Üretim sürecinde ücretli, işsiz mühendis, mimar ve şehir plancılarının yeri ve toplumsal konumları (1-2) – Yavuz Bayülken

Yaklaşık 1850’lerde, sanayileşmenin belirli bir aşamasında doğan, çağdaş kimliğini 1929 büyük ekonomik krizi ile bulan mühendis, küreselleşen kapitalizmle birlikte yeni bir kimlik arayışının peşindedir. Mimarlık ise daha eski (kadim) bir geçmişe sahiptir. Ancak burjuvazinin iktidarı ele geçirmesi ve kentlerde meta üretimi ve satımına geçmesi ile doruk noktasına ulaşan bir meslek evrimi izlemiştir. Bugünlerde tekelleşen inşaat sektörünün girdabında tasarım ve konsept (kavram) arayışının peşindedir. Şehir planlama ise çok daha yakın bir dönemin ürünüdür. Pek çok parametreyi optimize edecek bir anlayışı, kapitalizmin dizginlenemez gücüyle bağdaştırmakla kimliğini bulmaya çalışmaktadır.


İkinci Dünya Savaşı hem mühendis, hem de mimar ve şehir plancısı için bir sarsıntı, yeniden toparlanma ve sıçrama döneminin başlangıcıdır. Aşırı üretim, atıl kapasite, biriken ve yatırıma dönüşemeyen sermaye, yüksek işsizlik oranı, dizginlenemeyen kâr ve toplumsal dengelerin bozulması 1929 krizini ve sonraki ekonomik krizleri tetiklemiştir. Buna koşut olarak emek, sermaye ve politik güç ilişkileri yeniden biçimlenmiştir. Patlayan savaş aslında kapitalizmin yeni kanallara arayışına devletlerin müdahale anlayışına ve emeğin yükselen mücadelesine “şiddetle” çözüm arayışıdır. Savaş yeni teknolojileri yaratmış ve mühendisin görev kapsamını yeni bir yükseliş çizgisinde farklılaştırmış ve yetkinleştirmiştir.

Savaş sonrasından 1970’lere kadar yeniden paylaşım, hem yeni ülkelerin sınırlarını ve sistemlerini belirledi hem de pazarın boyutlarını alabildiğine genişletti. Yeniden üretim pazarları yeni ürün ve teknolojilerle doyururken bir başka krizi de gündeme getiriyordu. Krizin karşısında en köklü dönüşüm,toplum-sal yaşantının her alanında koşullandırılmış olan “Ford-Keynes” sisteminden kaynaklanan üretim/tüketim modelinin esnekleştiril-mesi yolunda atılmıştır. Taylorizm, H.Ford’un, araçlarının seri üretiminin gerçekleştirildiği montaj hattından çok önce sanayiyi yönlendirmeye başlamıştır. Burada temel kural; seri üretim, kitle üretimi ve akılcı-modern-popülist demokrasi üçlüsünün sahne almasıdır. Buradaki sınıflaşmada bilinçli bir işçi sınıfına gidiş söz konusudur.

Bu yapıda Keynesçi program; kitle üretimini tüketebilecek zamana ve olanağa sahip olan, eğitim, barınma ve sağlık gibi temel gereksinimleri sağlanan, piyasa karşısında korunan, örgütlü/sendikalı bir çalışanlar kesimini düşleyen “refah devletini” öngörüyordu. Çağdaş işçi sınıfı kadar çağdaş mühendis ve mimar da 2. Dünya Savaşı ertesinde doruğuna ulaşan bu ortamda öngörüyordu. Sermayenin yapısal dönüşümü şirket birleşmelerini de kışkırtmıştır. Örneğin 2005’te bir veya birden fazla Avrupa şirketini içeren toplam alım satımlarının sayısı 8022’ye, toplam değeriyse 876 milyar dolara erişmiştir.

Birleşme hummasının sonucu, mühendislerinde içinde bulunduğu her sektörden binlerce, on binlerce emekçi, işlerinden atılmıştır. Bir kısımda şirketle birlikte “ürün stoku” gibi yeni firmaya satılmıştır (devredilmiştir). Son iki yıl içinde yalnızca Avrupa ve ABD’de büyük şirket evliliklerinden dolayı 350.000 kişinin işine son verildiği kaydedilmiştir. Bu durum, küresel kapitalizmin emekçiler üzerindeki ekonomik tehditlerinden yalnızca biridir. Mühendis, mimar ve şehir plancıları üzerinde yalnızca ücretlerinin yeterli olmaması değil iş güvenliğinin yok edilmesi ve işsiz bırakılması olgusu da Demokles’in kılıcı gibi asılı durmaktadır. Dünya yeniden emeğin köleleştirilmesine doğru rotasını çevirmiştir.

Yeni Liberalizm, Fordizm’in seri üretiminin karşısına, Toyota’da uygulanan yaygın biçimiyle, esnek üretimi koymaktadır. 1980’ler-de başlayıp 2000’lerde yerine oturan bu teknolojik uygulama ile emeğin bir parçası olan mühendislikte kimlik aşağıdaki gibidir:

– Tekrarlanan parça işlerdeki bağımlılık yerine, farklı ünite ve işlevlere kayan bir nitelik kayması ve fonksiyonel bir değişim ortaya çıkmıştır.

– Bunun gereği olarak işyerinde mühendis-mimar sürekli olarak eğitime tabi tutulmakta, belirli normlar şirket kültürüyle harmanlanarak benimsetilmektedir.

– Yönetim kademesi ile üretim-dağıtım-pazarlama kademeleri “bilgi-deneyim ve denetim” de bütünleşmiştir.

– Hiçbir işte uzmanlaşma istenmemekte,
karar sürecinde, inisiyatif kullanmada ve verimlilikte sorumluluk yaygınlaşmıştır.” Verimlilik artışı” mesai dışı çalışma, yoğun çalışma, birkaç kişilik çalışma ile özdeş olmaktadır.

-Mühendis, yeni örgütlenmede dişlinin bir parçası değil, tüm sürecin rutin bir akıllı vidasıdır. Kafası ve emeği ile işin tamamına eklemlenmiştir.

– Her şirket “şirket kültürü” adı altında, mühendis ve işçiye, sembol, tören ve ritüellerle beslenen bir aidiyet kazandırmaya çalışılmaktadır.

– Ücretler, güvenceler ve sosyal ayrıcalıklar, her mühendisin süreç içerisindeki başarısına ve uyumuna göre, bireysel pazarlığa ve takdire dayalı kriterlere göre belirlenir. Çalışanlar arasında rekabet temel unsur olarak ele alınır.

Üretim sürecinde ücretli, işsiz mühendis, mimar ve şehir plancılarının yeri ve toplumsal konumları (2)
Mühendisin toplumdaki yeri, sınıfsal konumu ve üretim sürecindeki işlevi pek çok tanım ve yoruma konu olmuştur. F.W. Taylor’un mühendis tanımı “Kapitalist işletmenin sorunu, mühendisin sorunudur. Mühendis her şeyden önce bir yöneticidir” şeklinde olmuştur. Taylor devam eder; “Mühendisin temel görevi tüm çalışanların tek tek refahını sağlamaya bağlı olarak işveren maksimum refahını sağlamaktadır”. O halde bu bağlamda mühendislik, hem işçinin istediği en yüksek ücreti alabilmesinin hem de işverenin istediği gibi, üretimi olası en düşük iş gücü maliyeti ile gerçekleştirilebilmesinin koşullarını sağlayan temel bir yönetim işlevidir. Burada pek çok parametrenin yer aldığı bir denklemi çözmek ve optimal sonuçları elde etmek söz konusudur.
Bu konuda ikinci tanım T. Veblen’e aittir. “Mühendislik, işletme düzeyinde bir yönetim işlevini değil, sanayi toplumunun özgün niteliğini tanımlayan, köklerini modern teknolojinin yapısında bulan bir bakış açısını simgelemektedir.”. Buna göre sanayi toplumu nüfusun refahını sürekli arttırır. Mühendislik sanayinin koşullarında sürekli iyileştirmelerle üretkenliği arttırıp, insanın maddi var oluşunu geliştirebilme gücüne sahiptir. Kapitalizmde sermaye-emek çelişkisinin yanı sıra daha çarpıcı biçimde mühendis-işadamı çelişkisi vardır.

Aynı durum “estetik-işlev ve malzemeyi” optimize etmekle, meslekte rasyonelliği sağlayacak mimar ve kent dokusu ile nüfusu ihtiyaçlar doğrultusunda bütünleştirecek planlamayı yapan şehir plancısı içinde geçerlidir. Yatırımı ve üretimi kitleler lehine hesaplayıp, planlayarak gerçekleştirmek bu meslek grubunun temel işlevi olmalıdır.

Taylor ve Veblen’in tanımlarında iki uç durumda:

– Bir yanda işverenin beklenti ve rasyonalitesi ile uyumlu görev yapan mühendis » Öte yanda işverenle, geçmiş kitle yararına karar almakla, çelişkili konumda mühendis karşı karşıya gelmektedir. Birincide mühendis ayrıcalıklı bir toplumsal katmanda, ikincisinde politik bilinci gelişmiş, emek cephesinin yanında aktif rol üstlenen bir rolde “çalışanların içinde” yer almaktadır.

Günümüzde küreselleşmeye karşı, kamu yararına, toplum refahına yönelik, planlı ve istihdam odaklı sanayileşme, egemen sınıfların politikaları ile örtüşmemektedir. Uluslar arası tekellerini yoğunlaşma ve toplulaşması, küresel gelirin %50’sinin %1’nin elinde olması gibi bir gerçeği tüm katılığıyla vurgulamaktadır. Bilim ve teknoloji kapitalist rekabetin araçları olarak işlemekte ve geniş emekçi kitlesinin daha çok sömürüsüne ve gelir dağılımının derinleşmesine yol açan araçları kullanmaktadır.

Mühendis ve mimarların giderek büyük bir kesimi, üretim sürecinde, ücretli emeğin bir katmanı olarak yer almaktadır. Burada ki mücadele yukarıda belirtilen genel savaşının kapsamında kalmaktadır. Küçük atölye sahipliği veya küçük mühendislik-mimarlık bürolarındaki üretim süreci, kapitalist bir işleyişten çok, bir zanaatkârın-kinin özelliklerini taşır. Bu büroların önemli bir bölümünde ücretli bir mimar veya mühendis yoktur. Hatta herhangi bir ücretli de çalışmaz. Büro sahibinin emeği belirleyici olup, hem işin sahibi bir kapitalist hem de bürosunun ücretli işçisidir. Sermayesi, işyerindeki araçlar veya atölyesindeki tezgahlardan ibarettir. Buralarda bir sermaye birikimi oluşamaz. 1990’h yıllarda büyük işletme ve yapı şirketlerinin kurulması ile, atölye/büro’ların bir kısmı batmış, yenileri oluşturulamamış, buradaki mühendis ve mimarlar ücretli emek kategorisine geçmiştir.

Günümüzde yatırımların önemli ölçüde imalat sanayi sektöründe önceliği ve yoğunluğu kaybetmesi üretimin “verimlilik artışı” adı altında istihdamı genişletecek bir model almaktan uzaklaşması, işsizliği gündemin birinci maddesine oturtmuştur. Özellikle Türkiye’nin hemen tüm sektörlerinde büyümeye ve üretim artışına karşın, işsizlik artmaktadır. Aslında bilindiği gibi işsizlik, kapitalist yapının zorunlu bir ürünü ve ön koşuludur. Genel olarak, çalışanları (emekçileri) işsizliği götüren nedenler, iş gücü pazarıyla bütünleştikleri ölçüde,mühendis, mimar ve şehir plancılarını da “yedek işçi ordusu” içinde yer almaya zorlayan koşulları yaratır.

Mühendis, mimar ve şehir plancılarının meslek örgütleri olan odalar, her yıl giderek artan üyelerinin üretim sürecinin dışında kaldığını, ücretlerinin düştüğünü, iş güvencelerinin azaldığını hatta yok olduğunu bilmekte ve açıklamaktadırlar. Ancak 1975’den bu yana sağlıklı bir “üye profili” araştırması yapılmammış, yapılanlar analiz edilmemiştir. Dolayısıyla işsizlik ve ücretlere ilişkin kayıtlar ortaya konulmamıştır. Ancak işsizliğin mimar mühendis ve şehir plancılarında önemli sorunlardan biri olduğu açıktır. Tek tek odaların örgüt birimlerinden gelen raporlarda %10-15 arasında işsiz mühendis olduğu belirtilmektedir. Ücretli mühendisler ise toplamın yaklaşık %85’ini oluşturmaktadır. Dolayısıyla yukarıda yaptığımız analizlerin, önemli bir mimar-mühendis kitlesi ile örtüştüğü ortaya çıkmaktadır.

Mühendis, mimar ve şehir plancılarının üretim süreci içinde konumları, işlev ve yeri bir kez belirlenince, onların ortak emek mücadelesinde yer alması ve küresel kapitalizmin kitleleri köleleştiren ve yoksullaştıran araçlarına karşı birlikte hareket etmesi doğal olarak kaçınılmazdır. TMMOB’ye bağlı meslek odalarının bu mücadelede önemli bir sorumluluk yüklendiği ve, bunun yerine getirilmesi için her platformu kullanması gerektiği açıktır.

 

Kaynak: sendika.org