Son günlerde ardı ardına ithal kömürle ve doğalgazla çalışan elektrik santrali lisanları verilmeye devam ediliyor. Enerji bakanlığının ve Enerji bakanlığına bağlı kurumların internet sitelerine baktığımızda bunu çok açık bir şekilde görmemiz mümkündür.
Oysa fosil yakıtların fiyatı her geçen gün artmaktadır. Bu bedel artışı orta ve uzun gelecekte daha da artarak devam edecektir. Bu bilinen bir gerçektir. Ama bütün bu gerçeklere karşın, birçok firma binlerce dönüm araziyi üreticilerden satın alarak o tarım arazilerinin ortasına ithal kömürle ya da doğalgazla çalışan elektrik santralleri kurmaktadırlar. Ama bu durum nereye kadar devam edecek? Elektrik bedellerini artıran bu özelleştirme ve ithal kaynaklara dayalı model sonucunda; sanayi üretiminin ülkemizde kalması mümkün görünmemektedir. Üretim giderek ileri teknolojiye dayanmakta ve enerji en önemli girdiler arasına girmektedir. Bu durumda ülkede emeğe ödenen ücretleri ne kadar indirirlerse indirsinler, gene de enerjinin ucuz olduğu ortamdaki rekabet gücünü yakalamak mümkün değildir.
Durum böyle olunca ileride enerjiyi ucuzlatmak için; zorunlu olarak elektrik üretimi ve enerji gereksinimi fosil kaynaklardan, yenilenebilir enerji kaynaklarına dönmek zorunda kalacaktır. Hatta bunun için tazminat ödemek bile göze alınacaktır. Çünkü o tazminatları ödemek, o santralleri çalıştırmaktan daha az bedel ödememizi sağlayacaktır.
Oysa uzun vadeli olarak yapılan doğalgaz ve kömür anlaşmalarını gözden geçirerek, şimdiden alımları azaltma ve minimum seviyede tutma yoluna gidersek, ileride daha karlı olacağımız açıktır.
Devreden çıkartılacak her doğalgaz santralinin yerine rüzgâr ve su santrali kurmamız mümkündür. Ülke elektriğinin yüzde 20’sini rüzgârla geri kalanını da su ve güneşle karşılamamız mümkündür. Bütün bunlar yetmediği durumda, kendi fosil kaynaklarımızı “temiz” yakma teknikleriyle değerlendirmemiz mümkündür. Fakat o duruma gelinceye kadar zaten güneş ile elektrik üretme teknolojisi çok ekonomik seviyeye inecektir.
Diğer yandan jeotermal enerji konusunda dünyanın üçüncü, Avrupa’nın ise birinci büyük potansiyeline sahip olan ülkemizde; jeotermal kaynakların üzerine kurulmuş yerleşim birimlerinde bile doğalgazla ısınma uygulamaları devam etmektedir. Oysa jeotermal kaynakla ısınmak; en ucuz fosil yakıtlı ısınma yöntemi olan yerli linyitle ısınmanın bile yarı maliyetine bir ısınma olanağı sunmaktadır. Üstelik hiçbir şekilde hava kalitesine olumsuz bir katkı sunmadan bu ısınma gerçekleştirilmektedir.
Bir yanda su santrallerinin, az miktarda rüzgâr santrallerinin izinleri verilmekte, ama çoğunlukla da fosil yakıtlı santrallerin lisansları verilmektedir. Şu anda ithal kömür ve doğalgaz santrallerinin elektrik üretimindeki yeri yüzde 60’ları geçti. Bu tırmanış devam edecek gibi… Elektik üreten santrallerden henüz özelleştirilememiş olanların ve yerli kaynakların sıfırlanamamış olması, enerji bedellerinin daha da yükselmesini şimdilik önlemektedir. Kamudaki santrallerin özelleştirilmesi, yerli kaynakların kullanım oranın daha da azalması durumunda, elektrik bedellerinin daha da yükseleceği kaçınılmazdır.
Bu gün ülkemizin yöneticileri, yurttaşı uyutmak için; “uluslararası enerji piyasasının aktörlerinden birisiyiz” gibi boş böbürlenmelerin içerisindedirler. Kendi ulusal enerji politikaları olmayan bir ülkenin; dünyanın ya da bölgenin enerji politikasının belirlenmesinde aktör olması mümkün müdür? Bu durumda en fazla ikinci sınıf bir figüran veya bekçi olunur.
Bir an önce uzun vadeli fosil yakıt anlaşmalarının iptal edilmesi, enerjideki özelleştirmelere son verilmesi, yerli ve yenilenebilir enerjilerimizin kullanımının kamu eliyle ve tek elden yönetilmesi gerekmektedir. Tersi durumda daha birçok fabrika kapanacak, işsizler ordusuna yeni işsizler katılmaya devam edecektir. Diğer yandan ülke kaynakları emperyalist enerji baronlarına akmayı sürdürecektir.
Zararın neresinden dönülürse kardır!
*Evrensel Gazetesi 19.Kasım.2008