ORMANLARIMIZDA YASAL BALTALAR
VE
TAPU KANUNUNDAKİ
SON DEĞİŞİKLİKLER
15 Ocak 2009 tarihinde 5831 sayılı “Tapu Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” ile 6831 Sayılı Orman Kanunu ve 3402 Sayılı Kadastro Kanununda yapılan değişikliklerle 2/B alanları, orman Sınırları ve Orman yağması Cumhurbaşkanının onayına sunulmak üzere TBMM’den geçti.
Bu kanunun onaylanıp yürürlüğe girmesi halinde; on yıllardır bilinçli olarak ormanı işgal edenlere, sermayeye orman alanlarının devredilmesinin devamlılığı pekiştirilecektir.
Bilim ve fen bakımından niteliğini kaybeden(kaybettirilen) ormanların, orman sınırları dışına çıkarılması konusu ilk kez 1961 Anayasası ile benimsenip, (04.07.1973) tarihinde yayımlanan 1744 Sayılı Yasanın 2. maddesinde yerini almıştır.
7 Kasım 1982 tarihli Anayasanın 169. ve 170. maddelerinde ise kapsam genişletilmiş ve bu maddelere paralel olarak çıkarılan (27.09.1983 tarih) 2896 ve (19.06.1986 tarih) 3302 Sayılı yasalarla uygulanması sürdürülmüştür.
20.10.1983 tarihinde yayımlanan 2924 Sayılı Yasanın 11. maddesinde orman sınırları dışına çıkarılan taşınmazların kullanan kişilere rayiç bedelle satılacağı benimsenmiştir. 2924 Sayılı Yasayı değiştiren 3763 Sayılı Yasanın 2. Maddesinde bu konu genişletilmiştir.
“Bu prosedür bilinçli olarak ormanı açan, yok eden kişilere bu yerlerin devrini sağlayan bir yol olmuştur.
Bu sebeple kişiler, “nasıl olsa bir gün orman sınırları dışına çıkartılıp bize verilecektir” diye orman tahribatına devam etmekte bir sakınca görmemektedirler.”
Şimdi Yasa ile benimsenen nitelik kaybı adı altında oluşan bu kavram nedir?
Bu olguyu açıklayabilmek için bu yolda çıkarılan 3302 Sayılı Yasanın 2. Maddesini incelemek gerekir.
Bu maddeye göre dışarı çıkarılması gereken yerler, şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerler ile tarım alanlarına dönüştürülmesinde yarar görülen kesimler, funda ve makilerle örtülü yerlerle, otlak, kışlak olarak yararlanılmasında yarar görülen bölümler şeklinde belirlenip nitelik kaybının 31.12.1981’den önce gerçekleşmiş olması koşulu da getirilmiştir.
“Yasada tanımı yapılan nitelik kaybı doğal değil, yapay olaylarla gerçekleşen bir olaydır”
Yani, coğrafi ve jeolojik bir olay sonucu; örneğin, (yanardağ patlaması, deniz taşması, deprem) gibi irade dışı olaylarla değil ama orman bitkileri sökülüp yerine bina yapımı veya narenciye, muz bahçesi, çay, fındık, ayçiçeği, buğday tarlası oluşturmak şeklinde eylemli olarak ormanların niteliğinin değiştirilmesi bilinçli olarak ormanların yok edilmesi esası benimsenmiştir. Doğal olayların dışında bu şekilde ormanların yok edilmesini nitelik kaybı olarak değerlendirmek, kabul edilemez, yanlış bir yoldur. Zira Anayasa ve yasalarla nitelik kaybı adı altında ormanların tahribi ve yok edilmesi süreklilik kazanmıştır.
1961 Anayasasının 17.04.1970 tarih ve 1255 Sayılı Yasa ile değiştirilen 131. Maddesinde, Anayasanın yürürlük tarihinden önce nitelik kaybeden yerler denilmiş, 1982 Anayasasında ise 31.12.1981 tarihinden önce nitelik kaybeden yerler esas alınarak nitelik kaybına devamlılık kazandırılmıştır.
Uygulamada bu olay sürekli şekilde gerçekleşmekte ve her orman sınırları dışına çıkarmada, kısa süre önce sökülmüş ve işgal edilmiş orman için 31.12.1981’den önce niteliğini yitirmiştir kuralından hareket edilerek sınırsız işleyen tahribat ve tüketime yol açılmıştır. Dahası; AKP’nin 2007’de hazırladığı anayasa taslağına göre, orman niteliğini yitirme durumu ile ilgili tarihsel sınırın 31.12.1981 tarihinden 23.07.2007 tarihine çekilmesiyle birlikte son 26 yıl içinde “orman niteliği” kaybettirilmiş yaklaşık 3,5 milyon dönüm orman arazisi de artık “orman” sayılmayabilecektir. Bu olgu sonsuza dek böyle sürecek midir? Nitelik kaybı kuralı var oldukça, tahribat ve yok etme devam edecek midir? Ne acıdır ki; Anayasa’nın 169 ve 170. maddelerindeki “çıkarmayı içeren fıkralar” ve ilgili 6831 Sayılı Orman Kanunu’nun 2/B maddesi var oldukça bu olay devam edecektir.
Zira her gün yeni bir bölümün niteliği kaybettirilip, her yıl büyük miktarlarda alanlar orman sınırları dışına çıkarıldığında, bir gün gelecek dışarı çıkarılacak orman kalmayacaktır. İşte o zaman ülke topraklarının uğrayacağı erozyon, iklim bozulması ve beraberinde gelecek kuraklık ülkemizin doğal dengesini bozacak ve ülke yaşanır olmaktan çıkacaktır. Bu olay coğrafi ve jeolojik bir afettir. Bu önlenmelidir. Ormansız kalan topraklarda iklim bozulması ve gelecek kuraklık nedeniyle tarım da yapılamaz, çorak topraklarda meracılık da yapılamaz ve yaşatılamaz. Bu tehlike çok uzak değildir. Son yıllarda sıklaşarak yaşadığımız ve birçok yurttaşımızın hayatını kaybetmesine neden olan sel, çığ ve heyelanlar, ormanların hızla yok edilmesinin acı sonuçlarıdır.
O halde; ekonomik, sosyal, kültürel, turistik olguların kaynağı olan ormanlarımızı ve ülkemizin geleceğini bu felaketten kurtarmak hepimize düşen çok ciddi boyutları olan büyük bir görevdir.
Orman Genel Müdürlüğü yayınlarına göre en yakın istatistiklerde karşımıza şu acı tablo çıkarılmıştır. Ülkemizin geniş topraklarına karşın, verimli orman alanlarının Türkiye alanına oranı yalnızca % 11,4’tür. Bu tablo ormanlarımızın korkutucu derecede küçüldüğünü göstermektedir.
AKP’nin orman sayılan arazilere yönelik ilk girişimi, henüz iktidarının ilk aylarında orman sayılmayan yerleri herkese satabilmek, devlet orman işletmeciliği düzenini özelleştirmek amacıyla Anayasayı değiştirme girişimi şeklinde olmuştur. Ancak, kamuoyunun yoğun karşı çıkışı, Cumhurbaşkanı’nın onay vermemesi nedeniyle bu girişiminde başarılı olamamıştır. Olamamıştır, ancak, kamuoyunda “2B arazileri” olarak anılan bu yerlerin satılmasını sürekli olarak gündemde tutmuş, dahası, hazırlattığı yeni anayasa taslağında bu doğrultudaki uygulamaların kapsamını daha da genişletecek yaptırımlara yer verdirmiştir. Öte yandan, AKP, anayasada yapamadığı değişikliği bazı kanunlar ile çeşitli yönetmelikleri yeniden düzenleyerek ve yayınlanan tamimlerle gerçekleştirebilmiştir. Sonuç olarak AKP döneminde ormanlar, madencilerin, turizmcilerin, vakıf üniversitecilerinin, organik tarımcıların, “off-road”cuların, “Formula 1″cilerin, “devlet ormanı” sayılan alanlarda aromatik bitkili, meyve ağaçlı özel orman kurmak isteyenlerin, orman ürünü tüccarlarının, kısaca sermayedarların akıllarına geldiğince at koşturup cirit attıkları, deyiş yerindeyse “yol geçen hanına” dönüştürülmüştür.
Son olarak TBMM’de 15/01/2009 tarihinde 5831 Kanun Numarasıyla kabul edilen, “Tapu Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile ormanlarımızın tahribini arttırmak üzere yapılan yasal düzenlemelere bir yenisi eklenmiştir.
5831 Sayılı Kanunla;
- Bir yerin orman olup olmadığına kamu adına karar verme iradesi, ormancılık eğitimi almamış ve müteahhit yanında çalışan, bir adet kadastro teknisyenine bırakılmaktadır. Böylece, doğal orman alanlarına ait, “orman sayılmayacak alan” kararlarının alınması daha da kolaylaştırılmıştır.
- Kamuoyunda “2/B arazileri” olarak bilinen yerlerde “fiili kullanım durumları dikkate alınmak suretiyle ifraz ve/veya tevhit de” yapılmak suretiyle, devlet ormanlarını işgal edenler hak sahibi haline dönüştürülerek, bu gibi yerlerin satılabilmesi için hazırlıkları sürdürülen yeni bir yasanın uygulanması için gerekli altyapı hazırlanmıştır.
Özetle yapılacak işler hukuka göre yapılmıyor, işe göre hukuk düzenleniyor. 2/B arazilerinin satılamayacağını bile bile satışa hazırlık yapmak Anayasa Mahkemesinin iptal tarihine kadar ne kaçırabilirsen o kadar kaçırmış olursun mantığıdır. Bu, yangından mal kaçırmadır.
Hükümetin, 2/B’nin devamına neden olacak ve ormanların felaketine yol açacak girişiminin durdurulması, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, parlamenterlere, siyasi partilere, bilim adamlarına, demokratik kitle örgütlerine, sivil toplum örgütlerine, ormanların gerçek sahibi olan halkımıza, gerektiğinde yargı organlarına düşen tarihi bir görevdir.(23/01/2009)
TMMOB TÜRKİYE ORMANCILAR DERNEĞİ
ORMAN MÜHENDİSLERİ ODASI MARMARA ŞUBESİ
İSTANBUL ŞUBESİ