Büyük Anadolu Yürüyüşü ve Sermayenin Yeni İçerme Stratejileri – Supolitik Çalışma Grubu

Supolitik Çalışma Grubu olarak 4 yıldır su üzerine yaptığımız çeşitli çalışmalarla Konferans düzenleme, bilgi derleme, ülkenin çeşitli şehir ve yörelerinde düzenlenen etkinliklere katılım gibi onlarca faaliyetin yanı sıra 2008/Mayıs ayında oluşturulan STHP-Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformunun kurucu üyelerinden biri ve yürütmesinde yer alan bir bileşeni olarak toplumu bilgilendirme faaliyetlerimizi sürdürmekteyiz.

 

Son haftalarda çeşitli mail listelerinden kişilerin yanısıra Çalışma Grubumuza da ulaşan çağrıda Nisan ayında “Büyük Anadolu Yürüyüşü” adında bir etkinliğin düzenleneceğini ve bu etkinliğe herkesin, her grubun, her yörenin katılacağı belirtilmektedir.

 

Bu çağrıyı kim yapıyor? neden yapıyor? amacı ne? gibi sorulara yanıt ararken ulaştığımız ve bir kısmını aşağıda derlediğimiz bilgileri sizlerle paylaşmayı uygun bulduk.

 

Supolitik Çalışma Grubu olarak suyun metalaştırılmasının arka planını anlama amaçlı çalışmalarımızdan suyun metalaştırılması sürecini gerçekleştiren “dünya su ailesinin” sadece WWC(Dünya Su Konseyi), WWF(Dünya Su Formu), WB(Dünya Bankası) ya da IMF(Uluslar arası Para Fonu)’dan ibaret olmadığını gördük. UN(Birleşmiş Milletler) ve onun UNCTAD, UNDP gibi örgütleri; EU(Avrupa Birliği) Komisyonu ve onun hazırladığı AB-Su Çerçeve Direktifi gibi yapıların da. suyun metalaşmasını hızlandırmada önemli işlevleri olduğunu tespit ettik.  Sermaye birikim sürecinde gözü dönen uluslararası, ulusal ve yerel sermayeler suyun metalaşmasının önündeki tüm engelleri kaldırma için önemli çabalar göstermelerine karşılık, yaşama yönelik bu amansız saldırıya karşı halkın yükselen öfkesini azaltamadılar. Halkın yükselen öfkesini azaltmak için son çare kayıp halka (missing link) olarak adlandırılan bir politikayı harekete geçirmek. Bu politikanın temel yönelimi ise halkın öfkesini yatıştıracak ve özellikle yerellikler üzerinden çalışan ve metinlerinde muhalif dili kullanan bir dizi sivil toplum örgütü geliştirmek olmuştur. Bizler bu “kayıp halka”nın, 1970’lerden beri “sosyal diyalog”, “sosyal ortaklık”, “aynı gemideyiz” gibi kavramlar kullanılarak emek örgütlerini nasıl adım adım kuşattığını da biliyoruz

 

Suyun metalaşmasına karşı yükselen halkın tepkisi beraberinde  kayıp halka politikasının uygulanmaya sokulmasına neden olmuştur. Politikanın etkin bir şekilde  açığa çıkışının ilk olarak  suyun ticarileşmesi ile en çok yüzleşen Karadeniz Bölgesi’nde olması rastlantı değildir. Kendini Türkiye Su Meclisi olarak tanımlayan bu politikanın ilk çağrısı, bölgede ve Türkiye’de suyun ticarileşmesini sistemin yapısal işleyişini işaret etmeden ama muhalif bir dille lanse edilmesi  ve sorunu sadece Çevre ve Orman bakanı ya da yanlış uygulamalara bağlaması ve ama aynı zamanda Türkiye’de suyun ticarileşmesinde önemli bir değişken olan AB Su Çerçeve Direktifi’nden hareket etmeleri,  bütünleşik havza yönetimini savunmaları gerçek niyetlerini ele veriyordu.

 

Supolitik Çalışma Grubu olarak su mücadelesinin yalnızca HES ve baraj karşıtlığı ile sınırlı tutulmasının ağaca bakarken ormanı gözden kaçırmak olacağını, zira suyun metalaşma sürecinin tarımsal sulamanın tümüyle piyasaya endekslenmesinden, evlere kontörlü sayaç takılmasına, yer altı sularının son damlasına kadar çekilmesinden, tüm dereler üzerine içme suyu tesislerinin kurulmasına, okyanuslar üzerine yağan yağmur sularının toplanmasına, evlerin çatılarından akan suya bile şirketlerin el koymasına, dere, nehir ve göllerin başına kolluk güçlerinin dikilmesine kadar uzanabilen devasa bir yıkımlar yumağı olduğunu anladık.

 

Supolitik Çalışma Grubu olarak bugünlerde yapılmakta olan bir çağrının benzeri ile 2009 Aralık ayında da karşılaştık. Bugünkü çağrı ile hemen hemen aynı temayı içeren bu çağrı ile kendini T.Su Meclisi olarak deklare eden, manifestosunda su mücadelesinin dar bir boyutunu da olsa her şeyi savunan bir yapı ile karşılaştık. Örneğin AB halklarının kurtulmak için mücadele ettikleri Su Çerçeve Direktifi savunuluyor ve Türkiye’nin de bu direktife uyması talep ediliyordu. Su kıtlığının ve suyun metalaştırılmasının gerçek nedeni kapitalist üretim biçiminin kendisi olduğu halde, manifestoda geleneksel tarım ile insan edimleri (evsel kullanım) günah keçisi ilan ediliyordu. Üstelik bu savunmalar tıpkı WWC, WWF metinlerinde olduğu gibi öylesine ustalıklı bir dille yapılıyordu ki derinlemesine okuma yapılmadığında “muhalif bir yapı’nın kaleminden çıkmış zannedilmesi bile mümkündü. Bu bilgiler ışığında T.Su Meclisinde kimlerin etkin olduğunu araştırma ihtiyacı hissettik. Karşımıza ilk olarak TEMA ve Doğa Derneği çıktı. Bu iki yapının, kendisine toplumsal muhalefet görüntüsü verenlerin gerçekte suyu metalaştıranların örgütleri ya da uzantıları olduğunu fark ettik. TEMA’nın ülkedeki en büyük sermaye şirketleri tarafından kurulduğunu ve Mütevelli Heyetinin halen de bu şirket temsilcilerinden oluştuğunu biliyorduk. Ancak bu araştırma sırasında Doğa Derneğinin de şirketler tarafından oluşturulduğunu fark ettik. (bkz. http://www.dogadernegi.org/destekcilerimiz.aspx) Microsoft’tan, Koç’a, Motorola’dan, CNN’e, AB Komisyonundan, Cevre ve Orman Bakanlığına kadar suyu, doğayı metalaştıranlar bir de “Doğa Derneği” oluşumuna destek olmuşlardı. Üstelik bu Doğa Derneği bir B.M. kuruluşu olan Global Compact örgütünün de bir parçasıydı ki bu Doğa Derneğinin dünyanın en büyük şirketlerinin sponsorluğu altında olduğunu gösteriyor. Bunun pekte şaşırtıcı olmadığını Doğa Derneğinin uzun yıllardan beri UNDP’nin (Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı) projelerini uygulayan, hatta Gürcistan’da bile bu projeleri uygulayan, tarım suyunun piyasaya endekslenmesine yerel halkı ikna etme çalışmaları yapan, projeler dizayn eden, yerel mücadeleleri HES karşıtı görüntüsüyle kuşatıp, dereleri farklı sektörlerin sermaye grupları (eko-turizm, eko-tarım, su paketleme vd.) için hazırlayan bir dernek olduğunu öğrendik.

 

TEMA’dan fazla söz etmeye gerek duymuyoruz. Ancak bir taraftan aşırı tüketimi eleştiren TEMA’cılar bir yandan da “İşbank Maksimum TEMA Card” kullanarak yaptıkları tüketimler karşılığı ağaç dikileceği vaadiyle halkı tüketime teşvik etmektedirler. (bkz. http://www.maximum.com.tr/kartlar/tema_kart.asp) TEMA’nın bir başka faaliyeti ise Revan Su A.S ile birlikte şişe suyu sektöründeki kar amaçlı faaliyetidir: “TEMA Vakfı ve Revan Su arasında gerçekleşen işbirliği ile hem içme suyu ihtiyacınızı güvenle karşılayacak hem de ülkemizin doğasının korunmasına katkı sağlayacaksınız. Öz-Kar A.Ş. tarafından işletilmekte olan Revan Su ile TEMA Vakfı arasında imzalanan protokol doğrultusunda, firma içme suyu satışından TEMA Vakfı’na pay aktaracak ve elde edilen gelir, TEMA Vakfı’nın Kırsal Kalkınma Projeleri’nde kullanılacaktır.” 
http://www.facebook.com/group.php?gid=27254917975

 

Türkiye Su Meclisinin ilk yürütmesinde görev yapanlardan biri de AKP Maltepe Belediye Başkan Aday Adayı [http://www.cayhaber.net/haber/kadem-eksi-aday-adayi-oldu], Ekşioğlu Şirketler Grubunun Kurucusu, Ekşioğlu Vakfının kurucusu, Genç İşadamları Vakfı’nda (GİV) kurucu üye ve başkan yardımcılığı görevlerinde bulunmuş İkizdere Derneği Başkanı Kadem Ekşi’ydi.
 

Su-Politik Çalışma Grubu olarak bu kısa bilgi notunu, sermayenin toplumsal hareketleri içermek ve ılımlılaştırmak için hayata geçirdiği yeni stratejilerini hiç bilmeyen ve bu nedenle adı geçen yapıların tuzaklarla dolu çağrılarını izleyen doğa dostlarını uyarmak amacıyla hazırladık. Elbette herkes doğru bildiğini yapmakta özgürdür, bu anlamda biz de bilimsel doğruları söylemek konusunda,  en az sularımızı satan -ama kılık değiştirerek karşımıza muhalifmiş gibi dikilen- şirketler ve Bakanlık kadar hakkımız olduğunu düşünüyoruz. Çünkü biz sadece HES’lere karşı değiliz, doğayı yok eden, toplumları farklı ama yine eko-sistemin bağrına bıçak gibi saplanan sözde eko-tarım, eko-turizm, içme suyu tesisi, endüstriyel tarım vb. kapitalist üretim biçimlerine angaje eden bütün gelişmelere karşıyız. Ve en önemlisi, suyun ticarileştirilmesinden en fazla çıkarı olan şirketlerin, HES’lere karşıymış gibi davranmalarının arkasında kapitalist rekabet güdüsünün olduğunu çok iyi biliyoruz. Nasıl ki bir ipte iki canbaz oynayamazsa, ayni derenin üzerinde kapitalist çıkarı olan turizmciler, endüstriyel tarımcılar ve enerji şirketlerinin kapışmalarının da normal olduğunu düşünüyoruz. HES yapılan bir yerde turizm ve tarım yapılamayacağını herkes bilir ve bizim işimiz turizm, tarım ve enerji şirketleri arasındaki rekabet savaşında bunlardan birinin safini tutmak olamaz.

Supolitik Çalışma Grubu olarak yerel halkların öfkesini farklı yönlere kanalize edecek, pasifleştirecek kayıp halka politikalarını deşifre etmeye devam edeceğiz.

 

SUPOLİTİK ÇALIŞMA GRUBU