Konut Sorunu ve Konut Politikaları Üzerine / Odalararası Ortak Rapor – Mayıs 1974
Spread the love

(Bu rapor Mayıs 1974’de, Elektrik Mühendisleri Odası, Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası, İnşaat Mühendisleri Odası, Mimarlar Odası, Şehir Planlama Mimar ve Mühendisleri Odası tarafından hazırlanmıştır.)

1. GENELDE KONUT SORUNU,  BOYUTLARI ve DEĞİŞKENLERİ

Konut sorunu, kavramsal olarak, temelde bir BARINAK sorunudur. Ancak çağımızda, ülkelerin sosyo-ekonomik yapılarına ve politik sistem seçmelerine bağlı olarak bu sorun değişik boyutlar kazanmıştır. Farklı sosyal yapılar, endüstrileşme ve kentleşme sürecinde izlenen farklı yaklaşımlar, teknolojik düzeydeki farklılıklar ve bütün bunların sonucu olarak konut sorunun çözümlenmesinde görevlendirilen farklı kurumsal yapılar, doğal olarak, sorunun ana niteliğinde de farklı boyutlar oluşturmuştur.

Kapitalist sistemin egemen olduğu ülkelerde sorunun niteliği sosyalist ülkelerdekine göre farklı bir içerik kazanmaktadır. Kapitalist ekonominin, kişilerin «mülk sahibi olma» hırsını sürekli kamçılayan tutumu, kamu yatırımları ile oluşan değer artışlarında «spekülatif kazançlar» elde etmeye uygun ortam ve emekçi halk sınıf ve kadarına gerek çalışabildikleri sürece, gerekse çalışamaz bir çağa geldiklerinde «insanca bir yaşam» olanaklar! verme konusundaki güvensizliği «KONUT SORUNU» na iki yeni boyut daha eklemektedir :

1) SOSYAL GÜVENLİK ARACI OLMA
2) SPEKÜLASYON ARACİ OLMA

Böylece sosyalist ekonomide sadece, bir barınak aracı olan konut, kapitalist ekonomide aynı zamanda bir sosyal güvenlik ye spekülâsyon aracı haline dönüşmektedir. Böylece değişik sistemlerde konut sorunun farklı içeriklere sahip olması sonucu, getirilmeye çalışılan çözüm yaklaşımları da farklı olmaktadır.

Kavramsal olarak, ülkelerin izlemeleri gereken kalkınma, gelişme ve büyüme  politikalarında amaç; «halkın çıkarları açısından kaynakların en verimli şekilde kullanılması» olmalıdır.

Özellikle ülkemiz gibi endüstrileşememiş, geri ülkelerde hızlı nüfus artışına karşın, kaynakların iç ve dış sömürünün de etkisiyle çok sınırlı kalışı, doğan konut ihtiyacının karşılanmasında büyük sorunlar doğurmaktadır. Burada en önemli etken, bu tür yatırımların üretim açısından verimsiz olduğu varsayımıdır.

Ülkenin tarım ve endüstri yatırımlarına, işgücü ve malzemesine ortak olan konut yatırımlarının, özellikle endüstrileşememiş ülkelerde ülkesel hedefler ile çelişir bir görünüme sahip olması konut ihtiyacının karşılanmasında «ekonomiye en az yük olacak bir biçimde»  sorunun ele alınmasını ortaya çıkarmaktadır.

Kapitalist ekonominin geçerli olduğu ülkelerde, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında, çalışan sınıfların daha etkin bir biçimde örgütleşmelerine bağlı olarak konut sorunu diğer konular arasında daha belirgin bir nitelik kazanmış ve ortaya «SOSYAL KONUT POLİTİKASI» kavramı atılmıştır. Savaş sonrası uygulamaya sokulan bu politika, konut sorununu çözmemiş, fakat gelişmiş batı ülkelerinde sesini duyurmaya başlamış yaygın emekçi kitlelerinin ihtiyacını sınırlı bir ölçüde karşılayabilmiştir.

Ancak kapitalist ülkelerdeki tekelci sermayenin geri ülkelerden sızdırdığı artı değerle kendi çalışan sınıflarına sağladığı bu olanak, geri ülkeler için söz konusu olamamıştır. Aksine son yıllarda kapitalizmin eşit olmayan gelişme yasasına uygun olarak toplumsal ekonomik yapısı şekillendirilmiş olan geri ülkelerde «mekân organizasyonu», «alt yapı»  ve «konut sorunu», iç ve dış tekelci sermaye grupları için tatlı kârların bulunduğu bir sömürü pazarı seviyesine gelmiştir.

2. TÜRKİYE’DE UYGULANAN KOMUT POLİTİKALARININ GELİŞİMİ VE DEĞERLENDİRİLMESİ

Konut sorunu ve uygulanan konut politikalarının toplum yapısından soyutlanarak, ülkedeki üretim ilişkileri ve ülkenin dış ilişkilerinden bağımsız olarak, değerlendirilmesi olanaksızdır. Bu nedenle konut sorununun ülkemizdeki tarihsel gelişim süreci de, doğal olarak diğer sorunlarımız gibi endüstrileşmeme, gelir adaletsizliği ve dışarıya bağımlılığın bir fonksiyonu biçiminde oluşmuştur.

Osmanlı toplum yapısı, güçlü devirlerinde, üretim ilişkilerini sistemin kendi iç tutarlılığı açısından akılcı bir biçimde düzenlemiş ve bunun sonucu olarak çağdaş ihtiyaçlara cevap verebilen tutarlı bir toprak politikası, mülkiyet düzeni, yerleşme politikası, kurumsal yapı ve finansman kaynaklan bütünü ile konut sorununu bir barınak sorunu düzeyinde tutabilme ve ihtiyacı karşılayabilme gücünü göstermiştir.Ancak 17. yüzyılda başlayarak dışa bağımlılığın gittikçe artmasıyla ülkemizde de üretim ilişkilerinde önce bir kaos, daha sonra da dereceli olarak prekapitalist üretim ilişkilerine geçişin etkileri görülmeye başlanılmıştır. Özellikle 14. yüzyılın son yarısında bu değişiklikler ve dışa bağımlılığın ortak etkisiyle toprak politikası, mülkiyet düzeni, yerleşme politikası, kurumsal yapı ve finansman sorunlarının somut bazı değişikliklere uğradığı görülmektedir.

Bu değişikliklerin derinlemesine bir analizini yapmak şu anda sorun dışına taşıp konuyu dağıtacağından böyle bir çabaya girişilmeden, başlıca değişiklikler sıralanacaktır. Bu devirde;

-İlk olarak toprakta özel mülkiyet kavramının geliştirilmesine çalışıldığını,
-Serbest ticaret anlaşmaları ile ülkenin gelişmiş ekonomiler için sömürülecek bir kaynak ve iyi bîr pazar haline getirildiğini,
-Devamlı artan, dış borçlar ile dışa bağımlılığın yüksek düzeylere çıkarıldığını,
– Ülke içerisinde sosyal sınıflar, katlar ve coğrafi bölgeler arasında adaletsiz ve dengesiz gelişmenin büyük bir hız kazandığını,
– Ülkenin genel yerleşme düzeninin, uygulanan ulaşım, arsa ve konut politikaları ile sömürüye en elverişli şekle dönüştürüldüğünü izlerken aynı anda,

-Endüstrileşme ve demokratik haklar elde etme doğrultusunda ilk uğraşıların ve savaşların verildiğine,
tanık olmaktayız.

Böylece çağdaş Türk toplumunun günümüze kadar devam eden tarihsel kavgası başlarken diğer tüm sorunlarımızla birlikte konut sorunumuzu da çözümsüzlüğe götüren ilk tohumlar bu yıllarda atılmış olmaktadır.Ve Türk toplumu 19. yüzyılın ikinci yarısında 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar geçen bu devrede ekonomik, politik ve sosyal, iç ve dış çalkantılar, sonu gelmeyen savaşlar ve insafsız bir sömürünün etkisi altında; konut sorununa değil çözüm yolları aramak, düşünmeye dahi fırsat bulamaksızın emperyalizme karşı bir kurtuluş savaşı vermenin eşiğine gelmiştir.

Kurtuluş Savaşının kazanılması ve Cumhuriyetin kurulmasıyla, ülkenin değişen yönetim sistemine bağlı olarak çeşitli sorunlara yaklaşımlarda da değişiklik olmuş, ilk defa «devletçilik» ve «planlı kalkınma» ve kavramları belirmiştir. Ancak Cumhuriyetin kurulmasından bu yana ülkenin çeşitli sorunları arasında konut, göreli öneminden hemen hemen hiçbir şey kaybetmemiş olmasına rağmen belirgin ve sosyal içerikli bir konut politikası uygulandığı söylenemez. Değişik niteliklerdeki siyasal iktidarlar bu sorun karşısında ülkenin o andaki durumuna ve yurt dışı gelişimlere göre farklı tutumlar belirlemişlerdir.

Gerçekte son on, onbeş yıllık bir dönem dışında izlenen politika «POLİTİKASIZLIK» tır. Ve bu «politikasızlık» politikasında, konut sorununun sürekli politik amaçlar için kullanıldığı görülmektedir.

– Nitekim 1930’da 1580 sayılı Belediyeler Yasası çıkarılmış, fakat belediyelere, konut sorunu ile ilgili bir yükümlülük getirilmemiş, 1933’de ilk Beş Yıllık Sanayi Planı hazırlanmış fakat umulan sanayileşme ile konut sorununun ilişkisi düşünülmemiştir. Böylelikle 1945’lere kadar belirli bir politikaya dayanmaktan çok, artan konut ihtiyacının yarattığı sorunlara ayak uydurmaya çalışılmıştır.

Nitekim bu dönemde gecekondu olgusu çeşitli yasaklayıcı yasalarla önlenmeye çalışılmış, öte yandan çeşitli zamanlarda da politik amaçlarla körüklenmiştir. İlk defa 1948 yılında gecekondular, «kendilerine ait olmayan arsalar üzerinde ruhsatsız olarak meydana getirilmiş yapılar» diye nitelendirilerek 5218 sayılı yasaya konu edilmiştir. Ve bundan sonra çıkartılan 5228, 5290, 5431 ve 6188 sayılı yasalarla da gecekonduların kâh yıkılması öngörülmüş, kâh belirli bir tarihe kadar yapılanların affedilmesi uygun görülmüş vs böylece zaman içersinde çözüm getirmeksizin sürüklenmesi yolu tercih edilmiştir.

Ayrıca bu arada sanki soruna çözüm arıyormuş izlenimi vermek üzere, zaman zaman yabancı uzmanlar getirtilmiş, fakat bunlar tarafından salık verilen, çözüm getirmekten uzak, geçici ve kısa vadeli öneriler dahi uygulanmayarak, hazırlattırılan raporlar rafa kaldırılmıştır. Bunlardan 1953 yılında gelen Donald Hansen, 1955 yılında gelen Charles Abrams ve 1959 yılında gelen Frederick Bath’in çalışmaları kayda değer niteliktedir.Yine bu arada konut sorununda finansman konusunu ele almak üzere 1946 yılında T.C. Emlâk ve Kredi Bankası kurulmuş ve yine aynı yıl kurulan Sosyal Sigortalar Kurumu da 1950 yılından başlayarak sigortalı işçilere konut kredisi sağlama yoluna gitmiştir.

Ancak kredi kaynakları, yüksek standartta konut sahibi olma olanağına sahip gruplara hitabetmiş, faiz oranlarının ve ödemede aylık taksit tutarlarının yüksek oluşu yüzün den özellikle kentlere yeni yerleşen düşük gelir gruplarının ihtiyaçlarına cevap vermekten uzak kalmış ve böylece de bu kuruluşlar yazılı amaçlarından çok, gerçek amaçlarına yönlendirilerek bu fonlarda toplanan milyonlar, milyarlar büyük sermaye tekellerine fon yapılmış, yoksul ve güvensiz bırakılan halkın düşük gelirleri büyük sermaye uğruna cebri tasarruf yoluyla bir kere daha yağmalanmış, ücretlerdeki ve maaşlardaki her artış, vergilere ek olarak bir de sosyal güvenlik primleri ve kredi faizleri yoluyla geri alınmıştır. Nihayet soruna çözüm getirmekten çok, disiplin altına almak amacıyla 1959 yılında İmar Yasası çıkarılmış ve 1958 yılında da bu yasanın uygulanmasından sorumlu İmar ve İskân Bakanlığı kurulmuştur. Ancak devletin bu yasayı destekleyici temel bir arsa ve konut politikasının olmaması, buna karşın özel sektörü geniş ölçüde destekleyici, yarı-bağımlı, kapitalist bir ekonomik politikanın var oluşu, spekülâsyonu ve lüks konut yapımını hızlandırmakla sonuçlanmıştır.1960’larda ülkemizde yeni Anayasa yürürlüğe girmiş ve «sözde planlı» döneme geçilmiştir.Yeni Anayasa, devlete bir «sosyal devlet» niteliği kazandırmış ve sorunumuza ilişkin olarak da :  

– 49. maddesi ile devlete «yoksul ya da dar gelirli ailelerin sağlık şartlarına uygun konut ihtiyaçlarını karşılayıcı tedbirler almak»,

– 129. maddesi ile, «ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı planlı olarak gerçekleştirmek»,

– 38. maddesi ile de «kamu yararı için kamulaştırma yapmak»,görev ve yetkilerini vermiştir.Ancak, karma ekonomi sistemini kabul edip, özel sektöre geniş haklar tanıyarak ve

– 53. maddesi ile «yukarıda sıralanan görevlerin mali kaynakların yeterliliği ölçüsünde yerine getirileceğini» önererek önceki maddelerde belirtilen görev ve yetkilerin etkinliğini azaltmış ve sorunu tümüyle kalkınma planlarına terketmiştir. Bu durumda planların niteliği önem kazanmıştır.

Genel olarak, toplumda siyasi yönetimde en etkin sosyal güç hangisi ise «plan» başta ona hizmet eder. Bütün düzenlemeler, reformlar ona göre hazırlanmak durumundadır.

Ülkemizde de son on yılda iyice güçlenen tekelci sermaye ekonomik sosyal planlamaya damgasını vurabilmek için ağırlığını bütün gücüyle ortaya koymuştur :

– Tekelci sermaye, ulusal planlama, halk yararına planlama ile bağdaşamaz,
– Çünkü tabiatı gereği, sosyal amaçlardan önce aşırı kâr amacına dönüktür,
– Büyük sermaye girişimleri için ekonominin hangi dalı kendisine daha verimli olacaksa, hangi ülke ya da bölge daha fazla kâr sağlıyorsa, yerleşme bakımından hangi şehir, ya da o şehrin hangi bölgesi yararına daha fazla hizmet ediyorsa seçimini ona göre yapar, yapmak zorundadır.

– Fazla kâr verdiği bu kararlara hizmet eden bir planlama ve devlet politikası araması da doğaldır .Bu nedenle ülkemizde 1960’lardan sonra yapılmış olan üç kalkınma planında da «özel teşebbüsün ve yabancı sermayenin teşviki politikası» bu planların temel tercihi olmuştur. Karma ekonominin devletçilik politikasının güdümü bu temel tercihe göre yapılmıştır. Böyle olunca da planlar halka değil, bütün sermayeye kâr sağlamış, mekân planlamasına deva olmamıştır.

Uzun süredir planlı dönem içinde bulunulduğu halde, çeşitli girişimlere rağmen, ekonomik, sosyal ve fiziki planlamanın bir bütün olarak «geniş kapsamlı planlama» anlayışı içersinde D. P. T’de toplanması sağlanamamış, fiziki planlama kopuk ve ekonomik-sosyaI planlamadan bağımsız olarak İmar ve İskân Bakanlığı bünyesinde yürütülmeye zorlanmıştır.Özet olarak Birinci ve İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planları, halkın konut sorunu üzerinde SOSYAL EDEBİYAT yapmakla konuyu geçiştirmişler ve aslında uygulanan politika 1950’lerden beri uygulanmakta dan politikanın bir uzantısından başka bir şey olmamış, sadece plan paravanası arkasında bu politika yazılı bir şekle dönüştürülmüştür. Ve böylece 3. Beş Yıllık Kalkınma Planına, dolayısıyla günümüze kadar gelinmiştir.

3.  İZLENMESİ GEREKEN KONUT POLİTİKASI ÖZERİNE ÖNERİLERA. KONUT SORUNUNUN 1974 TÜRKİYERİNDEKİ BOYUTLARI VE DEĞİŞKENLERİ :

Türkiye’de bugün varolan konut sorununun boyutlarını kısa da olsa belirlemenin, ileride geliştirilen önerilerle ilişkiler kurabilme yönünden yararlı olacağı kanısındayız.

–         Ülkemizde bugüne kadar konut stoğu ile ilgili kapsamlı bîr sayım yapılmamış ve değişmeler kaydedilmemiştir. Bu nedenle konut sorununun niteliksel ve niceliksel özelliklerini tam ve doğru olarak bilemiyoruz. Aşağıda verilen rakamlar nüfus sayımlarına ve bazı yerleşmelerde yapılan münferit araştırma ve anketlere bağlı olarak bulunmuş verilerdir.
–          Resmi kaynaklardan öğrendiğimize göre Türkiye’de ailelerin yüzde 82’sinin 1-3 odalı konutlarda oturduğu, ortalama aile büyüklüğünün 5, 7 kişi olduğu ve de oda başına düşen nüfusun 2,42 kişiyi bulduğu anlaşılmaktadır. Kentsel alanlarda yaşayan nüfusun yüzde 60’a yakın kısmımın 1 -2 odalı konutlarda barındığı ve oda başına 3 ilâ 4 kişinin düştüğü de bilinmektedir. Dolayısıyla Türkiye, barınma yoğunluğu (oda başına düşen nüfus) bakımından dünyada en kötü koşulların varolduğu bir ülkedir.
–          1960’da yapılan bir ankette kent sorunlarının yüzde 30’unun fiziki bakımdan «kötü durumda olduğu, bunların yüzde 57,7’sinde banyo, yüzde 44’ünde su ve yüzde 14,7’sinde elektrik olmadığı tespit edilmiştir. 1965 ve 1970 Nüfus Sayımı sonuçlarına göre ise bu kötü koşulların giderek arttığı öğrenilmektedir.
–          «1960 yılında Türkiye’de 240.000 gecekondu… olup şehirli nüfusun yüzde 13,5’unun bu barınaklarda yaşadığı… 1967’de gecekondu sayısının 403.400’e… 1969’da 500.000’e çıktığı ve yine şehirli nüfusun yüzde 23,3’ünün gecekondularda yaşadığı.., 1972 yılı sonunda ise gecekondu sayısının 700.000 olacağı»nın tahmin edildiği, Üçüncü Beş Yıllık Planda belirtilmektedir.
–         Yerli ve yabancı kapital yatırımlarının yoğunlaştığı büyük şehirlerimizde ise nüfusun yüzde 40 ilâ yüzde 65’inin gecekondularda yaşadığı ve bu yerlerin konut Stokunun yüzde 25 ile yüzde 65’inin gecekondulardan oluştuğu yine bazı kaynaklardan öğrenilmektedir.
–         Öte yandan kentlerde kirada oturan ailelerin sayısı sürekli artış göstermekte olup, 1965’te kentli ailelerin yüzde 45,8’i, aylığı giderek yükseltilen kiralık konutlarda oturmakta idi. Ankara ve İstanbul’da bu oranın yüzde 60’ı bulunduğu da bilinmektedir.
–         Kentlerde oturan üst gelir guruplarında, kira/gelir oranının yüzde 10-15 arasında olduğu, buna karşılık düşük gelir guruplarında kiraya ayrılan payın yüzde 30’u geçtiği tespit edilmiştir. Kentli nüfusun yüzde 70’ine yakın bir kısmını oluşturan alt ve orta gelir guruplarının büyük çoğunluğu, gelirleri ile ters orantılı olarak artan bir şekilde kazançlarının üçte biri ile yarısına yakın bir bölümünü mülk sahiplerine kira olarak ödemektedirler. Devlet İstatistik Enstitüsünün 1972’deki bir raporuna göre, 1960’da 1 milyon civarında olan kiralık konut sayısı 1971’de 3 milyona yakın bir rakama yükselmiş ve bu sayıda konuta yılda 6.5 milyar lira kira ödendiği hesaplanmıştır.Özellikle büyük kentlerde görülen hızlı nüfus artışına karşılık «kiracı» ve «kira» oranının giderek artmakta oluşu, kent konutlarında mülkiyetin belirli ellerde toplanmakta olduğunu ve mülkiyetin bir «rant» aracı olarak dar gelirli toplum kesimlerinin aleyhine işlediğini kanıtlamaktadır.
–          Türkiye’de konut yatırımlarının toplam yatırım hacmi içinde önemli bir pay aldığı, buna karşılık gerçekleşen konut üretiminin dar gelirli nüfusun ihtiyaçlarına cevap vermeyip, yatırımların büyük çoğunlukla «lüks konut» yapımına harcandığı da bilinen bir gerçektir. 1950-1960 orasında konut, toplam yatırımlar içinde yüzde 25 ile yüzde 34,5; 1960-1970 arasında ise yüzde 19 ile yüzde 23’lük paylar almıştır. Konuta yatırılan milyarlara rağmen üretilen konut miktarının gerçek ihtiyacın çok altında kaldığı ve kentlerde yığılan düşük gelirlilerin taleplerine hiçbir şekilde karşılık veremediği, 1950’lerden bu yana gecekondu sayısının 15 ilâ 20 misline varan bir artış göstermesinden açıkça anlaşılmaktadır.
–         Konut yatırımlarının yüzde 95’inin özel sektöre kalkınma planları ile devredildiği ülkemizde, 1995’e kadar 34,3 milyon yeni kentsel nüfus artışı olacağı yine planlarda belirtilmektedir. Demografik değişme, yenileme, sıkışıklık, tabii afetler, kamulaştırma, gecekondu tasfiyesi gibi konut ihtiyacını belirleyen öğeler dikkate alınarak yapılan bir tahmin çalışması, önümüzdeki 20 yıllık dönemde, yılda ortalama 400.000 ünite konutun üretilmesinin gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır.
–         1963 ile 1971 yılları arasındaki 9 yıllık devrede ancak 900.000 civarındaki konut üretilebildiği, keza İkinci Beş Yıllık Plan dönemi için planla önerilen 900.000 ünitelik konut ihtiyacının da ancak yüzde 27.6 sının ruhsatlı olarak gerçekleştiği resmi istatistiklerden anlaşılmaktadır. Geçmiş dönemdeki uygulamalara bakarak üçüncü plan devresinde öngörülen 40 milyarlık yatırımın öncelikle üst gelir guruplarına hitabeden lüks konut yapımında harcanacağını iddia etmek yanlış olmayacaktır. Oysa 1972-1977 yılları arasında kentlerde oturacak düşük ve orta gelirli hane halklarının 890.000 yeni konuta ihtiyacı olduğu yine adı geçen planın özel ihtisas komisyonlarınca hesaplanmıştır.
–          Mevcut kentsel alanlardaki spekülatif değer artışının yılda 100 milyar liraya ulaştığı bilinmekle birlikte, her yıl bunun ne kadarının paraya dönüştüğünü saptama olanağı bulunmamaktadır. Ancak önümüzdeki 20 yılda kentlere yerleşecek 34 milyon yeni nüfus için gereken 350 bin hektar arazi için arsa spekülatörlerine halkımızın ödeyeceği paranın 400 milyarı bulacağı kolayca hesaplanabilir.Yukarıda sıralanan ve konut sorunun çeşitli özelliklerini yansıtan rakamlar ve kısa bilgilerden çıkarılacak sonuç şudur :Türkiye’nin bugünkü sınıfsal yapısı ve bağlı olarak ortaya çıkan gelir dağılım tablosu sürdükçe, barınma sorunu ile ilgili olarak kentsel mekanın kullanılması ve değişik gelir guruplarınca bölüşülmesinden ortaya çıkan görüntü de buna uygun olarak devam edecektir.Bugün Türkiye’de yasalaşmış bir 3. Beş Yıllık Kalkınma Planı vardır. Egemen sınıfların sermaye birikimine başlıca önemi veren bu plan, tekelci sermayeye bugüne kadar bilinçli veya bilinçsiz destek olan sınıf ve tabakaları da ihmal pahasına yoksul halkın konut sorunuyla ilgilenmekten vazgeçmiştir. Bu tercih açıkça yapılmış, 1. ve 2. Beş Yıllık Kalkınma Planlarındaki gibi konut sorunu üzerine sosyal edebiyat yapmaya da girişilmemiştir. Bu tercihin altında dışa bağımlı tekelci kapitalizmin tek başına egemen olma çabaları ile küçük ve orta konut üreticisinin geriletilme istekleri yatmaktadır.Nitekim bu plan belli yerleşim noktalarına-özellikle ve öncelikle metropoliten alanlara-yönelecek yatırımların fonksiyon, zaman ve mekân tutarlılığının sağlanmasını, şehir gelişme programlarının yapılmasının ve bunların da DEMET PROJELER halinde düzenlenmesini önermektedir. Planın uyardığı doğrultuda Dünya Bankası ve diğer dış ekonomik güçler ile imzalanan anlaşmalar gereğince, yerli ve yabancı tekelci sermaye bir işbirliğine yönelmiş, büyük kentlerimizin planlama, ulaşım ve konut sorunlarına el atılmıştır.Bir yandan «İstanbul Gelişme Projesi» yabancılara ihale edilip, başına ayda net 90.000 lira ücret ile Dünya Bankasınca uzman diye Von MOLTKE getirilirken, diğer yandan «KONUT HOLDİNG» ler harekete geçirilmiş ve günlük gazetelerde büyük kentler çevresinde herbiri en az 500.000 metrekare olmak üzere, arsa arayan ilanlar neşredilir olmuştur. Hazırlattırılan fizibilite raporlarında Bankalar Kanunu ile İmar Kanununun kendi amaçları doğrultusunda değiştirilmesi öngörülmektedir. Böylece konut alanına, el atan tekelci sermaye, bu alandaki devlet girişimlerini engelleyebilecek ve devleti alt yapı hizmetleri için büyük harcamalar yapmaya zorlayabilecek güçtedir.Endüstrileşmeye ve kentleşmeye öncelik veren bu planda, bunlarla doğrudan ilgili olan konut sorununa değinilmemesi ilginçtir. Planda gelir dağılımından da söz edilmemektedir. Bunun sonucunda, endüstrileşmesi ve kentleşmesi öngörülen bir ülkede konut sorununun varlığının ve devamının kaçınılmazlığının benimsendiği ortaya çıkmaktadır.Planda konut yatırımlarına ilişkin olarak arsa, ucuz sosyal konut ve inşaat malzemesi fiyatları ile ilgili fakat sözde kalan bazı yargılardan öte somut bir öneri getirilmemektedir.

B. KONUT POLİTİKASI İÇİN GENEL YAKLAŞIM :

Herşey gibi «konut» u da bir «meta» olarak kabul eden, sermayenin kârını toplumsal yararın önüne çıkaran bir sistemde konut sorunu çözülemez. Bir an için, konut sorununun, herşeyden bağımsız olarak tek başına «çözüleceğini», yani devletin herkese belirli standartta bir konut sağlayabileceğini varsaysak dahi, «çalışanlar» kesiminin maddi refahında bir değişiklik olamayacaktır. Bu durumda işveren (kamu ya da özel) bugün konut kirası olarak işçinin ödediği miktarı düşerek ücret ayarlaması yapacaktır. Çünkü işgücünün de alınıp satılan bir «meta» olduğu kapitalist sistemde ücret, daima belirli bir maksimum refaha göre ayarlanmaktadır.Bu koşullar altında, sorunun çözümünün sosyal sistem değişikliğinde yattığı açıktır. Ancak, üretim ilişkilerinde köklü değişiklikler öngörmemekle birlikte, halktan yana girişimlerde bulunmayı hedef alan bir politik iktidar, konut sorunu ile ilgili olarak şu amaçlara hizmet edecek bazı tedbirler alabilir :

1)Konut için ayrılan ulusal kaynakların, yerli-yabancı tekellerin, bir avuç sermayedarın ve büyük emlâk sahiplerinin yararına kullanılmasından vazgeçilerek, konut sorununun bir dışa bağımlılık bir iç sömürü aracı olmaktan çıkarılması,

2)Çözüm adı altında getirilmek istenen tedbirlerin, halk kitlelerinin mücadelesini pasifize etme ve politik çıkar sağlama aracı olarak ele alınmasının önlenmesi,

3)Sorunun, diğer tüm sorunlarla birlikte çözülebileceği bir sosyal sistemin ülkede benimsenmesi durumunda getirilebilecek köklü çözümlere zemin hazırlanması gerekli birikimlerin sağlanması,
Bu nedenle aşağıda sıralanacak olan öneriler, bu amaçlara göre değerlendirilmeli, önerilerin soruna çözüm getirmesi beklenmemelidir.
Ayrıca, konut sorunun çözülmesi denince, halkın barınma ihtiyacının karşılanması ile yaşanabilir bir çevre yaratılması birlikte ele alınmak zorundadır. Bu durumda konut, hem tek bir ünite olarak hem de çevresiyle düşünülmeli, kırsal ve kentsel yerleşme, üretim ve toprak düzenlerinden bağımsız ele alınmamalıdır. Aşağıdaki öneriler de bu genel çerçeve içinde yapılacaktır.  

C. ÖNERİLER .YERLEŞME DÜZENİ — KONUT SORUNU İLİŞKİLERİNE AİT ÖNERİLER:

–         Konut sorunu sağlık ve eğitim gibi bir sosyal sorun olarak kabul edilmelidir.
–         Konut bir sömürü aracı olmaktan kurtarılmalı ve «halk yararına devlet eli ile» çözümlenmeye çalışılmalıdır.
–         Bu durumda «planlama» şarttır ve bu planlamanın ekonomik, sosyal ve fiziksel boyutları içeren «geniş kapsamlı» bir planlama olması gereklidir.
–         Bölge ve kent ölçeklerinde ilgili kurumların, planlama ve uygulama örgütleri aracılığı ile konut üretimi devletçe yürütülmelidir.
–         Toplu konuta yönelmiş kooperatifler belirli oranlarda «kiralık konut» yapmak ve araziye sahip olmamak koşulu ile devletçe desteklenmelidir.
–         Ekonomik ömrü dolmamış konut stokunun spekülatif amaçlarla yıktırılmasını önleyecek ve eskiyen konutların onarımına önem verecek kent yenileme politikaları geliştirilmeli ve uygulamaya sokulmalıdır.
–         Kırsal alanlarda bugün var olan üretim ilişkilerinde köklü düzenlemelerin kısa devrede yapılmasının olanaksız olduğu dikkate alınırsa, kırsal alt yapı ve konut sorununa gerekenden fazla ağırlık verilmesi büyük ölçüde kaynak israfına yol açabilir. Diğer yandan kırsal üretim ve yerleşme düzeninde tedbir alınıp alınmaması kentlere nüfus akımını çok fazla etkilemeyecektir. Dolayısıyla gelecekte aşırı boyutlara ulaşması muhtemel kentsel konut, sorunu öncelik ve ağırlıkla ele alınmalıdır,

ARSA VE KONUT POLİTİKALARI İLİŞKİLERİNE AİT ÖNERİLER:

Konutların üzerinde yapıldığı «toprağın devletleştirilmesi» ve konutların «KİRALIK» olması gereklidir. Ancak belirli bir geçiş döneminde bu iki konuya ilişkin mülkiyet biçimi hakkında aşağıdaki öneriler uygulanabilir:

–          Düzenli ve planlı bir kentleşmenin sağlanabilmesi, kent parçalarının yenilenmesi, ancak KENT TOPRAKLARININ KAMU MÜLKİYETİNDE olması ile olasılık kazanır. Bu nedenle büyük kentlerle, hızla gelişen kentlerin çevrelerinde hızlı kamulaştırmalara gidilmeli, bu alanlarda devlet eliyle kiralık toplu konut inşa edilmelidir. Kamulaştırılmış alanlar hiçbir şekilde yeniden özel mülkiyete geçmemelidir. Kamulaştırmada kamu tarafından yaratılmış değer artışlar, hiçbir şekilde ödenmemelidir. Bugünkü durumda inşa edilmiş kent alanlarında da değer artışlarının tümüyle kamuya dönmesi için çözüm yollan bulunmalıdır.

–         Çağdaş toplumsal yaşantıya cevap verebilecek bir arazi kullanma ‘ düzeninin ve toplu kullanmalardan doğacak ekonomilerin sağlanabilmesi için toprağın parsellenmesine ve hisseli tapu uygulamasına son verilmeli”dir. –         Konut sorununu çözme adı altında halkı mülk sahibi yapma tutumunu sürdürülmesi, ileri üretim düzeninin gerektirdiği «işgücü hareketliği» ni önler. Çalışan kentli nüfusun toprağa bağımlı kılınması toplumun alt kesimlerinin demokratik hak ve özgürlük mücadelesini kırıcı etkiler doğurur. Bu yaklaşım içinde değerlendirildiğinde, «gecekondulara tapu, dağıtma» işlemi rahat, fakat yanlış bir düşünüştür. Bu nedenle özellikle büyük üretim merkezlerinde devlet «kiralık konut» üretimi yoluna gitmelidir,

KONUT ÜRETİMİ VE TEKNOLOJİ SEÇİMİNE İLİŞKİN ÖNERİLER:

Bugünkü koşullar sürdükçe tahmin edilen konut ihtiyacını karşılamak olanak dışıdır ve sosyo-ekonomik yapının mekâna yansıması giderek ağırlığını arttıracaktır.

–          Teknik ve sosyal alt yapı ile belediye hizmetlerini bugün elinde tutan devlet, konut üretimi görevini de yüklenmeli, piyasa mekanizmasını denetleyerek ağırlığını duyuran bir politika izlemelidir.

–          Geçiş döneminde küçük kentlerde ve büyük kentlerin mevcut yerleşme alanlarında küçük üretici eliyle konut üretiminin devam etmesi kaçınılmazdır, fakat bu üretim kesin bir kamu denetimi altında yapılmalıdır.

–         Konut sorununa yaklaşımda, ekonomi sağlama, arazi kullanma ve konut yerleşim ilişkileri açısından devlet eli ile toplu konut inşaatı kaçınılmazdır. Toplu konut yapımında, sosyal konut barınma birimleri için esas alınmalıdır. Sosyal konut yalnızca yoksul ve dar gelirliler için inşa edilecek bir barınma birimi olmayıp, çağdaş endüstrileşmiş toplumların konut tipidir. Bu nedenle sosyal konut bütün toplum, sınıf ve tabakalar için geçerli kılınmalı ve lüks konut üretimi önlenmelidir. Toplu sosyal konut standartları; ülke koşulları, konut ihtiyacı ve değişimi göz önünde tutularak yeni baştan ve farklı bir biçimde saptanmalıdır. Böylece bugün ayrılabilen yatırım payları ile daha çok konut birimi üretme olanakları doğacaktır.

–          Hızla artan konut ihtiyacı küçük üretim ve geri yapı teknikleri ile karşılanamaz bir düzeye gelmiştir. Bu nedenle konut üretim teknolojisinin ülke koşulları ve çıkarları ön planda tutularak saptanması için araştırmalar-yöntem, teknik, istihdam, malzeme vb.-en kısa zamanda başlatılmalıdır.

–         Teknoloji saptanması paralelinde, yapı üretiminde gerekli insan gücünün, (işçisinden mühendisine kadar) nitelik ve niceliğinin saptanması, bunların yetiştirilmesi için eğitim ve öğrenim düzeninin yeniden gözden geçirilmesi, bu insan gücünün – her kademe ve her uzmanlık dalı için çalışma alanlarının, görev yetki ve sorumluluklarının teknik ve yasal tanımlarının yapılması zorunludur. Ancak ne olursa olsun, yetiştirilmiş insan gücünden gereğince yararlanabilmek için, yapı üretiminde çalışanların – işçisinden mühendis ve mimarına varıncaya kadar-sendikal örgütler bünyesinde toplanması sağlanmalıdır. Yapı üretiminde çalışanlar, bu örgütler aracılığıyla, bu üretimin parçası oldukları halk kitleleri yararına yönlendirilmesinde önemli bir rol oynayabileceklerdir.Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı dönemi sonunda 750 bini bulacak olan yapı işçilerinin nitelikli hale getirilmesi için, yapı sektörüne, istihdam sorununu çözme aracı olarak bakmaktan vazgeçilmeli, bu alandaki işgücünün sürekliliği sağlanmalıdır. Sendikal örgütlenme bu sorunun çözümü içinde tek çare olarak kabul edilmelidir. Kendi insan gücümüzden yararlanmamızı önleyen, teknik elemanlarımızı işsizliğe ve ücret düşüklüğüne iten, ana kararlarda uluslararası tekellerin çıkarlarını gözeten yabancı teknik hizmet ithaline son verilmelidir.ORGANİZASYON VE KAYNAK KULLANIMINA İLİŞKİN ÖNERİLER :Yukarıda sıralanan önerilere ait politikaların yürütülebilmesi için konut sorunuyla ilgili kuruluşların bütünlük içinde yeniden örgütlenmesi ve finansman kaynaklarının kullanma şekillerinin yeniden düzenlenmesi gereği vardır. Kalkınma, istihdam ve kaynak kullanma politikaları açısından maliyeti düşük, daha iyi nitelikli, daha fazla konut üretimi için yapı endüstrisinin geliştirilmesi ve yapı sürecinin devletleştirilmesi zorunludur.
–         Yerli ve yabancı tekellerce toplu konut üretimi konut sorununu çözemez ve böyle bir iddiaları olmadığı da bilinmektedir. Bu girişimciler piyasayı ellerine geçirdiğinde -fiyatları çıkarlarına göre ayarlamak, daima orta, ve yüksek gelir guruplarına göre konut üretmek, bunların tasarruflarının tamamını ezmek yoluna gideceklerdir. Böylece bugün inşaat sektöründeki küçük üretici kesim, kıza zamanda tasfiye edilecek, yapı üretimimiz giderek yabancı tekellerin denetimine girecektir.Bu nedenlerle yerli ve yabancı tekellerin toplu konut üretimi alanındaki girişimleri kesin olarak engellenmelidir.«Şehir gelişme projeleri» adı altında Dünya Bankası aracılığı ile, büyük kentlerimizin ulaşım, alt yapı ve konut sorunlarına el atan ve yatırım projeleri için zemin hazırlattırmakta olan yabancı tekellerin girişimleri zaman kaybetmeden önlenmeli ve bunlara olanak veren «anlaşma»lar iptal edilmelidir.
–         Bütün sosyal güvenlik fonları tek merkezde toplanmalı, devletin konut yatırımları ile ilişkisi kurulmalı ve bütünlük içinde konut yatırımlarına dönüştürülmesi için etkili bir kurum oluşturulmalıdır. Adı geçen fonların birikimini sağlayan toplum kesimleri bu kurumun yönetiminde söz sahibi olmalıdır.
–         Konut, endüstrinin gelişmesine yardımcı bir sosyal alt yapı sorunu olarak kabul edilmeli, bütün endüstriyel kuruluşların «konut fonu» na katkısı sağlanmalıdır.
–         İmar, yasa ve yönetmelikleri toplu sosyal konutun iç ve dış işlevsel ilişkilerine olanak verecek esneklikte değiştirilmelidir.

KONUT SORUNU İÇİNDE GECEKONDU OLGUSU :

Gecekondu olgusu konut sorununun ayrılmaz bir parçasıdır ve ondan bağımsız olarak incelenebilme olanağı yoktur. Gecekondu olgusu bir uyum ve tampon mekanizmasıdır. Ortadan kalkması için, onu meydana getiren değişkenlerin-yani gerçek anlamda endüstrileşememe ve onun sonucu olarak sahte kentleşme ve gelir dağılımındaki adaletsizliğin-ortadan kalkması gerekir.

Devamlı ve güvenilir iş bulamayan halk kitleleri tek sosyal güvenceyi ‘«gecekondu» da bulmaktadırlar. Bu nedenle, bu kişilere daha iyi bir konut ve çevre sağlanıncaya kadar kendi buldukları çözüm yolunun geçerliliği kabul edilmelidir.Gecekondunun, halkın kendi olanaklarıyla gerçekleştiği, içinde yaşadığı sürece inşaatı devam eden, büyüyen, yenileşen bir konut tipi ve üretim süreci olduğu bilinmeli, bu sorunun yalnızca görüntüsünü düzeltecek dış karışmalarla çözülemeyeceği kabul edilmeli ve devlet aracılığıyla gecekondu ıslahı, yenilenmesi ve benzeri yollardan vazgeçilmelidir. Gecekondulara yasal geçerlik kazandırılmalı, seçim dönemlerinde baskı ve çıkar aracı olarak kullanılmalarına son verilmelidir. Gecekondular içinde oturanlar daha iyi bir konut sağlanmadıkça yıkılmamalı; ama gecekondulara tapu dağıtımı yoluna hiç bir şekil ve nedenle gidilmemelidir.

Gelişmiş, gelişmekte olan ve gelecekte gelişecek oları gecekondu alanları için benimsenecek olumlu politika, bu alanların düzenlenebilmesini sağlayacak gerçekçi planlama yaklaşımlarının belirlenmesi ve bu alanlarda yaşayan ve yaşayacak toplum kesimlerinin sağlıklı yaşama koşullarına kavuşturulması olmalıdır.

IV. SONUÇ

Burada yapılmaya çalışılan değerlendirme ve öneriler, konut konusunda, ülkedeki mevcut sosyal gelişmeyle çelişmeyecek, tam tersine ona katkıda bulunacak şekilde ve özellikle köklü bir sosyal sistem değişikliği sonrası getirilebilecek çözümler için hazırlayıcı olmak amacıyla izlenmesi gereken politika üzerinde yaygın bir tartışmayı başlatmayı amaçlamaktadır. Ülkede bugün için izlenmesi gereken konut politikaları üzerinde, konu ile ilgili tüm kuruluşların konut ihtiyacı giderilemeyen tüm halk kesimlerinin katılacağı bir tartışma ortamının yaratılması, en azından sorunun nedenleri ve gerçek çözümünün ön koşullan üzerindeki doğru görüşlerin yaygınlaşmasına yarayacaktır.


Spread the love