Neo-Liberal Saldırı Alanları Belli, Yığınak Yapacağımız Mevzilerimiz De! – E.Elif Güven
Spread the love

4 temmuz  2011 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanan KHK ile “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı”  ile “Orman ve Su İşleri Bakanlığı”   kurulmuştur. Özellikle “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı”nın görev tanımları arasında, ilgili meslek odaları ile ilgili mevzuat düzenlemelerinin yer alması nedeni ile yeni kurulan bu iki bakanlık TMMOB camiasında da tartışmalara yol açtı. TMMOB’ye bu yolla yapılacak saldırıları doğru anlayabilmek ve bu saldırılar karşısında TMMOB’nin güçlendireceği mevzileri belirleyebilmek için öncelikle bu iki yeni Bakanlığın kurulmasını, Türkiye’de kurumsallaştırılan neo-liberal politikaların yapısal adımlarından biri olarak görmek ve bu yapısal dönüşümün neye karşılık geldiğini ve bu dönüşümle birlikte gelişecek neo-liberal saldırı programının şiddetini iyice tarifleyebilmek gerekiyor. Bu çerçevede TMMOB ‘ye yapılacak saldırının ilgili bakanlıkların neo-liberal icraatları içerisinde TMMOB’yi neo-liberalizme uyumlu bir yapıya dönüştürme çalışmasından başka bir şey olmadığı açıkça görülecektir.

Liberal köşe yazarları bile,  kurulan yeni bakanlıkların basit isim değişikliklerinden, bazı bakanlıkların parçalanarak başka bakanlıklar kurulmasından ibaret olmadığı, yapısal dönüşümler içerdiğinin farkında. İçinden geçtiğimiz AKP’nin ustalık dönemi; neo-liberalizmin kurumsallaşmasının tamamlandığı, kentlerin ve doğanın kapitalizmin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden şekillendirildiği ve halkın tüm yaşamsal ihtiyaçlarına yönelik topyekün ve büyük bir saldırı programının hızlandırıldığı bir dönem olarak önümüzde duruyor. Toplumsal muhalefet cephesi açısından ise Neo-liberal programın derinleştirilmesi sürecinde, uluslararası sermaye ve ona eklemlenmiş yerli sermaye için ülkeyi dikensiz gül bahçesine dönüştürebilmek adına toplumsal muhalafetin tüm unsurlarının tasfiye edilmesi, etkisizleştirilmesi gereken sert bir dönemin yaşanacağı aşikar.

Neo-liberal ekonomi-politikalar gereği bir yandan emek alanı güvencesizleştirilip, esnek ve kuralsız bir çalışma hayatı geçerli olan tek çalışma biçimi haline getirilirken, güvencesizlik saldırısına piyasalaştırma süreci eşlik etti. Kamusal hizmet alanlarının piyasalaştırıldığı süreç güvencesizlik ile kuşatılan kent yoksullarının temel kentsel hizmetlerden dışlandığı bir süreç halinde gelişirken, kentler sermaye ve kent yoksulları arasında derinleşen ayrımı mekânsal olarak da tekrar üretti. Sermaye bir yandan da kentsel mekanların yeniden üretilmesi sürecini büyük bir sermaye birikim sürecine dönüştürüyor. Gerek piyasalaştırma süreci ile kentsel hizmetlerden dışlanan kent yoksullarının neo-liberal yurttaşlığının mekanı olarak kent, gerekse sermayenin kentsel mekanları yeniden şekillendirirek kendi suretinde bir dünya yaratırken bunu büyük bir sermaye birikim sürecine dönüştürmesi, kapitalizmin kentlerin yağmalanması sürecinin önümüzdeki dönem sermaye açısından kent yoksullarınına saldırı, kent yoksulları açısından ise mücadele düzlemi olarak öne çıkacağını gösteriyor.
 KHK’de Çevre ve Şehircilik Bakanlığının görevleri arasında;  mekânsal strateji planlarını ilgili kurumlar ile birlikte hazırlanırken mahalli idarelerin bu planlara uygunluğunun denetlenmesini öngörüyor (madde 2-d). Mekânsal strateji planları 2010-2014 yılları için,   Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından aslında açıklanmış idi. İlgili tüm Bakanlıkların strateji belgeleri hazırlamaları AKP iktidarı boyunca alışkanlık haline gelirken, aslında   bir zamanların DPT’ının görevini devralıp, DPT’yi de işlevsizleştirerek,  bu yolla planlamanın olmazsa olmazı  bütüncüllüğü yok ederek, bakanlıklar nezdinde parçalayarak , yetkiyi yeni biçimiyle tekrar merkezileştiriyor. Mekânsal strateji planları ibaresi yeni bakanlığın görevleri arasına eklenerek yasal boyut kazanırken, strateji belgeleri kentsel mekanlar üzerine topyekûn bir saldırı strateji planından başka bir anlam da taşımıyor.

Yeni kurulan “ Çevre ve Şehircilik Bakanlığına “  icraatları ile kentsel rant projelerinin baş aktörü olan ve Başbakanlığa bağlanarak özel yetkilere büründürülen ve denetimsiz kılınan TOKİ Başkanının getirilmesi ise, ilgili bakanlığın nasıl bir talan Bakanlığı olacağı konusunda AKP’nin niyetini gizlemeye dahi ihtiyaç duymadığının göstergesi. Bakanlığın, seçim sürecinde açıklanan çılgın -teknik olarak pekala mümkün, ancak uygulanmasının topluma faydası olmadığı için bizler için anlamsız ama ululararası sermaye için çok anlamlı – projelerin yani büyük bir talanın icracılığını üstleneceği açık.

Şehircilik ekseninde tartışmaya açılan çevre ise; kentsel yaşamın doğa üzerindeki tahakküm ve tahribatını, yada ekolojik sistemin bir bütün olarak ele alınarak sürdürülebilmesini amaçlamayıp, kent yaşamının ürettiği çevre etkileri üzerine yoğunlaşan ve kent-doğa ilişkisinde öncül olanı kent olarak belirleyen ve sermayeye; kirletebilme, tahrip edebilme hakkı tanıyan bir anlayışın ürünüdür. Adı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olan bir Bakanlığın görevlerinin sıralandığı 2. Maddede on beş alt başlıktan sadece üçünün çevre ile ilgili olması-içerikten bağımsız olarak- öncül olanın kent olduğunun sayısal göstergesi olarak görülebilir.

Doğanın metalaştırılması ve tahribatına karşı yükselen su hakkı mücadelesinin ana hatlarından biri haline gelen HES karşıtı köylülerin, derelerine sahip çıkan mücadelenin öznelerinin uzun zamandır tetikte beklediği “Su Bakanlığı”nın   “Orman ve Su İşleriBakanlığı” olarak kurulması ise KHK’de de sık sık dile getirildiği gibi su kaynaklarının sürdürülebilmesi, mera, otlak alanların düzenlenmesi, havzaların bütüncül planlanması gibi tehlikeli argümanları barındırıyor. Bu yapılanma, sermayenin, yeni sermaye birikim rejimi olarak son dönemde öne çıkan Doğanın metalaştırılması-tahribatının parça parça Bakanlıklar eli ile yürütülen bölümünün sonuna gelinerek, tüm sürecin tek elde toplanarak merkezileştirilmesinin sağlandığı ve saldırının da hızlanacağı anlamına geliyor.
Bu zamana kadar özellikle piyasa denetleme ve düzenleme kurulları vasıtasıyla işletilen yönetişim modeli ile bağımsız kurullar adı altında oluşturulan halkın ve siyaset ve yargı kurumlarının denetiminden muaf tutulan doğrudan sermaye sınıfının sektör temsilcileri adı altında anti- demokratik biçimde kurullarda yer alarak karar verici konuma getirilmeleri sağlanmış, kamusal alan sermayenin iktidar alanı olarak şekillenmiştir.    Bakanlıkların yeniden oluşturulması da bu dönüşümün son halkalarından biridir. Bu güne kadar bağımsız kurullar da  karar verici olan sermaye, artık Bakan Yardımcılığı konumu ile doğrudan icra yetkisine de sahip olacaktır.

Şehircilik ve Çevre Bakanlığının KHK kararnamesinde yer alan meslek örgütlerine yönelik saldırılar,  ancak bu bakanlıkların ifade ettikleri yapısal dönüşüm süreci ve kurulma amaçları ve AKP’nin ustalık dönemi üzerinden tartışmaya açılabilir. AKP’nin ustalık döneminin toplumsal muhalefet unsurlarına açıktan bir saldırıyı içereceği, TMMOB’nin de bu saldırıdan nasibini alacağı zaten biliniyordu. DDK’nın başlattığı meslek örgütlerine yönelik denetim bu saldırının miladını oluşturmuş idi. Ancak beklenenin aksine doğrudan TMMOB yasasını değiştirmek yerine, söz konusu Bakanlığa meslek odalarına ilişkin mevzuatı düzenlemek, meslek mensuplarının sicil kayıtlarını tutmak yetkileri verilmektedir. Şimdiye kadar, mühendis ve mimar odalarının doğrudan veya ilgili Bakanlığın onayıyla çıkardığı yönetmeliklerle meslek alanlarının düzenlenmesi yetkisi ise meslek odalarını dışlayarak sadece Bakanlığa verilmek istenmektedir.   Bu yolla mühendis ve mimar odalarının, üyeleri ile kurduğu en somut bağlardan birini de ortadan kaldırarak, güçlerini azaltmakta ve etkinlik alanlarını da sınırlandırmaktadır.

Mesleki Hizmetler Genel Müdürlüğünün görevleri arasında sayılan “Mesleki sicil kayıtlarını tutmak ve mesleki yeterlilikleri belgelemek ve kayıtlarını tutmak” sureti ile odaların üyeleri ile zaten sınırlı olan ilişkileri de kopartılmaktadır. Ayrıca finansmanları uluslararası sermaye tarafından sağlanarak gelen projelerin mühendislerinin de transfer edilmesi, bu tür proje ve yatırımlara meslek odalarının engel teşkil etmemesi, halkın yaşam alanlarını daraltan yok sayan pek çok uygulamanın daha engelsiz ve sorunsuz yapılabilmesi amaçlanmaktadır.

Sermayenin saldırı alanları açıktır. Sermaye bir yandan emeğin güvencesizleştirilmesi saldırısını kıdem tazminatının kaldırılması, evde çalışma, uzaktan çalışma, “esnek çalışma” gibi terimler kullanarak derinleştirirken, kent politikaları ile kent yoksullarını kentsel haklardan dışlamakta, kentsel dönüşüm projeleri, otoyollar, kanallar, köprüler vb. ile kentsel mekanları sermaye birikim aracına dönüştürmektedir. Diğer yandan, başta HES’ler olmak üzere yenilenebilir enerji olarak adlandırılan tüm alanları, termik ve nükleer santral projeleri, doğayı zehirleyen madenler, endüstriyel tarım yöntemleri, karbon hesapları, biyoçeşitliliğin metalaştırılması vb. uygulamalar ile doğanın metalaştırılması/tahribatını yeni sermaye birikim rejimine dönüştürürken içine girdiği krizi doğanın ve tüm canlı yaşamın krizine de dönüştürmektedir.
Bu saldırı programına karşı mücadele; emeğin güvencesizleştirilmesine karşı mücadele, sermayenin kent politikalarına karşı mücadele ve doğanın metalaştırılması/ tahribatına karşı mücadele olmak üzere üç ana eksenden yürüyecektir.
TMMOB’ye yapılan saldırı bu üç saldırı ekseninden ele alındığında, saldırılar karşısında güçlendireceğimiz mevzilerimiz de ortaya çıkmaktadır. Bugün TMMOB’nin saldırılar karşısında yapması gereken, tüm saldırı alanlarındaki hak mücadelelerinin öznesi olabilmekten geçmektedir. TMMOB de mevcut saldırıyı ancak Dikmen Vadisi’nin, Mamak’ın, Küçükarmutlu’nun “kentsel dönüşüm” saldırısına direnen halkıyla; Loç Vadisi’nin, Hopa’nın, Dersim’in HES’lere direnen halkıyla; Kütahya’nın Bergama’nın siyanürlü madencilik faaliyetlerine karşı direnen halkıyla; Tuzla’nın, Zonguldak’ın, Bursa’nın, Elbistan’ın iş cinayetlerine karşı direnen işçileriyle; KESK’li kamu çalışanlarıyla; kötü çalışma koşullarına ve mesleki yozlaşmaya ve güvencesizliğe karşı mücadelesinde meslek odasını yanında bulan mühendislerle-mimarlarla birlikte geri püskürtebilecektir.

Bizler Politeknikçi Mühendis, Mimar ve Plancılar olarak;

Sermayenin emeğimizin güvencesizleştirilmesi saldırısı karşısında; emeğin özgürleştirilmesi,  

Kent politikalarına karşı; kendi  insani, toplumsal ve yaşamsal ihityaçlarımızı talep ederek, ihtiyaçlar doğrultusunda şekillenen kentler kurmak için,

Doğanın metalaştırılması/tahribatına karşı; kapitalizmin doğa-insan arasında yarattığı yabancılaşmayı aşan ve doğanın metalaştırılması değil, kullanım değerini esas alan ,bu şekilde ekosistemin devamlılığını sağlamak için,

Haklar mücadelesinin özneleri olacağımızı, meslek örgütlerimizi de meslek alanlarımızdan hareketle bu haklar mücadelesinin aktif özneleri kılarak; sermayenin hem meslek örgütlerimize hem de emeğimiz, kentler ve doğa üzerindeki saldırılarını boşa çıkaracağımızı ilan ediyoruz.

TMMOB tarihi saldırıları geri püskürtebilecek mücadele geleneğine  sahiptir.

Emeğimiz, kentlerimiz ve doğamız için , meslek örgütlerimiz için mücadeleye.

E.Elif GÜVEN -Makina Mühendisi


Spread the love