversiteliler.
TEKNOPARK A.Ş.’li Zamanların Hükümetleri ve Liderleri
Eğitim alanlar seçkin dar gruplardan, işgücü yetiştirmeye yönelik minimum formasyonun verildiği milyonlara yayılan bir yelpazeden oluşuyor. Üniversite sistemi Meslek Yüksek Okullarından elit üniversitelere kadar sermayenin en alt kademeden en üste kadar işgücü ihtiyacını karşılayacak şekilde düzenleniyor. İTÜ Rektörü Gülsün Sağlamer’in 2005 yılında teknokentini şirketlere sunmaya hazırlanan İTÜ’de liderlik okulunun açılacağı haberini vermesi ve Türkiye’de bir ilki dünya’da ise ikinci örneği oluşturan, Bahçeşehir Üniversitesi’nde BM, DB ve UNESCO ile işbirliği içinde kurulan Hükümet ve Liderlik Okulu ise burjuvazinin ‘yönetimde -işletmede – sömürüde’ işin ehline duyduğu ihtiyacı karşılamada yeni bir yönelim içinde olduğunun göstergesi. Ne sermayenin ihtiyaç duyduğu bilgiyi temin ettiği üniversitelerde istediği yönetici profilini yetiştirmek istemesi ne de birer şirketmişçesine yapılandırılan üniversitelerde liderlik okullarının açılması şaşırtıcı değil. Sermaye girdiği her yerde kendi yasalarını işletiyor, kendi doğrularını bütünün doğrularıymış gibi dayatıyor.
Özgürlük ve Sosyalizm Mücadelesinde Devrimci Gençlik dergisinin Kasım 2003 tarihli 16. sayısından alınmıştır.
Kaynak: devrimcigenclik.org