İşten Çıkarma Stratejileri – Zafer Aydın (Sendika.Org)

Allah, bir mani, keder vermezse 27 Nisan günü ilim irfan sahibi bir grup zevat ve kamu kuruluşu niteliği taşıyan Sosyal Güvenlik Kurumu yöneticileri ile mümtaz işveren temsilcileri kafa kafaya verip, işçileri işten çıkarma stratejilerini konuşacaklar. İşçileri kapının önüne koymanın inceliklerinin anlatılacağı toplantının adı da çok afili: “ İnsan kaynakları yönetiminde İşten Çıkarma Stratejileri, İşletmelere Getirdiği Yasal Yükümlülükler Sorumluluklar Yönetimsel ve Psikolojik Kriterler.” Peh peh peh! Ne kadar da güzel, ne kadar da farklı ve dahi ne kadar da pişkin, ne kadar da arsız…   (Gerçi gelen tepkiler üzerine bu adı değiştirdiler ama zarf değişse bile mazruf aynı.)

“Çok çarpıcı ama kıdem tazminatını verip, işçiye kapıyı göstermenin stratejisi ne olacak?” demeyin; son dönemde işten atılan işçilerin eylemleri artıyor, yaygınlaşıyor. İşçiler, atıldıkları işyerlerini kuzu kuzu terk etmiyorlar. Kapıyı bacayı tutuyorlar, çatılara çıkıyorlar, bir sürü baş ağrısı eylem, direniş yapıyorlar.  İşverenlerin başı ağrımadan, tereyağından kıl çeker gibi işçi nasıl işten atılabilir, bunu konuşacaklar. Demir yumruğu kadife eldivenle atmanın incelikleri öğrenilecek, öğretilecek.  Alt başlıktaki psikolojik kriterler ibaresi tam da bunun için yazılmış afişe. İşçinin kıçına tekmeyi vururken, “öpeyim de geçsin” muhabbeti nasıl yapılır onun eğitimini verecekler.

Afişi ilk gördüğümde toplantının çalışanın keyfi feshe karşı yasal güvencelerle korunduğu bir ülkede yapıldığını sandım. Çünkü iş güvencesinin ağır hükümleri nedeniyle bunalmış, nefes alamayan zavallı işverenler ancak bu kadar detaylı bir meşverete ihtiyaç duyarlar.  Oysa memleketteki iş güvencesi yasasının adı var kendi yok.  İş akdini feshetmede işverenlerin eli kolu son derece serbest.  Azıcık cebine para koyan işveren istediği işçiyi dilediği gibi atabiliyor. Hiçbir kural, hiçbir yasa, hiçbir değer onları bağlamıyor. Hatta MESS, işçileri görgülü olmaya teşvik için yayınladığı kitapta açık açık patronun elini sıkmayan işçinin işten atılabileceğini bile söylüyor. (Bu kadar saçma, bu kadar ayrımcı bir şey olmaz diyenler için bkz. Ahmet Kardam-Ayşe Bilge Dicleli, Eğrisi Doğrusu Görgülü Ol Hoş Yaşa, MESS Yayınları, İstanbul, 2005, s.68)

Yasa işverenin yanında. İşverenler, dini inançları gereği patronların uzattığı eli sıkmamanın bile işçi kıyımı için gerekçe olabileceğini söyleyecek kadar rahatlar.  Hükümet her fırsatta işveren lehine düzenlemelerle işçi çıkarmanın yolunu daha da açma çabası içinde. Üç vakte kadar işçi çıkarmalarda caydırıcı bir etkisi olan kıdem tazminatını da kaldırarak işçi çıkarma serbestliğini daha da genişletecek. “O halde bu muhteremler daha ne istiyorlar?” diye sorulabilir.

Ne istedikleri  “Türkiye’de işçilik Çin’den Ucuz” diyerek yabancı sermayeyi Türkiye’ye çağıran  Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın sözlerinde  apaçık  ortada. Hedef Türkiye’yi küresel bir çalışma kampı yapmak. Bunu yaparken çalışanları her türlü haktan, hukuktan ve güvenceden yoksun hale getirecekler.  Hükümet bunun hukuki altyapısını hazırlarken, bürokratları da işveren temsilcilerini, insan kaynakları yöneticilerini, uzmanlarını bu sürecin profesyonel militanları haline getirmek için eğitiyor.

Kapitalizmin ilk yıllarında işçilere son derece ağır koşullar altında çalışmayı dayatanlar “meşruiyetlerini” sermayenin gücünden alıyorlardı.  Kapitalistler, paranın ve devletin gücü ile işçiler karşında istedikleri her şeyi yapabilme kudretine sahiptiler.  Zaman içinde işçi sınıfın çalışmanın insanileştirilmesi talepleri ve bu talepler etrafında şekillenen eylemlerle sermayenin gücü sınırlandırıldı. Çalışma düzeni çeşitli kurallara yasalara bağlandı. Sermayenin çalışmanın ve çalışanın üzerindeki sınırsız tasarruf hakkının sınırlandırılması, sınıfın politik ve sendikal gücünün devreye girmesi ile oldu. Bugün toplantı için isim seçerken sergilenen fütursuzluktan, işçiyi her türlü haktan yoksun hale getirecek düzenlemelere kadar her adım “meşruiyetini” yine paranın ve devletin gücünden alıyor. İşçi sınıfı, gücünü bu densizlere, onların düzenine okkalı bir biçimde hissettirmedikçe aynı şey devam eder.