Su; Yaşamdır, Haktır, Halkındır Satılamaz – Mehmet Göçebe

İnsanlığın ve tüm canlı yaşamın temel kaynağını oluşturan, devamlılığını sağlayan, kültürlere biçim veren, tarih boyunca uygarlıkların gelişmesinde önemli rol oynayan su vazgeçilmez bir değerdir. Emperyalist kapitalist sistem bu değeri tekellerin çıkarları doğrultusunda piyasadaki herhangi bir ürün gibi alınıp satılacak bir ticari mal/meta haline dönüştürmek istiyor. Bunu hayata geçirebilmek için de uluslar arası su konferansları, her üç yılda bir “dünya su forumları” düzenliyor.

1977 yılında yapılan BM “Su Konferansında” alınan “İçme Suyuna Erişim Bir İnsan Hakkı” kararı, 1992 Yılında Dublin de yapılan “Uluslar arası Su ve Çevre Konferansında” su “Ekonomik bir mal” olarak tanımlanmıştır. “kapitalizm, doğal kaynakları üretimin devamını karşılayamayacak kadar azaldığında metalaştırılmak zorundadır. Bir doğal kaynak, ancak kapitalist üretime girdi olarak girip, süreklilik arz ettiği sürece bedava bir girdi olarak kapitaliste doğanın bir armağanı olarak üretimde yer alır. Ne zaman ki bu doğal kaynağın artık üretimin ihtiyaçlarını karşılama kapasitesi azalır, işte o zaman o doğal kaynağın metalaşmasının vakti gelmiştir.” Diyor Marks. İşte Marks tarafından tanımlanan vakit de su için 1990’lı yıllardır.1992 Dublin Konferansının 2. maddesi; “Suyun geliştirilmesi ve yönetimi, bütün düzeyde kullanıcıların, plancıların ve politika yapıcıların dahil olduğu katılımcı bir yaklaşım temelinde olmalıdır.” 4. maddesi ise; “Su bütün kullanımları dahilinde bir ekonomik değerdir ve ekonomik bir mal olarak kabul edilmelidir.” Kararları alınmıştır. Aynı yıl Rio’da geçekleşen Çevre ve Kalkınma Konulu BM Konferansı’nda da suyun “ eko-sistemin bir parçası, doğal bir kaynak, sosyal ve ekonomik bir mal” olarak algılanması gerektiği belirtilmiştir.

Su yönetimi ve finansmanına yönelik Dünya Bankası da (DB) 1993 tarihli “Su Kaynakları Raporu” hazırlamıştır. Bu rapora göre;

– Su ekonomik bir maldır.

– Tam maliyete dayalı fiyatlama yapılmalı, sübvansiyon kaldırılmalıdır

– Su piyasalarının oluşturulması ve özelleştirme yapılmalı

– Su fiyatının serbest piyasa kurallarına göre belirlenmesi

– Su idarelerinde desantralizasyon gidilmelidir. Temel politika olarak kabul edilmiş ve krediler de bu amaçla verilmiştir Suyun sermaye tarafından küresel düzeyde kontrol altına alınması için imzalanan en önemli anlaşmalardan biri de 1994 yılında Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ)’nü oluşturan anlaşmalardan çok taraflı olma özelliğindeki GATS-(Hizmet Ticareti Genel Anlaşması’dır.) GATS’ın 2000 yılı Ocak ayından bu yana sürdürdürdüğü müzakerelerinin 11. ana gündem maddesinden biri ise “Su iletim sistemleri, enerji ve atık su işleme”dir. Suyun kaynaktan temini, işlenmesi, iletim hizmetlerinin serbest piyasa koşullarında yapılmasıdır. GATS; “Bu anlaşma hiçbir zaman ulus devletleri kamu hizmetlerinin özelleştirmeye zorlama hedefi gütmemektedir.(…) Kamu hizmetleri piyasa ölçeğinde ticarileştirilmek, rekabete açık hale getirilmek zorundadır.” ifadesi ile de çok açık olarak su hizmetlerini kim yaparsa yapsın “Ticarileştirme, Piyasalaştırılma zorunluluğu” getirilmektedir. “20. Yüzyıl’da petrol, devletler ve şirketler için ne ifade ettiyse, 21. Yüzyıl’da da ülkelerin varlık düzeyini belirleyecek, değerli bir meta olan su aynı değerde olacaktır.” öngörüsüyle yola çıkan Emperyalist-kapitalist sistemin kurumları, özel şirketler, STK’ lar v.b, bir araya gelerek, 1996 yılında “Dünya Su Konseyi”ni kurmuşlardır.

Suyun ticari bir mal/meta olduğunu ve ticarileştirilmesini meşrulaştırmak için Dünya Su Konseyinin, her üç yılda bir düzenlediği “Dünya Su Forumu”larının beşincisini 16-22 Mart 2009 tarihinde İstanbul da yapacaktır. Dünyada su politikalarına yön verme ve politika uygulama araçlarını geliştirme amacını taşıyan diğer bir kuruluş “Küresel Su Ortaklığı” (GWP) Ağustos 1996 yılında kurulmuştur. Aralarında Birleşmiş Milletlerin, hükümetlerin, çok ortaklı bankaların, meslek kuruluşlarının, özel sektörün, STK’ ların yer aldığı bir örgüt olan “Küresel Su Ortaklığı”, “Dünya Su Konseyi”nin belirlediği politikaları yürütmek ve bunların ülkeler düzeyinde benimsenmesini sağlamak amacıyla çalışmaktadır. “Dünya Su Konseyi” nin İstanbul da yapacağı beşinci “Dünya Su Forum” una hazırlık için dünyanın ve ülkemizin bazı bölgelerinde “masumane” isimler adı altında toplantılar gerçekleştirildi.

İşte bu Konferanslardan biri de 09/09/2008 tarihinde İstanbul da yapılan “Sürdürülebilinir Su Yönetimi Konferansı” dır. Bu konferansta TÜSİAD’ ın “Türkiye de Su Yönetiminin Durumu: Sorunlar ve Öneriler” başlıklı raporunda “Türkiye için şebeke suyu hizmetlerine özel sektör katılımı düşünüldüğünde uygun düzenleme rejimi, politika yapıcı kurumların eşgüdümünde ve hizmetin özel sektör katılımına açılması öncesinde tesis edilmeli. Bu yöntemle, toplam su potansiyelinin kullanılması ve hizmet kalitesinin yükseltilmesini mümkün kılacak yatırımların kamu kurum ve kuruluşları ile yerel yönetimlerin karşılaştığı altyapı ve finansman sorunları bertaraf edilebileceğine” vurgusu yapılmıştır. TÜSİAD’ın bu talebi hükümet nezdinde hemen cevap buldu.

Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu da, “santrallerin yanı sıra şehirlerin içme ve kullanma suyu dağıtma, faturalama ve işletmesinin özelleştirilebileceğini” açıklayarak “Bu konuda aşağı yukarı 50 milyar dolarlık bir yatırım pastası var. Devreye özel sektörün girmesi isabet olur. Yap-İşlet-Devret konumunda çeşitli kolaylıklar getirdik. İşadamlarından beklentim, sulama projeleri yapmalarıdır. Devlet garantisi altında sulama tesislerini ihale ediyoruz” Diyordu. TÜSİAD Raporu da Bakan da bizlerin yabancısı olmadığı “sahibinin sesini” dile getiriyordu. AB’ nin resmi su politikasının temelini oluşturan, AB Parlamentosunun 2000 yılı Ekim ayında kabul edilen “Su Çerçeve Direktifi” (SÇD) ile de Su bir “ekonomik bir kaynak/meta” olarak tanımladığı gibi su kaynakları yönetiminde yeni kurumlar, yeni aktörler, yeni ilişkiler tarif etmektedir. Bunların hayata geçirilmesi için de stratejiler çizmektedir.

Türkiye de suyun ticarileştirilmesi ve özelleştirme uygulamaları; Ülkemizde 1981 yılında 2560 sayılı yasa ile kurulan “İSKİ Modeli Su İşletmeciliği” dönemi başlamıştır. “İSKİ Modeli Su İşletmeciliği” nin temel çizgisi içme suyunun ticarileştirilmesi, su hizmetlerinde özelleştirme olarak adlandırılabilir. Önce İstanbul da uygulanan İSKİ modeli zamanla tüm Büyükşehirlerde uygulamaya sokulmuştur. Bu modele göre su tarifesinde 1983 yılında fiyatlandırılmaya geçilmiştir. Bu modelle 1986 yılında dış borçlanmalara gidilmiştir. “İSKİ Modeli Su İşletmeciliğine” göre,150m2’ den küçük olan konutlardan “Müşteri Bedeli” adı altında geri dönüşü olmayan 362 TL alınmaktadır. İSKİ’ nin 4.300.000 abonesi (müşterisi) bulunmaktadır. “Müşteri Bedeli” adı altında alınan bu para, iş yerleri ve 150m2 den büyük konutlarda daha yüksektir.Yani her konut ve işyeri (müşteri) getirilen su için yapılan maliyeti piyasa fiyatlarına göre, hatta katlarıyla ödemektedir. Evimizde, iş yerimizde kullandığımız su; Su Bedeli, KSUB Bedeli, Bakım Bedeli olarak da ayrıca faturalanmaktadır.

Bu faturaları “Müşteri” ler olarak bizler de KDV’ siyle Çevre Temizlik Vergisiyle ödemekteyiz. Bugün Belediyeler tarafından verilen içme ve kullanma suyu ticarileştirilmiştir ve bunun ticareti de Belediyeler tarafından yapılmaktadır. Yuvacık Barajı (YİD)1995, Antalya SU (ANTSU) 1995, Adana (ASKİ)1997, Çeşme-Alaçatı (ÇALBİR)1998, Bursa (BUSKİ) 2000, Diyarbakır (DİSKİ, Erzurum, Konya (KOSKİ)2002, Fetihiye, Siirt (SİSKİ, Sivas, Van, Kayseri illerinin su ve kanalizasyon hizmetleri dış finansmana dayalı kaynakla yabancı-yerli ortak konsorsiyumlarına verilerek özelleştirildiği halde su sorunu bu illerde çözülemediği gibi sorun daha da büyümüştür. Ankara, İstanbul, İzmir illerinin su sorunu ise TV Programlarının tartışma konusu olduğu gibi, her gün gazete manşetlerinde yer almaktadır.

Ülkemiz ve Suyumuz Sahipsiz Değildir Suyumuzun emperyalizm ve işbirlikçi tekeller tarafından ticarileştirilmesine ve özelleştirilmesine karşı mücadele için Temmuz 2008’de, Mühendislik, Mimarlık ve Planlamada +İVME’ nin de içinde bulunduğu 120’ye yakın demokratik kurum tarafından “Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu” kuruldu. Suyun ticari bir mal/meta olarak görülmesine karşı çıkan platform, ” Su kaynakları halkın malıdır. Alınıp satılamaz, ticarileştirilemez, halkın su kullanım hakkı engellenemez.” diyerek İstanbul’da yapılacak 5. Dünya Su Forumu’na karşı etkinlikler yapmaktadır. Platform tarafından yürütülen mücadele ve alternatif forum örgütleme çalışmaları devam etmektedir. Kuşkusuz bu çalışmalar ve etkinlikler suyun tekeller tarafından ticarileştirilmesine ve özelleştirilmesine karşı mücadelenin sadece bir yanını ve başlangıç noktasını oluşturmaktadır.

Platform içinde, gerek suyun ticarileştirilmesi ve gerekse de suyun özelleştirilmesine karşı mücadele konusunda bir çok farklı yaklaşım söz konusudur. Fakat, “Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu”; “Dünya halklarının ortak malı olan su ve su kaynaklarının talan edilmesine ve sermayeye peşkeş çekilmesine izin verilemeyeceği” noktasında hemfikirdir ve bu noktada ortak bir mücadeleyi öngörmektedir. Su haktır ve halkındır. Dünya su politikasının temelinde su kaynaklarının yönetimi sorunu vardır. Sorulması gereken soru da “suyun yönetiminin kime ait olacağı” sorusuna verilen yanıttır. Buna göre suyun “kamu” ya da “özel sektör” tarafından sahiplenilmesi ve işletilmesi su finansman modelinin turnosolunu oluşturmaktadır. Su kaynaklarını yöneten o alanda tekel olacağı gibi o alandaki hakimiyeti de kuracaktır.

Suyun kapitalizmin ticari bir malı/metası olarak ticarileştirilmesi ve özelleştirilmesi başta yoksul halk kesimlerini vuracaktır. Bu anlamda su mücadelesi de, ezilen, emekçi halkın mücadelesidir. Köylünün, tarlasını bahçesini suladığı suya sayaç takıldığında, evlerimizdeki su sayaçları konturlu sayaçlarla değiştirilip, paramız olmadığında otomatik olarak sularımız kesilmeye başlandığında, özelleştirme tüm vahim sonuçlarıyla ortaya çıkmış olacaktır. Açlığın, yoksulluğun yanına, susuzluk eklenecektir. Emekçiler, emekten, halktan yana olduğunu söyleyen tüm güçler; Emperyalist kapitalist sistemin halklara sınıfsal ideolojik bir saldırısı olan suyun ticarileştirilmesini, özelleştirilmesini asla kabul etmemeliyiz. Bu saldırı karşısında ister kamu, ister özel, hangi ad altında olursa olsun, kim tarafından yapılırsa yapılsın suyun bir mal/meta olarak ticarileştirilmesine, “Su kaynakları halkın malıdır ve tüm canlılara aittir. Alınıp satılamaz, ticarileştirilemez, özelleştirilemez. Halkın su kullanım hakkı engellenemez” anlayışıyla, mücadeleyi örgütleyip suyun ticarileştirilmesine ve özelleştirilmesine karşı çıkmalıyız. Bu mücadeleyi de anti emperyalist, anti kapitalist sınıfsal bir zeminde yürütmeliyiz.

Mehmet Göçebe 27/02/2009

ivmedergisi.com