“Üretim zorlaması”: Durdurmadan durmayacak – Umar Karatepe (Sendika.Org)

Maden ve inşaat sektörlerindeki iş cinayetleri “Yeni Türkiye” rejiminin meşruiyeti için ciddi bir sorun oluşturmaya başladı. AKP iktidarı “İş Güvenliği Eylem Planı” açıklayarak bu meşruiyet sorununu çözme çabasında.

Taşeron ve rödovans sistemine son verilmesi, işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında piyasa dışı özerk-demokratik bir kurumsallaşmaya gidilmesi, sendikalaşma önündeki engellerin kaldırılması gibi başta DİSK olmak üzere emek-meslek örgütlerince dile getirilen çözüm önerilerinin hiçbirine dair en ufak bir adım “yeni” planda yer almıyor. Bu kadar boş bir paket ancak oldukça süslü sözlerle pazarlanabilirdi ki öyle oldu. Başbakan Ahmet Davutoğlu “İş Güvenliği Eylem Planı”nını açıklarken madenlerle ilgili olarak “Kimse üretim zorlamasında bulunamayacak, bulunursa işi durdurulacak ve sözleşmeyi feshedeceğiz” dedi.

“Üretim zorlaması” Soma Katliamı’nın ardından sıkça duyulmaya başlanan bir kavram. Maden işçileri tarafından “hadi hadi” düzeni olarak tercüme edilen “üretim zorlaması” rödovans modeliyle hayata geçirildi. Modelin temeli, devletin kendi mülkiyetindeki madeni kiraya vermesi ve madende ne üretilirse onu satın alması şeklinde yürüyor. Maden şirketi en az maliyetle ne kadar çok kömür çıkarırsa o kadar çok kazanıyor. Böylece, işçilerin beş dakika soluklandıklarında bile “hadi hadi” diye işe koşuldukları bir emek cehennemi yaratılıyor. Sonuçta, özel sektörde üretilen bir ton kömür için TTK’ye (Türkiye Taş Kömürü Kurumu) oranla 10 kat daha fazla işçi ölüyor.

AKP’nin İş Güvenliği Eylem Planı’nda yerini sağlamlaştırdığı rödovans modeli tam da “üretim zorlaması”nı mümkün kılmak için tasarlanmış. 2004 yılında Maden Yasası’ndaki değişikliklerin ardından Türkiye Kömür İşletmeleri’nin yeraltı kömür üretiminin yarısından fazlası rödovans modeliyle sağlanmış. Rödovansın önününü açan değişikliklere dair TBMM görüşmelerinde “verimlilik”, “üretim artışı” gibi kavramlar bolca kullanılmış. Davutoğlu hükümetinin programında bu konudaki “başarı” şu ifadelerle anlatılıyor: “(…)kömürün enerji portföyümüzde daha ağırlıklı olması için harekete geçtik. Göreve geldiğimizde 8 milyar ton olan kömür rezervine (…) 6,8 milyar ton daha ekledik.”

Üretimi yüzde 80 artıran bu “zorlama” ile övünç duyulan hükümet programında, “hadi hadi” düzenine de “devam” deniyor. “Cari açığı daha düşük seviyelere indirmek ve enerjide dışa bağımlılığı azaltmak amacıyla” yerli enerji kaynaklarının payının artırılmasına “kararlılıkla” devam edileceği söylenerek nükleerin yanında kömüre de işaret ediliyor. Türkiye’de tüm sektörlerde karlılık ortalaması yüzde 3.9 iken yüzde 15.5 ortalama karlılık ile çalışan madencilik, teşvik siteminde öncelikli yatırımlar kapsamına alınıyor.

“Hadi hadi” diyen resmi belgeler hükümet programı ile sınırlı değil. 2015-2017 yılları için hükümetin yol haritası olan Orta Vadeli Program’da şöyle söyleniyor: “Linyit kömürü (…) gibi yerli kaynakların arama ve üretim faaliyetleri azami seviyeye çıkarılacaktır.” Üstelik hükümet bu kararını dünyaya da ilan etti. G-20’de sunulmak üzere hazırlanan “Ekonomide Öncelikli Dönüşüm Programı Eylem Planı”nda yer alan “Yerli Kaynaklara Dayalı Enerji Üretim Programı”, enerjide yerli kaynağın yüzde 27 olan payının 2018 yılı sonunda yüzde 35’e çıkarılmasını hedefliyor. Bu programda, Afşin Elbistan, Konya Karapınar ve Trakya Ergene gibi büyük linyit havzalarında alım garantili termik santraller kurulacağı duyuruluyor.

Bu da daha fazla termik santral daha fazla kömür ve daha fazla maden işçisi demek. Davutoğlu içi boş bir paketle “üretim zorlamasına son vereceğiz” derken Soma-Yırca’da köylüler, Kolin şirketi tarafından gerçekleştirilen “çitlemeye” son veriyor, termik santral için kesilen zeytinlerini yeniden dikmeye hazırlanıyordu. Aralarında o köyde yaşayan Dev Maden Sen üyesi maden işçileri de vardı ve zeytinin kesilmesinin madene doğru giden yolda “hadi hadi” demek olduğunu en iyi onlar biliyordu. Bülent Arınç’ın bahsettiği “dağ taş”, güvencesiz ve geleceksiz işçi ordusuyla dolsun, bu işçiler rahat rahat daha fazla üretime “zorlanabilsin” diye çitliyorlardı zeytinlikleri.

Aynı Kolin’in enerji dağıtım şirketi BEDAŞ’tan işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri talep ettikleri için atılan Enerji-Sen üyesi işçiler, şirketin önündeki çadırda direnmeye devam ediyordu.

Davutoğlu “sendikalar kaza olmadan üyelerini hakları konusunda bilgilendirmeli” derken sağında oturan Enerji Bakanı konuyla ilgili olarak sendikanın başvurularına, görüşme taleplerine aylardır yanıt vermemişti.

Kısacası “üretim zorlaması” dedikleri madende-inşaatta ölüm, parklarda-korularda panzer, zeytinliklerde çitleme, ormanda 1000 odalı saray! Üstelik kendi kendine duramayacak kadar krizde! Durdurmadan durmayacak, yıkmadan yıkılmayacak! Öznesi de yazının içinde…