Yok Birbirlerinden Farkları Hepsi Çevrecinin Daniskaları*
Literatürümüze Başbakan’ın sayesinde giren “çevrecinin daniskası” tamlamasının sözlük tanımının yapılması, artık bu memleket için bir ihtiyaç olmuştur. Bu görev hepimizin vatandaşlık görevidir. Ben dil bilim uzmanlarının affına sığınarak bu konudaki naçizane görevimi yerine getiriyor ve yapacağı bu çalışmada Türk Dil Kurumu’na katkısı olsun diye “Eçhel-i Cühela”yı öneriyorum. Ne demek “eçhel-i cühela” diyenlere bir küçük açıklama: Bırakmalı “gavur” icadı “daniska”yı bir yana, ikisi de birbirinden Arapça ikisi de bir birinden “cahil ve bilgisiz” kelimeyi getirivermeli yan yana, hem daha bir Arapça yapmalı bu sıfat tamlamasını hem daha cühela… (bkz. www.tdk.gov.tr)
Ancak durum cehaletle açıklanacak kadar masum değil, şimdiden söyleyeyim. Bunu benim icadım sananlar da yanılmasınlar, düzelteyim: Zira bu bir icat değil, bir “iddia”!
Üstelik onlarca klasörden ve binlerce sayfadan oluşan iddianamesiyle de oldukça “iddia”lı ve bu “belgeler” çok daha sahici! Ergenekon tartışmalarının yaşandığı şu günlerde, tüm kurumlarımızın içine nasıl sindiği bilinmeyen bir başka yasa dışı örgütlenmenin gün yüzüne çıkması için uğraş vermekteyim günlerdir. Birbirine benzeyen suç aletleri, birbirine benzeyen eylem planları, birbirine benzeyen söylemler, sloganlar…
Bu örgütü ve tüm bağlantılarını ortaya çıkarmış olmam benim Türk Dil Kurumu’na bu önermeyi yapmamda sadece esin kaynağım oldu. İlk ve mütevazi vatandaşlık görevimi yerine getirdim ama asıl görevim şimdi başlıyor… Benden sonraki görev ise tüm yetkili kişi ve kuruluşlarda, cumhuriyet başsavcılarında. Hepsini buradan göreve davet ediyorum. Aman kulak kesilin !
Örgütün adı “Eçhel-i Cühela Cemaati”. Geçmişi çok eskilere dayanan ve dönem dönem farklı isimlerle faaliyet gösteren “Eçhel-i Cühela Cemaati” özellikle 1980’lerde bu ad ile anılmaya başlanmıştır. Bu süreç, neoliberal politikalarla siyasal islamın kucaklaşmaya başladığı, “yeşil sermaye” ile tanıştığımız döneme rastlar ki “çevrecinin daniskası” ilk olarak, “yeşil sermaye”nin “yeşil”inden aldığı ilham ile ortaya çıkmış, tartışma süreçlerinde olgunlaşarak günümüze kadar gelmiştir. Hatta araştırılmalıdır, bu “yeşil”in Susurluk Kazası’ndan sonra görünüp kaybolan “Yeşil” ile bağlantısı bile olabilir, bunu kim bilebilir?
Cahiller bilgisizler diye onları okuma yazma bile bilmezler sanmayın. Zira okuma yazma bilirler. Örgüt üyeleri arasında ne profesörler, ne mühendisler, ne doktorlar, ne bakanlar vardır. Hoş, hepsi cahil hepsi bilgisizdir ama zaten bu gerçek, onları bir örgüt çatısı altında toplayan asgari müşterekleridir. Ardından da tabii cesaret gelir, gözü karalık gelir, kafa tutmak, kafa atmak, kaş yapayım derken göz çıkarmak gelir ki işte tüm bunlar cemaatin tipik özellikleridir.
Cemaatin bugünkü liderleri de cahildir, O da cesaretlidir, külhanbeyidir hatta Kasımpaşalıdır. Bir de benzerleri gibi “Çevrecinin Daniskası”dır. Bir bir hepsini belgelerle çıkaracağım gün yüzüne, aydınlansın bu “millet” diye!
Bu cemaat mensupları uyanıktırlar, çok iyi tüccardırlar. Alırlar satarlar, verirler satarlar, uyur uyanır yine satarlar; dağlarınızı, bağlarınızı, ormanlarınızı, kıyılarınızı, akarsularınızı, kamusal hizmet üreten kurumlarınızı bir bir satarlar. Hem de “babalar gibi” satarlar. Dönemin Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ‘‘Kim ne uyanıklık yaparsa yapsın, biz de bir uyanıklık yaparız kanunu değiştiririz… Parayı versinler, babalar gibi satarız” demiştir örneğin, Milli Piyango, Telekom, THY, Tekel’in özelleştirilmesi ile ilgili soruları yanıtlarken(13 Nisan 2003, Hürriyet).
Çernobil Nükleer Kazası’ndan bir hafta sonra 3 Mayıs 1986’da sağanak yağmur ile Trakya Bölgesi, 7-9 Mayıs 1986’da Doğu Karadeniz Bölgesi etkilenmiştir. Kanser vakaları, sakat doğumlar, yarattığı ekolojik tahribat ile hala hafızalarımızdan silinmeyen sürecin sorumluları da onlardır. Hatırlarsınız ya da lütfen hatırlayınız! Dönemin TAEK Başkanı Prof.Dr. Ahmet Yüksel Özemre; “Rakamlar panik yaratırdı(7 Mayıs 1986, Cumhuriyet), Çayda tehlike yok ama dışa satımı yasaklıyoruz(10 Aralık 1986, Milliyet)” demiş, yine Dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral; önce kameraların önünde çay içmiş; sonra da “Dinine, imanına inanan ‘Radyasyon var’ demez. (24 Haziran 1986, Günaydın)” demiştir. Aynı dönem ne başbakanlar ne cumhurbaşkanları görmüştür bu “millet”; “radyasyon kemiklere iyi gelir” (Kenan Evren), “radyoaktif çay daha lezzetli” (Turgut Özal) diyen.
Kameraların önünde içmek de tipik özellikleridir. Yok yok öyle alkol falan gelmesin hemen aklınıza, haşa! Örneğin Kesikköprü suyunu Ankara’ya vermeye başladıktan 21 gün sonra açıklayan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı İ.Melih Gökçek de, “Eğer verir vermez açıklasaydım, bir kiraz, biraz kavun, üzerine bir incir bir de su içip ishal olan hastaneye giderlerdi veya müshil hapı alırlardı. Biz geç açıklayarak bu oyunu bozduk” demiştir, kameraların önünde bir bardak su içerek(14 Haziran 2008, Radikal). Sadece O mu? Aksaray’da içmesuyundan zehirlenme vakalarının 4000’lere ulaştığı, hastanelerin kapasitelerinin dolup taştığı günlerde, suyun temiz olduğunu iddia eden Aksaray Belediye Başkan Yardımcısı Sadi Özdil de yapmıştır aynısını, şebeke suyundan doldurup bardağını(15 Mayıs 2008, Kent Haber).
Bu cemaat mensuplarının literatürümüze kattığı tek tamlama “çevrecinin daniskası” değildir. Başka güzide örnekler de mevcuttur: “Çevre fetişisti/fetişizmi”! Duymayanlara duyurulur; “…Ama çevre fetişistleri var. Bunlar sürekli çevre diyor. Ben de ihmal etmiyorum çevreyi… Ben 2020 yılında 60 milyon turist hedefi için bina da yapmak zorundayım.” diyen Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç’tur(4 Kasım 2006, Zaman).
2008 yılındayız. Dünyada ve Türkiye’de önemli bir su sorunu var, Dünya Su Forumu 2009 yılında Türkiye’de toplanacak, memleketin dört bir yanından kuraklık haberleri yükseliyor, kentlerde boş barajlar, içme suyundan kaynaklı çevre ve halk sağlığı tartışmaları birbirini izliyor… Bu arada İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Sağlık Bakanı Recep Akdağ ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, şebeke suyu konusunda ortak bir basın toplantısı düzenliyorlar. “Su”dan sorumlu bakanların “haklı” ve “su”dan bahaneleri var: Sadece “her şey yolunda” ve “tasarruf yapın” diyorlar(25 Temmuz 2008, Radikal). “Suyun faturası”nı yine halka çıkarıyorlar. Su yönetimi ve altyapı sorunlarımız konusunda bir politika, bir plan, bir çözüm sunmak ne kelime, yağmur duasına çıkmayı önermeyi bile akıl edemiyorlar.
Sorumluluk almayan, üzerlerine alınmayan, işlerini bir solukta “Allah”a havale ediveren cemaat üyelerinden bu kez de Orman Genel Müdürü Osman Kahveci 5 gün sonra hala söndürülemeyen Antalya’daki orman yangınının ardından açıklama yapıyor ve “2 ölen vatandaşımız dışında kimseye bir şey olmadı, Allah bir daha böyle felaket göstermesin !” diyor(5 Ağustos 2008, Milliyet). Bu arada sadece Antalya’da 13 bin hektar orman alanı kül olmuş, onlarca kişi zehirlenmiş, 2 kişi ölmüş, Çanakkale’de bir başka büyük yangın sürüyor, Güney Doğu Anadolu’da meydana gelen yangınlar ise konuşulmuyor bile… Orman Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Kurtulmuşlu da aynı felaket karşısında; “Yangının bir tek iyi tarafı, bu ormanlarda kene kalmadı.” deme cehaletini yine ve yine gösterebiliyor(6 Ağustos 2008, Hürriyet).
Son olarak, cemaatle ile ilgili bir önemli bilgi daha vereceğim ve görevimi yerine getirmiş olmanın huzuruyla huzurlarınızdan çekileceğim: Bu Eçhel-i Cühela Cemaati mensupları, eylemlerinin ardından olay mahalline ya “YOK BİRBİRİMİZDEN FARKIMIZ, HEPİMİZ ÇEVRECİNİN DANİSKASIYIZ!” yazılı bir pankart bırakıyorlar ya da bu “slogan”ı tam olay mahallinde, doğal, tarihi, kültürel çevreye ve halk sağlığına verdikleri zararın coşkusuyla eylemlerinin ardından haykırıyorlar. Tıpkı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, tamamladığı Hidroelektrik Santral (HES) ihalelerinin verdiği coşkuyla “Ben Çevrecinin Daniskasıyım” diye, Rize’de haykırdığı gibi(22 Ağustos 2008).
Şimdilik bu kadar. Onlarca klasör, binlerce sayfadan oluşan iddianameden bazı alıntılarla gerçekleri gün ışığına çıkarmaya çalıştım. İddianamenin tamamına ulaşmak için lütfen tıklayınız. Nereye mi? Her yere tıklayabilirsiniz, nereyi isterseniz. Ne mene bir şeyse bu derin devlet ve “örgütçük”leri bakın her taşın altından onlar çıkıyor!
Burçak Karaman Uysal – Çevre Mühendisi / Ankara, Eylül 2008
* Yazı önce ekolojistler.org’de yayınlanmıştır.